YAZARLAR

Dirhem ile verem, işgalci ile mülteci

Bir asır önce sebep ve dinamikler farklıydı ama birçoğu aristokrat, kimileri silahlı asker, binlerce Rus İstanbul’a akmıştı. Rus akını, zaten tifo, tifüs, verem ve koleranın kol gezdiği, İspanyol Gribi’nin dolandığı İstanbul’da sağlık paniği yarattı. İşgal gemilerinin bazıları karantina merkezlerine dönüştü, “yabancı” hastaneler ve devlet hastaneleri dolup taştı.

Manda yoğurtlu, hurmalı tarifi hatırlıyorsunuz, değil mi?
Kötü bir tarif değil aslında.
Kişisel olarak söyleyeyim; böyle şeylere takılmam. Tamam, durmadan yemek fotoğrafı paylaşmak, öyle böyle tarifler vermek, hele en üst seviyedense tarifçi, epey insanı rencide edebilir ama bu tarif zaten orada o bakımdan takılacağımız son şey.

Fakat madem konumuz “sağlıklı beslenmek” ben de bir menü vermek istiyorum.

187 dirhem (598 gram) kemiksiz, yağsız et
100 dirhem ekmek
2 yumurta
30 dirhem patates
150 dirhem süt ve peynir
25 dirhem tereyağı veya benzeri
90 dirhem pirinç (ya da mercimek, nohut, fasulye)
Meyve
Ve 200 dirhem bira!
Bitmedi:
10 dirhem de konyak!

Bu günlük menü, bundan 128 sene önce Osmanlıca yazılmış ama basılmamış bir kitaptan. Verem hakkındaki ilk Türkçe “kitap.” İsmail Şükrü Bey’in Tıbbiye mezuniyet tezi:
“Akciğer Tüberkülozu”

İsmail Şükrü, bence Türkiye tıp tarihinin en önemli ve en verimli isimlerinden olan, bir de “Veremde Üzümle Tedavi” üstüne araştırma sahibi Besim Ömer Paşa’nın (Akalın) kliniğinde staj yaparak tezini tamamlamış. Görmüş ki, hasta yatan her 100 kadından 45’i veremli.

Tezini hocası Zoeros Paşa’ya ithaf etmiş İsmail Şükrü.
2. Abdülhamid’in en güvendiği hekimlerden Zoeros Paşa. Kuduzla mücadeleyi öğrenmeleri için Paris’te Louis Pasteur’e gönderdiği heyetin başkanı ve yine Abdülhamid’in 1890’da bu kez veremle mücadele için Berlin’de Robert Koch’a gönderdiği heyet geri döndüğünde onlarla istişare eden tıp insanı.

İsmail Şükrü bu menüyü, genellikle yoksulluk, kötü ve yetersiz beslenme sonucu verem olan bir insanın iyileşebilmesi için günlük olarak belirlemiş.
Belki size bize “amma çok” dedirtebilir bu dirhemler; ama “dirhem dirhem” beslenebilen milyonlarca insanla paylaştığımız, lakin her şeyini paylaşmadığımız bu ülkede, “yeterli ve yetersiz beslenme” üzerine 128 sene önceden bir fikir verebilir.

Vermeli çünkü Covid ile mücadelede en ön safta, yoğun bakımlarda olan göğüs hastalıkları uzmanlarının örgütü Türk Toraks Derneği’nden öğreniyoruz ki, “Verem yok olmuş değil.” Dünyada hala 13’üncü ölüm sebebi. Türkiye’de ise şu anda bile Covid’den sonraki en bulaşıcı hastalık durumunda.

Son üç yılda nice verem hastası muhtemelen hastanelere bile yaklaşmadı Covid yüzünden. Birçoğu belki teşhis bile edilemedi. Ya da Covid içinde kaynadı gitti; belki de nice Corona kurbanının ciğerlerinde verem de sinsice bekliyordu.
Derneğin mücadelesi sayesinde çıkartılan “Gözetimde tedavi” yani hastanın evine kadar gidip ilacını verme ve takip belki de korkulanı engelleyen en önemli faktör.

Peki, hafta sonu için size başka bir hikâye daha anlatayım:
The Economist Dergisi 26 Mart’ta “3. Roma’dan İkincisine… İstanbul, Putin’den Kaçan Binlerce Rus İçin Sığınak Oldu” başlıklı bir röportaj yayınladı.
Bir asır önceki gibi.

Bir asır önce sebep ve dinamikler farklıydı ama birçoğu aristokrat, kimileri silahlı asker, binlerce Rus İstanbul’a akmıştı. Hem de dünya savaşının mağlubu Osmanlı’nın işgal altındaki başkentine. Sovyet Devrimi’nin ve İç Savaş’ı kazanmakta olan Kızılordu’nun özellikle Kırım’a sürüp yok etmek üzere olduğu Beyaz Ruslar.

