‘Dik Âlâ’ üzerine bir mütalaa
Elif Sofya’nın ‘Dik Âlâ’ şiir kitabı yeni basımıyla Everest Yayınları tarafından yayımlandı.
İstanbul doğumlu Elif Sofya, doksanlı yıllarda resimle uğraştıktan sonra 2005 yılında ilk şiir kitabı ‘Ters Düşünce’yi, ardından 2010 yılında ‘Düzensiz’i, 2014 yılında ise ‘Dik Âlâ’yı yayımladı. 2019 yılında yayımlanan ‘Hayhuy’ isimli şiir kitabıyla da 2022 yılında Attîlâ İlhan Şiir Ödülü’ne layık görüldü. Son kitabı ‘Pençe’yi 2021 yılında yayımlanan Sofya’nın eserleri çeşitli dillere çevrildi. Anita Sezgener’in desenlerinin eşlik ettiği ‘Dik Âlâ’nın yeni basımı ise Everest Yayınları’ndan.
Sofya’nın kitabını okumadan birkaç gün önce tesadüf eseri Borges’in ‘Şiir’ isimli konferans metnini okuma fırsatım oldu.(1) Bu metinde ilkin kutsal kitap tefsirlerinden hareket eden yazar her yeniden okumanın metni yenilediğini belirtir. Bu bağlamda her yeni okuma eylemi yenilenen bir hatırlama eylemidir de. Bu sayısız anlam içerisinde dilin gerçekliğe tekabül ettiği yanılsamasına karşı çıkar Borges. Ona göre dil, ifadeden ziyade estetik bir yaratmadır. Bu yaratmaya dayalı olan türlerden şiir de pek tabii olarak estetik bir inşa sürecidir. Bu süreç içerisinde şair, keşfeder. Keşfetme ve uydurma sözcüklerinin Latincede eşanlamlı olduğundan yola çıkan Borges, şiirin öncelikle şairin zihninde yer aldığını belirterek onu bir tür hatırlama ve hatırlatma eylemi olarak da ele alır. Şair hem kendine hem de okura hatırlatır. Nitekim, şiir okurun kitapla buluşmasıdır, kitabın keşfidir, diye not düşer.
ATEŞTEN GEÇİRİLMİŞ ÖLÜLERİN TADI
Sofya şiirlerine bu nazardan baktığımızda kana batırılmış kızların ahını, Ortadoğu’nun ortasını, Ali İsmail’i; onunla birlikte devletlerin karanlığını, trans kızların vanilyalarını koklattığı yeri, üzerinden atların atladığı bir tarih dilimini, uykunun gürültüsünü, iyi vatandaş kadrajında çoğul değer şeklinde tanımlanan halkı ve daha nicesini hatırlarız. Bu hatırlama eyleminin hedefinde düzen, sistem ve ataerkil yapı sezilir. Uygarlaşma, tarih, devlet zulmü bu çoklu yapı içerisinde bazen ironiyle bazen de öfkeyle sunulur. Üstelik bir muhatabı, bir müsebbibi de işaret eder şair, bilhassa da ikinci çoğul şahıs hitabında:
"İri, iyi sesleri unutup
O boşluğa sözcükler doldurdunuz
Bunun için ağzınızda
Ateşten geçirilmiş ölülerin tadı var"
SİZ KİMDİR?
Kimdir bu ‘siz’? Şüphesiz, her okur için benzer fakat farklı bir ‘siz’ imgesi uyanır. Yine de şiirlerin tamamına baktığımızda Sofya’nın ‘siz’ini ister faşizm ister milliyetçi söylem ister neo-liberalizm ister ataerkil düzen ister tüm bunların cem ettiği karmaşık bir makine olarak görelim, netice itibarıyla karşımızda insanların, halkların hayatına musallat olan bir mütecaviz sezilir. Bu mütecavizi karmaşık bir makine olarak görmek tercihim çünkü Deleuze ve Guattari’nin Kafka özelindeki minör edebiyat bahislerinde ileri sürdüklerine temas etmek niyetindeyim. İki düşünür, Kafka eserlerini temel anlamda şu iki husus üzerinden irdeler:
“Eğik baş/Portre fotoğraf= ket vurulmuş arzu, itaat etmiş ya da itaat ettirici, etkisizleştirilmiş, en düşük düzeyde bağlantılı, çocukluk anısı, yerliyurtluluk ya da yeniden-yerliyurtlulaştırma.
Dik baş/müzikal ses= doğrulan ya da kaçan ve yeni bağlantılara açılan arzu, çocukluk bloku ya da hayvansal blok, yersizyurtsuzlaştırma.” (s.12) (2)
İlkinden hareket edersek, Sofya şiirinde itaat etmiş ve itaat ettirileni görmenin mümkün olduğunu savunuyorum. İtaate zorlanarak etkisiz kılınmaya çalışanların da bir yanda sindirilmeye çalışan farklı etnik kökenlerdeki halklar bir yanda kadınlar olduğu kanaatindeyim ki şiirlerde çokça tekrar eden tarih meselesinin de bu noktada düğümlendiği sezilmekte. İtaate zorlananların şairin ifadesiyle körlüklerinden azade olduklarını ve başkaldırdıklarını da belirtmeli. Ancak ikinci husus daha ilginç çünkü “dik baş” kitabın ismine, “hayvansal blok” ise hayvanlar (kuş, at, sansar, balina vs.) başta olmak üzere tabiat unsurlarıyla dolu şiirlere bazı yorumlar sunabilir. Kafka metinlerinde hayvanın insan, insanın da hayvan olması sonucu değiştirmez çünkü iki farklı oluş da makinenin belirteçlerinden kaçamayarak kendilerini kılamaz. Başka bir deyişle çıkış yolunu tıkar Kafka. Çünkü sistem içerisinde herkes arzuya hizmet eder. Devlet arzudur, iktidar değil; adalet arzudur, yasa değil. Arzu devletin, yasanın yerini almış, bireyler bunu içselleştirmiş ve derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibi akvaryuma kıstırılmışlardır.
Böylece her temsil, bir söküme dönüşür. Sofya şiirlerinde ise arzunun yerini bilinç[lenme] almıştır. Bu şiirin öznesi akvaryumunu kırmak isteyerek derin sularda özgür olmak isteyen bir balığa benzer. Bu sebeple, okur fark edecektir ki Sofya’nın şiirleri ‘dik’ bir tondadır, yüksek sesle okundukları zaman okura daha çok çağrışım ve duygulanım sunan metinlerdir. Hayvansal blok terimini eşdeğeri çocukluk bloku şeklinde okumak da farklı kapılar açacaktır. Bu kapıları aralamak yazının boyutunu aşacağından metne atıfta bulunmayı tercih ediyorum:
"Devlet deneylerinde
çocukluğumuzdan kesildik"
Şairin üslubuna değinmek gerekirse; asonans ve aliterasyonlara (İçindeki çizik sanki Çin’den), benzer tınılı ifadelere (sincabın icabına), yapı-bozumlarına (histerilenmediniz), kişileştirmelere yer verdiğini de belirtmeli. Son olarak, yazımı şairin çokça kullandığı kuş imgesine dair bir mısrayla bitirmeye meyyâl olsam da bütünlük açısından ‘Albino Rüya’ şiirinin iki mısrasını not ediyorum:
"Bir devlet maketini parçalayınca
iskeleti kuruluyor bu şiirin"
[1] “Yedi Gece”, Jorge Luis Borges, Çev. Süleyman Doğru, Can Yayınları, 2022.
[2] “Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin”, Gilles Deleuze & Félix Guattari, Çev. Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, 2020.