Dış politikada tuzaklar ve yapısal çelişkiler
Basitçe ilk ne yapmalı? En önce İsrail ama onunla birlikte Mısır, SA, BAE ile diplomatik iletişim canlandırılıp, yeniden kurumsallaşmalı. Azerbaycan’a verilen etkili destek sonrasında, Ermenistan’ı diplomasiye çekecek açılım planlanıp, uygulanmalı.
Bazen ilkel ya da yabanıl demeli belki güdülerimiz yaklaşan tehlikeyi sezinletir bize. Belirtilerden de olabilir bu. Aynı yüzü aynı gün içinde ikinci kez gördüğünüzü sonradan anımsamak gibi. Olağandışı sessizlikten de. En dingin an, saldırıdan hemen önceki andır genellikle çünkü. Paranoya da olabilir ama bazı mesleklerin, istihbarata karşı koymak gibi, temel hasleti de kuşkuculuktur. Kaçınılması gereken ise, çok kullanılan “far görmüş tavşan” benzetmesi gibi, olay ufkuna girildiğinde felç olmamaktır. Buna karşılık “az yapmak da çok yapmaktır” bazı durumlarda. İsveç’te, kullandığınız araç buzda kaymaya başlarsa “vitesi boşa at ve sür” diye öğretilir: Yani soğukkanlı ol, iki elinle birden direksiyona yapış ve gözlerini yoldan ayırma.
Bağlamın krokisini çizmeye çalışalım önce. ABD Başkanı Biden ve Dışişleri Bakanı Blinken yeni ABD yönetiminin dış politika stratejisini (ilk taslağını) açıkladılar. O arada dünya işleri de boş durmadı: Rusya Fırat Kalkanı bölgesinde Cerablus ve Azez’i, ABD Suriye-Irak arasında Abu Kamal kapısındaki İran destekli Irak milislerini, İran aynı milisler eliyle ABD’nin Irak’taki Al Asad üssünü vurdu. Yunanistan, GKRY, Mısır ve İsrail Doğu Akdeniz enerji kaynakları konularında işbirliğini somutlaştırdı. BAE, Yemen Savaşı’ndan çekilirken Eritre’deki Assab üssünü boşalttı. SA, Katar ile arayı düzeltti. ABD, Kaşıkçı Cinayeti raporunu açıkladı ama MbS’ye yaptırımdan geri durdu.
Çin, bu günlerde çifte yasama toplantılarını yapıp, 2021-2026 Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı açıklayacak*. ABD’nin öncelikli derdi Çin’le. Muhtemelen gelecek onyıllara yayılacak “hür dünya v. demir perde” benzeri bir “modeller”, “ütopya-distopya” mücadelesi yaşayacağımız anlaşıldı. O doğrultuda ABD demokrasi, hak ve özgürlükler vurgusu yapmayı sürdürecek. Rusya, SSCB olmasa da, bu haliyle dahi ABD’nin eninde sonunda Çin’den ayırmak isteyeceği bir güç. Türkiye de, Rusya ve Britanya ile birlikte AB yörüngesinde ama o Brüksel güneş sisteminin parçası olmayan üç ülke arasında da sınıflandırılabilir.
Yakın tarihten kuş uçuşu gelelim. Milliyetçiliğin ve İslâm'ın da (Rusya’ya ve başta Hindistan, Britanya sömürgelerine karşı) araçsallaştırılmasında önce Almanya var. Dönüşmüş ittihatçı kadroların kurduğu cumhuriyet. Avrupa’da güçlenen faşizmler: Franco, Mussolini ve Hitler. İnönü’nün II. Dünya Savaşı’ndaki akılcı “denge oyunu.” Soğuk Savaş’ta milliyetçilik sponsorluğunun ABD’ye geçişi. Arap ülkelerinde yükselen milliyetçilikler: Nasır, Saddam, Hafız Esat. Filistin ve benzeri “ulusal kurtuluş” mücadeleleri, muhaberatlar, darbe içinden çıkan darbeler. Bunlarla Türkiye’nin etkileşimi. Milliyetçiliğin İslamcılaştırılması, “yeşil kuşak” sonra “ılımlı İslâm.” Soğuk Savaş bitip, Doğu Avrupa aradan çıktığında, Batı’ya uzak düşen Türkiye. Nihayet 15 Temmuz’da kendini kusan karadüzen.