İstanbul’a yerleşmiş olan işgal kuvvetleri 1915’de Çanakkale’yi geçemedikleri için müttefikleri Çar’ın yardımına koşamamış, devrime karşı ancak Kuzey Avrupa üstünden bir şeyler yapmaya çalışmış, onlar da kendi ordularındaki isyanların da etkisiyle ve salgının kırımı sonucu hüsranla bitmişti.
Örneğin, Kanada’ya virüsü taşıyanlar, Kızılordu’ya karşı gönderilmiş ve trenlerle gerisin geri dönen askerlerdi.

Rus akını, zaten tifo, tifüs, verem ve koleranın kol gezdiği, İspanyol Gribi’nin dolandığı İstanbul’da sağlık paniği yarattı. İşgal gemilerinin bazıları karantina merkezlerine dönüştü, “yabancı” hastaneler ve devlet hastaneleri dolup taştı.

Bugünün “Corona ve savaş” dünyasında 3-4 milyon Ukraynalı mülteciden söz ediliyor.
O gün 3 milyon kadar Rus mülteci vardı ve önemli bir kısmı Osmanlı topraklarına gelmiş, kimi Balkanlar ve Avrupa’ya geçmiş, kimi İstanbul’da prens iken şoför olmuş, prenses iken revülere çıkmış, kimi hastalık ve sefaletten kırılmış, kimi neşesini, mutfağını Pera’ya yığmış, kimi de silahlarıyla birlikte Gelibolu’ya, Çatalca’ya yerleşmişti.

(Putin’in bugün Ukrayna’yı bölüp Dombas’ta kurdurduğu devlet gibi) General Wrangel’in Sovyetler’e karşı Sivastopol’de kurmaya çalıştığı Güney Rusya Devleti neredeyse tamamen İstanbul’a geldi önce.
Birkaç yıl önce Galiçya cephesinde Avusturya ve müttefiki Osmanlı ordularına karşı savaşmış General ve askerleriyle siviller, işgal altındaki Osmanlı’ya sığınmıştı.

Bu operasyonu bir Fransız Amiral yönetti.
Amiral Charles Henry Dumesnil, 1915’de Çanakkale’yi geçemeyen filodandı; 1918 kasımında, Mondros Mütarekesi ile Çanakkale’yi rahatça geçip Boğazlar’ı ve İstanbul’u işgal eden filodan aynı zamanda. İşgal kuvvetleri komutanlarından biri olarak İstanbul’a yerleşti.

Amiral’in karısı Vera bir Rus aristokrattı. Daha sonra İstanbul anılarını kitap yapacak kadar, işgalin iki yanını da faal olarak yaşadı. Fransızca başlığı “Çok Sevgili İstanbul” olan kitap Türkiye’de “İşgal İstanbul’u” olarak yayınlanacaktı.

Beyaz Rus gemilerinin kime ait olacağına dair uzun pazarlıklardan sonra, Dumesnil, amiral gemisi Waldeck-Rouseau öncülüğünde bir filoyla Karadeniz’e açıldı, 126 gemi eşliğinde 145 bin 693 asker, sivil, kadın, çocuk Rus ve Kazak’ı Kırım’dan İstanbul’a taşıdı.
Vera Dumesnil’in gayretiyle 300 Rus kadın İstanbul’daki Fransız Hastanesi Jeanne d’Arc’ın hemşiresi olup başta veremliler, hastalık pençesindeki Ruslara baktılar.

Amiral Dumesnil, 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşması ardından Millî Mücadele ve Mustafa Kemal’in “dostu” olacak, İzmir’in kurtuluşunda, filosuyla Fransızları ve yabancıları tahliye edecek, “İzmir Yangınını Türklerin çıkarmadığının” ünlü bir tanığı haline gelecekti.
Dumesniller, daha sonra Paris’teki evlerinde sık sık “Son Halife” Abdülmecid’i de ağırlayacaktı.

Bir asır sonraya geldik, “İstanbul’a sığınan muhalif Ruslar” yine haber oldu…
Yine bir “Rus savaşı” yüzünden 4 milyon kadar Ukraynalı mülteci Avrupa’ya dağılırken.

Yazıda nereden çıktık nereye geldik ama dünyada milyonlarca insanın nerelerden çıkıp nerelere gittiklerini düşünürseniz, kısacık bir yolculuk bizimkisi.

Not: İsmail Şükrü ve tarifi, Nuran Yıldırım ve Mahmut Gürgan’ın “Türkiye Göğüs Hastalıkları Tarihi” kitabından. Bir asır önceki “hikâye” benim “Senin Adın Corona Olsun” kitabımdan.


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.