Direnirken
Boğaziçi Direnişi’nin öznelerinden bir arkadaşımız, okuduğu basın açıklamasında, "muktedirlerin hayalini bile kuramayacakları onurlu ve haklı bir yerden sesleniyoruz" diyordu, sonra diğer arkadaşlar eşlik ediyordu ona arkadan “sonrası bizde”… Evet, “otoritelerin hayalini bile kuramayacağı” bir arzuyu çağırır direnmek, özgürlüğe gönüllü kılar bizi, onurlu bir yerdedir direnen, uzlaşmamıştır dayatılanla, varlığını esir etmemiştir, haysiyetine yönelen tahakkümü reddetmiştir…
Direnmek, bedenlerimizin gösterebileceği en kuvvetli yapma biçimi diyebiliriz. Baskıya, haksızlığa karşı koymak, onun içinde dönüşmek, kendini keşfetmek, itaat etmemenin anlamını öğrenmek, haysiyetine sahip çıkmak gibi pek çok şeyi içeriyor. Bana kalırsa, egemenlere, otoritelere, devlete direnmek insan türünün tarih içinde belki de en çok olumlanması gereken özelliği.
Son günlerde Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atanmasıyla başlayan ve daha kapsamlı bir karşı çıkışa doğru evrilen direniş, bir süredir unuttuğumuz o arzudan gelen kudreti hatırlatması bakımından önemli. Kendimizi, ne olduğumuzu unutturma hedefli politikalarla çevrildik. Varlığımızın tek anlamı, otoritelerin yalan söylediğini, yanlış yaptığını söyleyip durmak, kanıtlamak haline getirildi; kendi sözümüz unutturulmaya çalışıldı, bedenimizin değiştirme kudreti aşındırıldı. Bu anlamda Boğaziçi Direnişi, hem kapsadığı bedenler açısından hem de bize ne olduğumuzu tekrar göstermesi bakımından işlevsel oldu. İnsanın kendisine yönelen ayrımcı, ırkçı, varlığını yok etme hedefi taşıyan seslere karşı, bir karşı sesi yükseltmesi gerektiğini anımsattı. Ayrıca bu direniş, bize yol, yöntem de gösteriyor, özellikle LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminin ayyuka çıkarıldığı bir yerde bu direnişin en anlamlı yanlarından biri bu varlık mücadelesine daha geniş kapsamlı el verilmesi. Çünkü sorun Boğaziçi ekseninde, bu coğrafyada artık farklı her sesin yok edilmesi üzerine kurulmaya çalışılan bir düzenin iyice açığa çıkması. Devlet aygıtının her krizde sığındığı, militarizm söyleminin beslediği ırkçı tavır, döneme göre bu ülkede yaşayan farklı bedenleri, Kürtleri, Ermenileri hedef hâline getirirken, bugünlerde de LGBTİ+’ların varlığını düşmanlık siyasetine alet ederek, nefretin yönünü onların bedenine kaydırmış durumda. Varlığını düşmanlığa adamış gruplar, direnenlere ölüm tehditleri savururken, devlet tüm medya araçlarını yaşananları manipüle etmeye sefer ediyor, böyle bir durumda olması gerekenin ortaklıkların kesişiminde birlikte direnmek olduğunu bir kere daha fark ediyoruz.
Bu bağlamda devamlı karşımıza çıkarılan "asıl gündem bu" meselesini de tartışabiliriz, sınıfsal eşitsizliklerin de zirveye ulaştığı bir zamanda yaşıyoruz çünkü her şey çok pahalı, çoğumuz faturalarımızı ödeyemeyecek, temel gıda masraflarını bile karşılayamayacak noktaya ulaştık neredeyse “halkın gündemi bu” diye başlayan karşı çıkışları da dışlayamayız bu nedenle. Ancak mesele direnmek olduğunda tek sebepli bir şeyden bahsetmiyoruz ve tüm sorunlarımızı kesiştiren yeri bulduğumuzda aslında birbirini dışlamayan tam tersine kapsayan bir ortaklık hayalinden bahsedebiliyoruz. Bugün gerek bedenimize, “oluşumuza” yönelik saldırılar, gerekse yaşadığımız derin ekonomik krizin çıkış noktası bu kadar ortadayken “asıl gündem” tartışmaları anlamsızlaşıyor hatta otoritelerin her saldırısını, gerçek gündemi saptırmak olarak algıladığımızda, onların tahakkümünü de kabul etmiş oluyoruz, onların belirlediğine itaat ediyormuşuz anlamı çıkıyor buradan. Oysa gündem her gün değişse de, otoritenin sesi bir grubu hedef aldığında, iş bilmez politikacılardan kaynaklı ekonomik sorunlar görünmez kılınmaya çalışıldığında, işçilerin haklı mücadelesi polis gücüyle bastırılma çabasına girildiğinde, bir dereye HES yapıldığında veya bir yaşam alanı taş ocağı ile ranta teslim edildiğinde, otoritenin sesinin muhatabı ortak ve o otoriter ses, kendisi bunu itiraf ediyor.