Aynı zamanda Türkiye NATO üyesi, Avrupa Konseyi ve AGİT kurucusu, AB adayı. Çok katmanlı, çok kimlikli, uzun ve derin tarihli Türkiye’ye son yüzyılda giydirilen deli gömlekleri, dökülen kil kalıplar, içine itildiği cendereler. Hiç yoktan 1856 Paris Anlaşması’ndan bu yana yüzü Batı’ya dönük, Avrupa yapısının parçası Türkiye. Ermeni Soykırımı, 6-7 Eylül pogromu, “fortuna”, Varlık Vergisi vb. “dolaptaki iskeletlerle” de ama Balkan Savaşı yıkımıyla da yüzleşememiş, Kürt Sorunu’nu da çözememiş, Alevi nüfusunu rahatlatamamış Türkiye. Batı’yla bilfiil cephede savaşan son kuşağın kurduğu ama Batı düşmanlığı gütmemiş, aynı modernleşme, Batılılaşma ülküsünü, yönelimi sürdüren laik cumhuriyet.
Kendi küçük dünyamızda ise başka anlatı pazarlıyoruz. PKK bir yandan “darbe üzerine darbe” yiyor, deyim yerindeyse kaçacak delik arıyor, dağda birkaç yüz kişi kalmış. Türkiye olmadığı denli güçlü, dediğim dedik, yalnız süvari. Öte yandan aynı PKK, Suriye kolu YPG/YPJ üzerinden NATO müttefikimiz ve başat küresel güç ABD’den doğrudan destek alıyor. Eşanlı olarak aynı PKK, Şengal’de de ABD’nin Ortadoğu’daki baş hedefi İran’la çalışıyor. Kobani “fırsatını” ıskaladık mı, PKK gerçekten devleti yıkacak ciddiyette bir tehdit mi sorgulanmıyor. Üstelik iktidar değişikliğinde alternatif bir politikalar seti gündeme gelecek mi, belirsiz. “Gelmeyeceği belli” dememek için böyle kıvırma payı bıraktım.
Basitçe ilk ne yapmalı? En önce İsrail ama onunla birlikte Mısır, SA, BAE ile diplomatik iletişim canlandırılıp, yeniden kurumsallaşmalı. Azerbaycan’a verilen etkili destek sonrasında, Ermenistan’ı diplomasiye çekecek açılım planlanıp, uygulanmalı. Şii milisler arasında yeniden iç savaşa sürüklenip, kendi içine çökebilecek Irak’a destek olmak, olmazsa yangından etkilenmemek üzere ihtimaliyat planlaması yapılmalı. İran’la kafa kafaya itilmekten kaçınılmalı, AB ile birlikte nükleer uzlaşıda sorun çözücü rol üstlenilmeli. S-400’den kurtulunmalı, F-35 programına geri dönülmeli. Havanın her an dönebileceği bilinciyle, yağabilecek doluya NATO sundurması altında yakalanmalı, AB’ye tam üyelik hedefi masanın tam ortasına geri konulmalı. Aranan “stratejik özerklik” ise eğer gerçekten, ona ancak uluslararası ortaklıklarla ulaşılabileceği bilinmeli.
Teknoloji deyince, 2.5 milyar dolarlık TCG Anadolu gibi bir platforma Bayraktar SİHA’larını indirmek gibi bir absürtlüğü marifet saymak değil de uzun soluklu biçimde yapay zekâ, yeşil dönüşüm düşünmeli; fizik, matematik, kimya, biyoloji gibi temel bilimlere yatırım yapmalı. Boeing Avustralya ile insansız savaş uçağı yaparken, 5G konuşulurken, cep telefonundan akıllı telefona geçiş gibi bir durumda ayazda kalınmamalı. Milli Muharip Uçak üretimi gibi konseptlerin ihracat olanağı yoksa “maliyet-etkin” olamayacağı bilinmeli. Petrolün ömrü bitiyor, doğal gaz görülebilir gelecekte bizimle kalıyorsa Karadeniz kadar, hatta ondan önce, IKB kaynakları değerlendirilmeli. Terörle mücadeleye yurtta ve dünyada karşı çıkan yok, ama Kürt Sorunu’na siyasal çözüm artık ötelenmemeli.
Muhalefetin kilit taşı “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olan bir anlatısı var. ABD ve AB’den bakışla da, rasyonel karar alma yetisini yitirmiş, refleksif davranan bir aktöre indirgenmiş görünüyoruz. Kimlik olarak da jeopolitik değeri yüksek, selefi cihadizmle mücadelede parçabaşı ortak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan yasadışı göçe dalgakıran görevi verilmiş, hani deyim yerindeyse “içince sapıtan dost” gibi sürekli idare edilmesi gereken bir yarı-ortak profili. “İslâm ve demokrasi” bahsinde dahi fikrine danışılmayan yahut o tartışmaya yapıcı katkı sunamayan. Türkiye’yi bölgesel caydırıcılığı çok yüksek, tarihiyle yüzleşmiş, kendiyle barışık, müreffeh, eşitlikçi ve çevre dostu bir özgürlük, huzur ve istikrar adası olarak tasavvur ediyor mu “demokratik” muhalefet? Muhalefetin gelecek tasavvuru ve onun yansımalarından olan dış politikası nedir?
Tarih ve coğrafya sabit. Var olan ve yaklaşan sınamalar ortada. Vizyon ve kimlik sorularına yanıtlar ise belirsiz. Nerede olacağız, nasıl duracağız, ulusal güvenliğimizi korumak için hangi erimde, hangi adımları atacağız, nereye varmak istiyoruz? Kimi askeri hedeflere ulaşılabilir belki. Ya siyasal nihai durum nedir? Kol bükme, dayatma gücü tamam. Ya diplomasinin ikna etme, birlik olma, sorun çözme gücü? İktidar olmak, yönetmek ve dönüştürmek iddiası varsa muhalefetin bu sorulara yanıtlarını bir “beyaz kağıt” hazırlayarak kamuyla paylaşmalı. Gündelik işleri perakende “tedvir” etmekle yetinmeyecekse. İktidara geldiğinde askeriyeye, hariciyeye, istihbarata henüz ilk haftalarda hangi siyasi talimatları verecek, hangi atamaları yapacak muhalefet?
“Terörle mücadeleye devam”, “dış güçler”, “emperyalizm”, “Londra’daki tefeciler”, “siyonizm” demekle, kolaya kaçmakla, yapılageleni ve ezberleri sürdürmekle olacak gibi değil bence bu işler. Gerçek “beka sorunu” esasen burada. Maalesef alacağım yanıtı, aslında yanıt da almayacağımı, kestirebiliyorum: “Sen merak etme biz oldururuz” veya “bugünün işi değil bunlar, az dur hele sonra bakarız”. “Bu defa ıskalamasak keşke” diyorum işte ben de aklım erdiğince, bir yerden ve bir an önce başlasak artık. Tam bitirdim şöyle konuştu Cumhurbaşkanı Erdoğan: “En küçük bir sendelemede, en ufak bir zafiyette bize üzerinde yaşadığımız şu vatan topraklarını bile çok göreceklerini biliyoruz." Dış politikada bu yaklaşımı paylaşıyor mu muhalefet, onu yanıtlasa yeterli.
*Meraklısına not: Doç. Dr. Ceren Ergenç ile Çin konuşacağımız “Dünya ve Biz” her hafta olduğu gibi Çarşamba günü 21:00’de ArtıTV’de.
**Büyükelçi Selim Kuneralp’in yazısını da bu bağlamda paylaşmak isterim.
***Dileyenlere benzer temalarda Şafak Göktürk’ün, Murat Sevinç’in, İslâm Özkan’ın yazılarını ve yine İslâm Özkan’ın Dr. Canan Özcan Eliaçık’la söyleşisini de eklemiş olayım. Geniş perspektiften dış politika düşünmek için.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI