Dijitalleşme çağında aşk mümkün mü?

Üstüne bu kadar çok yazdığımıza, düşündüğümüze, konu ettiğimize, Jane Austen romanlarını yeniden yeniden uyarladığımıza göre mümkün, ya da mümkün olması için yoğun bir istek besliyoruz da diyebiliriz.

Google Haberlere Abone ol

Murathan Mungan “Yaz Geçer” kitabında aşkın evrimini anlatır, döngü “Yalnız Bir Opera” ile başlar ve “Yaz Bitti” ile kapanır. Aşklar başlar ve biter. Evrimsel biyologlar-psikologlar, Schopenhauer’un izinden giderek aşkın türün devamı için önemli olduğunu söylerler. Schopenhauer bir araya geldiğimizde, türün devamını mükemmel bir biçimde sürdüreceğimiz kişiye aşık oluruz-cinsel sevgi besleriz der, bilinçli bir bilme olmasa da bunu hissederiz. Hoş, aşkı bulma-sürdürme konusunda iyimser olduğunu söyleyemeyiz, hayat konusunda da öyle: mutlu olmayı bekleyemeyiz ama en azından daha az mutsuz olalım, söylediği budur sanki.

Kendi kayıp yarısını arayan, bir başkasında tamamlanmayı bekleyen, umut eden aşk daha yaygındır.  Goethe "Genç Wertherin Acıları"nda bu eksikliğe vurgu yapar. “Ah, bu boşluk, burada göğsümde hissettiğim bu korkunç boşluk! Sık sık düşünüyorum, onu bir defa olsun, yalnız bir defacık göğsüme basabilsem, sanki bütün bu boşluk dolacak gibi...”(1) der. O yürek oraya değmediği, boşluk dolmadığı için ölür, eksikliğe daha fazla dayanamaz. Lacan’da ise aşk, kişinin eksikliğini görmesidir; eksik olduğumuz sürece sevebiliriz çünkü. “İnsan sahip olsa bile, sahip olmayan biri olmadan sevemez.” Aşık olduğumuzda eksik bir varlık olduğumuzu söylesek de bu Werther’deki gibi bir tamamlanma isteği değildir, böylesi bir olanak da yoktur zaten. Goethe de, Schopenhauer da 18.yy’da yaşamış. Lacan ise 20.yy’da. Her ne kadar düşün tarihinde süreklilikten bahsetsek de eski kavramlarla farklı koşullarda yaşanan duyguları açıklamak her zaman mümkün olmayabilir.

DOĞUDA AŞK-ARZU-ACI BİR VE AYNI ŞEYDİR

Batı bunları söylerken doğuda hakim olan anlayış erişememeye, erimeye ve aşmaya-aşkınlaşmaya dairdir. Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun anlatısında, Mecnun derman aramaz, derman arayışlarını hoş görmez, gamın-aşkın sürmesi için dua eder. Mecnun'un duası şöyledir “…bendeki aşkın temellerini Kabe gibi devamlı kıl… Her zaman ve her an aşk derdinden gamlar sal, aşk içinde daima arzumu artır… Alem içinde nerede gam varsa, benim gönlümü o gama tutkun eyle. Beni akıl endişesinden uzaklaştırarak daima aşkla tanışıklık et… Bağışlama hiçbir zaman bana beni”. Aşk-arzu-acı bir ve aynı şeydir, ve aşk akıl ile aynı yerde dur(a)maz. Bilindiği üzere hikayenin sonunda Leyla ile karşılaşan Mecnun onu tanımaz. Aşık olduğu şey Leyla değil onun belleğindeki imajıdır artık, belleğinde yarattığı ya da onun vesilesiyle tanıştığı ama ondan ayrılan duygunun kendisidir. O duygu artık onu ortaya çıkarandan, vesile olandan farklılaşmıştır.

Tasavvufta olduğu gibi, fani olan insana duyulan aşk, Yaradana olan ilahi aşka giden yolda bir mertebedir, orada başlar ama orada durmaz. İkiliğin birliğe-birbirinde erimeye, birliğin de İlahi olana kavuşumudur. Mevlana ise sessizlik ve uzaklık içinde anlatır. Seni sessizce sevmeyi seçiyorum/Çünkü sessizlikte reddedilme yok/…Sana uzaktan hayranlık duymayı seçiyorum/Çünkü uzaklık beni acıdan koruyacak…(2) Bu söylem hayalin-imajın güzelliğine yapılan vurgudur, gerçek yaşantı o kadar da mucizevi değildir. Uzaklık ve uzaklığın yarattığı boşlukların hayalle doldurulması aşkın kendisidir. Tüm bu tanımlamaları dijitalleşme öncesi çağın tanımları olarak değerlendirmek mümkün.

DİJİTALLEŞME İLE İLİŞKİ PRATİKLERİ

Dijitalleşme nasıl ki kamusal alanın, iletişimin, sanatın yeniden düşünülmesini beraberinde getirdiyse; benzer biçimde duygulanımların kurulmasını, yaşam buldukları mekanları, yaşanma-ifade edilme biçimlerini de dönüştürdü. Dijitalleşme çağında çokça aşkın imkansızlığından bahsediliyor. Tercih özgürlüğü, internetin de aracılık ettiği, küçülen dünyada seçeneklerin çeşitliliği-fazlalaşması, bireylerde özerklik isteğinin artması ve rasyonel bireyin çıkarlarıyla, iyi olma haliyle uyumlu yaşam pratiklerinin kabul görmesi aşkın imkansızlığının nedenleri arasında sayılıyor. Seçeneklerin artması bir yanıyla özgürleşme hareketinin, diğer yanıyla erişim olanaklarının artmasının bir sonucu. Eva Illouz aşkın imkansız olmasının insanların romantik ilişkilerde daha az acı çekmesi anlamına gelmediğini söyler. Bu acının nedenini, zihinlerimize kazınan ve piyasa, tarafından da beslenen “büyük” aşk arayışı (İngilizcede “the one” Türkçeye “biricik-tek olan” olarak çevrilebilecek kişiyi aramak) ile artan olanaklar arasındaki çelişkide bulur. Acı, biricik olanı ararken “prens/prenses olduğu düşünülen onlarca kurbağanın öpülmesi”(3) pek çok girişimin başarısız olması, online dating uygulamalarında her başarılı buluşmaya karşılık onlarca başarısız öykünün yaşanmasının sonucu olarak kendiliğinden belirir. Yani Mecnun Leylasını bulduğu ve ona ulaşamadığı için acı çekerken, günümüz bireyi Mecnununu-Leylasını bulma arayışında, yolunda acı çekiyor. Yaşananı aşk acısı olarak değil de, aşkı arayışın acısı olarak da tanımlayabiliriz. Hem bu arayışın, hem de ilişkilerin yapısının kadınları ve erkekleri farklı etkilediğini, toplumsal yapı nedeniyle kadınlar aleyhine işlediğini, kadınların daha çok acı çektiğini de ekler. Cinsel piyasa olarak nitelendirdiği alanda orta-üst sınıf erkeklerin lehine işleyen sistemi sorgulamaya çağırır; etik bu alana yeniden dahil edilebilir mi diye sorar.

AŞKIN İMKANSIZLIĞI

Byung Chul Han ise aşkın var olabilmesi için Başkasının tanınmasını ve ortadan kalkmamasını şart koşar. Aşkın imkansızlığını giderek Başkasını tanımayı reddeden Narsist özneye bağlar. “..Narsist özne ise sınırlarını net bir biçimde belirleyemez… Dünya ona sadece kendi araştırmalarının gölgesinde görünür. Başkayı başkalığı içinde tanıma ve bu başkalığı teslim etme becerisi yoktur. Sadece kendini bir şekilde yeniden tanımlayabildiği yerlerde anlam vardır. Her yerde kendi gölgesinin peşinde bata çıka ilerler ve nihayetinde boğulur."(4) Böylelikle Mecnun’un “Bağışlama hiçbir zaman bana beni” duasının aşk için koşul olduğunu söyler. Kendisiyle fazla meşgul olan narsist özne başkasında eriyemez. Lanetlenmiştir, kendisi ve istekleri üzerine uzun uzun düşünüp analiz etme lanetine uğramıştır. Chul Han’a günümüzde narsist öznenin neden daha görünür, daha çok konuşulur olduğu sorulabilir. Han cevap vermez, onun yerine biz verelim: muhtemelen toplumsal yapı, yeni yaşam pratikleri görünmelerine olanak verdiği için.

Aşkı imkansızlaştıran diğer eğilim ise konforu, acı vermeyen hazzı, kendi “tamlığına” erişmeyi temel alan rahatlık felsefesinin yayılımı. Online uygulamalar, sanal dünya da sağladıkları konforla bu eğilimi güçlendiriyor. Oyalanmak, meşgul olmak için gerekli imkanları sunuyor bireye. Alex Huxley’in "Cesur Yeni Dünyası"nın ete kemiğe bürünmesi sanki. Bunun insanlık için ütopya mı yoksa distopya mı olduğundan emin değilim doğrusu. Hiçbir şey için ısrar etmeyen, birinden-diğerine geçen bu new-age eğilimlerin aşkın gelgitleriyle uğraşmaları zor. Bu eğilim rasyonalitenin gücünü de gösteriyor. Bana öyle geliyor ki dünyayı irrasyonel insanlar “kurtaracak”. Evet, dünya tehlike altında ve kurtarılmayı bekliyor.

SANAL VARLIĞA AŞK

Teknoloji, dijital uygulamalar romantik ilişkilerin sadece kurulma biçimi ya da bireylerin ilişkileri algılamaları üzerinde etkili değil. Bilfiil ilişkilerde taraf olmaları ve özneye dönüşmeleriyle yapısal değişim yaratıyorlar. Muhtemelen insanlığın, yarattığımız medeniyetin sonu 2 nedenden dolayı olacak: İlki nüfus yapısındaki radikal değişim, doğum oranlarındaki keskin düşüş; diğeri ise teknolojinin hayatın tümüne gömülmesi, belirleyen olması. Elbette öncesinde doğanın ölümü, uzaylıların istilası, paralel evren saldırıları gerçekleşmezse. Ve teknoloji derken sadece online dating uygulamalarını kastetmiyorum. Eskiden akrabaların ve arkadaşların yaptığı çöpçatanlık işinin, niyetler farklılaşsa da, teknoloji aracılığıyla daha büyük bir küme içinden yapılması bunun nedeni değil. Ya da online başlayan ve devam eden ilişkiler de. Bu sistemler romantik ilişkilerin yapısını değiştirse de, geleneksel insan-insana ilişkilerin yeni bir biçimi olarak da algılanabilir. Bundan daha tehlikelisi ya da 20. yy insanı olarak bana tehlikeli geleni, insan-insan ilişkilenmenin yerini, insan-robot-dijital uygulamaların alıyor olması, ve bunun çok hızlı gerçekleşmesi. Blade Runner 2049 ve Her filmlerini izleyenlere bu anlatıların kendisi çok da korkunç gelmeyebilir, çeşitlilik ya da bireyin kendi rüyasındaki kişiyi yaratması olarak düşünmek de mümkün denilebilir. Her filmi etkileşim içinde olduğu bireyi tanıyan, bilen, öğrenen, sezgisel bilme yetisine sahip yapay zeka ile kurulan ilişki çerçevesinde gelişir. İlişkinin-aşkın sadece kahramanımızla sınırlı olmaması, yapay zeka için milyonlarca insandan biri olmak kahramanımızın hayalini bozar. Geleneksel aşk “onun için herhangi biri değilim duygusunun” yaşanması ile mümkün, “herhangi biri” olma duygusu aşkı bitirir, aşk olmaktan çıkarır. Herdeki kahramanımızın çaresizliği budur. Duygu arayışında insanla yaşamak istediğini yapay zeka ile yaşayacağını, yaşayabileceğini düşünmesi-yaşamak için uğraş vermesi ve bunun yaratmış olduğu hüsran… “Milyonlarca insandan biri olsam ne çıkar” da diyebilirdi elbette. Bu arada kahramanımızın yaptığı işin en güzel mektuplar şirketinde yazıcılık olduğunu da unutmayalım. Artık tarihin bir parçasına dönüşen, imzası bir nevi kişiliği olan mektupların varlığı, her ne kadar iş haline gelse de, geride kalan her şey ile tezatlık oluşturur. Geçmişin arayışı gibi.

Teknolojinin insanın insan ile olan ilişkisini- etkileşimini bitirmesi tehlikesi hiç de küçümsenecek düzeyde değil. Japonya’da 18-34 yaş arasındaki gençlerin yüzde 40’ından fazlası herhangi bir insan ile sevişmemişler (erkeklerin yüzde 42’si, kadınların yüzde 44’ü), yüzde 64’nün herhangi bir ilişkisi yok. Oyunlar, mangalar, animeler, sanal dünya, robotlar ile iletişim içinde olmayı, cinselliği bu biçimde yaşamayı tercih ediyorlar. Neden? Yorgunlukla bunu açıklamak mümkün mü? Belki bir yönüyle evet. Ama başka nedenler de olsa gerek. Robotlar-online uygulamalar insanların istekleri çerçevesinde yönlendirebilecekleri birer araç. Böylelikle başkasına, kendinden farklı olana ihtiyaç duyulmuyor. Tanımak için zaman harcamak, başkasının ihtiyaçlarını gözetmek, ilgilenmek gerekmiyor. Sorumluluk, bağlılık gibi duygular gündeme gelmiyor. İnsanla ilişkilenirken de bu duyguların giderek geriye atıldığını bilmiyor değiliz; ama yine de içinde az biraz gerilim-stres barındırdığı da kesin. Robotlar, yapay zeka ise tamamen sana bağlı. Ardınızdan ağlamalarını duymadan rahatlıkla gitmeniz mümkün, döndüğünüzde sizi sevinçle bağırlarına basmaya devam edebilirler. İnsanın istediği bu mu? Kendi içine kapanmak mı? Japonya için kahramanlık, cesaret, gözü karalık üzerine kurulu bir tarihten; uyumlu, çalışma odaklı, bir adaya sıkışmışlığın yaratmış olduğu duygu deyip kendimizi avutabiliriz. Her ne kadar dünyanın her yerinde, 80’li yıllarla karşılaştırıldığında, insanlar insanla daha az  ilişki içine girse de durum Japonya’da olduğu kadar vahim değil neyse ki. Umalım ki bu eğilim orayla sınırlı kalsın. Elbette şu da söylenebilir; romantik ilişki-aşk-cinsel ilişki aynı şey değil. Bunları farklı değerlendirmek lazım. Ben iç içe geçtiklerini, hep öyle olduklarını ve kolayca birbirlerinden ayrılamayacaklarını, aralarında bir hiyerarşi kurmanın tehlikeli olduğunu, olan şeyi-ilişkileri anlamamızı kolaylaştırmayacağını düşünüyorum.

MÜMKÜN OLMASI İÇİN YOĞUN BİR İSTEK BESLİYOR OLABİLİRİZ

Baştaki sorumuza dönersek dijitalleşme çağında aşk mümkün mü? Muhtemelen aşkı nasıl tanımladığımıza ve bu tanımdan ne beklediğimize göre sorunun cevabı değişecektir. Marx insanı tarihselleştirir, böylelikle her dönemin kendine has bir insanı-yaşam pratikleri olduğuna vurgu yapar. 21. yy insanından 19. yy insanının pratiklerini beklemek boşuna bir çaba. Değişim kaçınılmaz ve yaşama dair her değişim duygulara da yansıyor. Kimi zaman acı verici olsa da kaçamayacağımız “gerçek”. Öte yandan nasıl tanımlarsak tanımlayalım üstüne bu kadar çok yazdığımıza, düşündüğümüze, konu ettiğimize, Jane Austen’ın 19. yy orta-üst sınıfın aşklarını konu alan kitaplarını onlarca defa yeniden ve yeniden sinemaya uyarladığımıza, her uyarlama kendisine seyirci bulduğuna göre mümkün olsa gerek, ya da mümkün olması için yoğun bir istek besliyoruz da diyebiliriz.


NOTLAR: 

(1) Johann Wolfgang Von Goethe, Genç Werther’in Acıları (2019), sy. 109, Can Yayınları

(2) I choose to love you in silence… For in silence I find no rejection: Lined Notebook. Fire Version Paperback, 2021

(3) Eva Illouz, Aşk Neden Acıtır? (2013), sy.15, Jaguar Yayınları

(4) Byung Chul Han, Eros’un Istırabı (2019), sy.10 Metis Yayınları