Bu zamanda özellikle coğrafyamız özelinde düşünürsek, yeryüzünün bedeninden tek tek muhaliflerin bedenine yönelen politikalar, kapsamı olabildiğince geniş bir direnme arzusunda buluşmaya çağırıyor bizi. Bu nedenle önemli olan fikrimce, gündemlerin önceliği tartışmasını bir kenara bırakıp, bu yukarıdan belirlenen, iç içe geçmiş gündemlerin hedefinde olanların, dayatılan gündeme karşı kendi gündemini yaratma çabasına girişmesi. Bu da direnmekle mümkün. Çünkü gündem olarak kurduğumuz şey de tek ve sabit değil, kendi içinde pek çok etkeni aynı anda içeriyor. Örneğin, “Boğaziçi direnişi LGBTİ+larla ilgili değil, konu saptırılıyor” dediğimizde, bir tuzağın içine çekiliyor, en üstten yükselen nefret söyleminin hedefindeki bedenleri konuşulması gerekenin dışına atmış oluyoruz. Oysa mesele Boğaziçi’nde direnenlerin taleplerinin kesiştiği yer, biri kesişimin dışına itilmeye çalışıldığında da onu daha çok sahiplenmek gerekiyor bu nedenle, çünkü kesişim içinde yer alanlara yönelik egemenin söylemi devamlı yön değiştiriyor. Örneğin, “Millet hassasiyeti” denilen devlet için her daim işlevsel olan alet çantası devreye sokuldu geçtiğimiz günlerde, direnişin seyri içinde yaşadık bunu, böyle bir durumda nefretin öznesini daha fazla sahiplenmek gerekiyor fikrimce. Şunu hatırda tutmalı, böyle bir tavır birini diğerine öncelemekle ilgili değil, ortaklığın karşılaştırdığı farklı bedenlerin çokluğuyla, bir bakıma o bedenle de ortaklaşmak, o an o olmak, onun varlığında duyduğu endişeyi sahiplenip başka başka bedenlere endişeyi pay ederek, iktidarın tek gücüne karşı farklı farklı bedenlerin gücünü birleştirmek bahsetmeye çalıştığım. Yine, devletin kolluk güçleri ve ona eklemlenen trollerin, yaşadıklarını manipüle ederek hedef haline getirdikleri, Şeyma Altundal’ın durumu için de aynı şeyi düşünebiliriz. Şeyma’ya yaşatılanı hafifletmek, ona yalnız olmadığını hissettirmek, dayanışmak ona yönelmiş tekliğin gücüne karşı tek tek bedenlerimizle onun yaşadığını paylaşmak bir karşı güç yaratmak anlamını taşıyor. Yukarının gücüne karşı yatay bir güç bu. Böyle bir durumda, onun bedenini sahiplenip kendi bedenimizle ortaklaştırmak gücümüzü arttırmak demek, bu belki şöyle açıklanabilir: Kapsaya kapsaya, düşünceyi, duyguyu, bedeni, direnişten gelen o arzuyu çoğaltmak. Balibar’dan ödünç alarak söylersek, “demokrasinin yeniden icadı” da buradan geçmiyor mu? Demokrasi içi boşaltılmış, egemenlerin kendi siyasetini işlevsel kılmak için kalıba soktuğu bir kavram ama sabit değil, yaşadığımız şartlarda onu bir egemen söylem olmaktan çıkarmak istiyorsak, kapsamı olabildiğince geniş politikalar üretmek zorundayız bana kalırsa. Bunun yolu da olabildiğince dayanışmayla, insan-insan dışı kimseyi dışarıda bırakmamakla mümkün görünüyor.
Boğaziçi Direnişi’nin öznelerinden bir arkadaşımız, okuduğu basın açıklamasında, "muktedirlerin hayalini bile kuramayacakları onurlu ve haklı bir yerden sesleniyoruz" diyordu, sonra diğer arkadaşlar eşlik ediyordu ona arkadan “sonrası bizde”… Evet, “otoritelerin hayalini bile kuramayacağı” bir arzuyu çağırır direnmek, özgürlüğe gönüllü kılar bizi, onurlu bir yerdedir direnen, uzlaşmamıştır dayatılanla, varlığını esir etmemiştir, haysiyetine yönelen tahakkümü reddetmiştir… Bugün hâlâ içindeyiz, sonrasında ne olur bilmiyoruz ama Boğaziçi Direnişi dümdüz ilerliyormuş, hep aynı gidecekmiş, ömür boyu nefessiz hissedecekmişiz gibi görünen bir zamanda, an yaratmıştır, direnişin özneleri rüyalarımızı çalanların dehşetine karşı dimdik durmuştur, aşağıya eğilmemiş, aşağıdan kat ede ede bakışımızı göğe taşımıştır. “Sonrası bizde” cümlesi de önemli bu bakımdan çünkü ne olacağına, nasıl seyredeceğine ancak itirazı olanlar karar verebilir ve bedenlerimiz bu sonrayı yaratmaya muktedirdir. Rancière şöyle diyordu: “Gelecek için çalışılmaz, şimdi içinde kazıp bir mesafe yaratmak, bir saban izi bırakmak için, başka bir varolma tarzının deneyimini yoğunlaştırmak için çalışılır”. Bu direniş, “şimdi içinde kazıp mesafe yaratmanın” bir yolunu sunuyor bize, şimdiyi yaşanır kılmazsak geleceğe yöneltirsek direnme arzusunu “başka bir varolma tarzının” imkânı üzerine düşünmek için geç kalabiliriz. Bir iz bırakma şansı bu, boğulup kaldığımız cehennemi geçersiz kılma, sonrasını tahayyül edebilme şansı kısacası gerçekten: “Sonrası bizde”.
Emek Erez Kimdir?
Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.
Platonov yazıları: Umutlu zamanlar, edebiyat, emek ve trajedi 24 Mayıs 2024
Güç bir kişide toplanırsa 17 Mayıs 2024
‘Umutsuz Karakterler’: Sınıfsal hezeyanlar, ayrıcalık kaybı endişesi 03 Mayıs 2024
Hayvanlarla ilişkiyi yeniden düşünmek için mitoslar 26 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI