Dışarıyı görmeyen pencere

İlgili STK’ların ve bir çok farklı meslek disiplinin bir araya gelerek mimari bir ürün olarak hapishanelerde insan onurunu ve sağlığını koruyacak tasarımlar ortaya çıkarması mümkündür. Elzemdir.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Öldürmemek ama yaşamasını engellemek… yaşamasını engellemek ama umutsuz bırakmamak… bir bilmecenin cevabı mıydı ‘Kapatma’ yoksa hala bir bilmece midir? Arayışlarımız hep ehvenişer ile mi sınırlı kalacak bilemiyorum. Yapacağım değerlendirmenin de bu sınırlar içerisinde kaldığını bilerek üzerine en az çalışma yapılmış bir yapı türünü irdelemeye çalışacağım. Toplumsal bir varlık olan insanın çok uzun süreler bir mekâna kapatılması olan hapishane ile ilgili günümüze kadar yapılan sınırlı çalışmalar ışığında yapacağım değerlendirmeye ‘’fili kılıyla tarif etme’’ kaygısıyla başlıyorum. Günümüz düşünce dünyasının şekillenmesinde büyük katkıları olan birçok düşünür, önder, aktivist, siyasetçinin muhalif birçok kesimin ve adli suçlar kapsamında milyonlarca insanın uzun süre kapatıldığı bu mekânı yani hapishaneyi mimari boyutuyla değerlendirmek insan haklarına saygının, demokrasiye bağlılığın ve meslek etiğinin gereğidir.

İnsanlık tarihinin büyük bir kısmını oluşturan ilkel komünal toplum düzeninde toplumsal normlara uymayan kişi klandan atılarak cezalandırılırdı. Uygarlık sisteminin ortaya çıktığı dönem itibariyle sistem iktidarını koruyup pekiştirebilmek amacıyla kişiyi cezalandırma yöntemi olarak bedenine işkence uygulamaya başlamıştır. Uzuv kesme, recm etme, çarmıha germe, göze mil çekme gibi bedeni işkencelerden idam etmeye kadar varan cezalar bulunmaktaydı. Bedene uygulanacak cezanın zamanının geleceği vakte kadar da kişi geçici olarak kuyu, kale kapısı, sarnıç, mahzen gibi mekânlara kapatılmaktaydı.

Reform ve Rönesans süreçleri sonrası toplumsal mücadeleler sonucu demokratik standartlarda ve insan haklarında elde edilen kazanımlar ile bedene ceza uygulanmasından vazgeçilip bir mekâna kapatma fikri ağırlık kazanmaya başlamıştır. Avrupa merkezli yürüyen bu tartışmalar 18. yy’ da somutlaşmıştır. Bu süreç içerisinde Hapishane olarak inşa edilecek ilk yapıların oluşumuna kadar farklı fonksiyonel nitelikleri olan yapılar dönüştürülerek hapishane olarak kullanılmıştır. 18. yy itibariyle İngiliz hukukçu Jeremy Bentham öncülüğünde hapishane mimarisi şekillenmeye başlamıştır. Rivayet odur ki Jeremy Bentham bir gün kardeşinin tersanesini ziyaret eder. Tüm işçilerin sıkı bir disiplinle aralıksız olarak çalıştığını görür ve bunun nasıl sağlandığını anlamaya çalışır. Tersaneye hakim bir noktada içi görülmeyecek şekilde panjurlu penceresi olan bir gözetleme kulesi bulunmaktadır. İşçiler bu gözetleme kulesinde birilerinin olduğunu ve onlarca işçi içerisinden sadece kendisinin izlendiğini düşünmektedir. İzlendiğini düşünen işçi tedirgin hisseder ve durmaksızın çalışır. Onlarca işçinin olduğu tersane belki de içinde tek bir gözcünün bile olmadığı bir gözetleme kulesi sebebiyle maksimum verimle düzen içinde çalışmaktadır. Jeremy Bentham bu sistemi hapishanelere uyarlamayı planlamıştır. Panoptikon (her şeyi gören, bütünü gören) olarak isimlendirilen bu model ile hapishane mimarisi şekillenmeye başlamıştır. Presidio Modelo (Küba), Breda (Hollanda), Stateville (Amerika) hapishaneleri panoptikon modeliyle inşa edilmiş başat yapılardır. Bir ticari işletmede uygulanan sistemin hapishaneye uyarlanması aslında Michel Foucault’nun tespitini yaptığı zihin üzerinde iktidarını kurarak ‘görünmezliği yoluyla uygulanıyordu’. Foucault’nun belirttiği gibi gözetim altında tutma işleviyle okullarda, fabrikalarda, hastanelerde, kışlalarda, hapishanelerde disiplin sağlanmaktadır. Günümüzde ise kamera sistemleri ile halka açık alanlar, caddeler, sokaklar, meydanlar, parklar, toplu taşıma araçları, marketler, mağazalar tüm kamusal alanlar gözetlenebilmekte ve bu da bir bütün toplumu disipline etmenin önünü açmaktadır. Gündelik yaşamımızdaki deneyimlerden yola çıkarak anlamak da mümkündür. Kamera ile izlenen, kayıt alındığını bildiğimiz ya da hissettiğimiz bir mekân ile gözetlenmediğimizden emin olduğumuz bir mekândaki ruh halimiz rahatlığımız birbirinden farklıdır. Gözetimin toplumsal yaşamın tüm alanlarına git gide sirayet etmesi üzerine yaptığımız değerlendirmeyi burada bırakıp esas konumuza kaldığımız yerden devam edelim.  

Mahpusun tüm zamanını tek kişilik hücresinde geçirdiği hiçbir ortak kullanım alanının bulunmadığı yani mutlak tecridin uygulandığı sürekli gözetlendiğini hissettiği bir model ile hapishaneler tasarlanmıştır. Mutlak tecrit ve gözetim esasları üzerinden inşa edilmeye başlayan hapishanelerde süreç içerisinde oluşan toplumsal tepkiler, demokratik değerler ve insan haklarındaki gelişmeler sayesinde kısmi iyileştirmeler yaşanmıştır. Geçmiş 200 yıllık süreç sonunda hapishanelerin mimari boyutuyla yerküre üzerinde gelmiş olduğu nokta birçok farklı konuda olduğu gibi bütünlük arz etmemektedir. Mevcut hapishanelerin fiziki koşulları herkesin gözü önünde bulunan bir gerçektir. Dolayısıyla var olanın teşhisini yapmaktansa nasıl olması gerektiği üzerine değerlendirme yapmak hapishane mimarisi üzerine yürütülen tartışmaları daha da açmaya katkı sunabilir.

Uluslararası bağlayıcılığı olan kurumların evrensel düzeyde hapishaneler özelinde asgari standartlar oluşturulması amacıyla Avrupa Cezaevi Kuralları, Nelson Mandela Kuralları, BM tavsiye kararları, CPT tavsiye kararları bulunmaktadır. Sadece bu kurallara ve kararlara doğru yaklaşılıp uygulanmasıyla hapishanelerde insan onurunu koruyan evrensel düzeyde bir bütünlük sağlamak mümkündür. Bu temelde çağın gerekliliklerini göz önünde bulundurarak mesleki etik ve ilkeler çerçevesinde hapishane mimarisini değerlendirmek gerekmektedir.

Herhangi bir mimari projeye başlamadan önce elbette ki bir ihtiyaçlar listesi belirlenir. Mimari proje bu ihtiyaçlar listesine göre hazırlanır. İnsanın uzun süreler boyunca kapatıldığı mekânlar olan hapishanelerin tüm yapı türleri içinde en uzun ihtiyaç listesine sahip olması aslında olması gerekendir. Mahpusun akıl ve beden sağlığının, sosyallik düzeyinin korunamadığı bir sistemde, cezanın hapis süresiyle sınırlı kalmadığını, bir yönüyle ömür boyu etkisi olduğunu gösterir. Dolayısıyla bunu engellemenin tek mümkün yolu olağan yaşama en yakın koşulların sağlanmasıdır. Açalım; yalnız kalma ihtiyacı temel gereksinimlerimizdendir. Koğuş sistemlerinde ya da birkaç kişilik hücrelerde bu ihtiyacı gidermek imkânsızdır. Hücre gece uyuma ve gündüz yalnız kalma ihtiyacı hissedildiğinde kullanılacak birim olmalıdır. Bir nevi evlerimizde yatak odalarımızın gördüğü işlevi görmelidir. İdare tarafından mahpuslara hücrelerini kendi istekleri doğrultusunda düzenleme imkânı sunulmalıdır. Duvar boyasından, masaya, ranzaya, ışığın yoğunluğuna kadar her şey mahpusun isteğine göre düzenlenmelidir. Hücrenin yeterli doğal ışığı alabilmesi için oda alanının yaklaşık 1/6 oranında pencere alanı olmalıdır. Pencerelerin önünde korkuluk, tel örgü olmamalıdır. Gündüz mahpusların bir arada olup sosyal ihtiyaçlarını gidereceği kütüphane, sağlık merkezi, spor salonları, ibadet birimleri, atölyeler, çok amaçlı salonlar, kişisel bakım birimleri, yeşil alanlar gibi ortak alanlar tasarlanmalıdır.

Tek tip projelerin iklim, kültür, topoğrafya dikkate alınmadan herhangi bir bölgeye uygulanması mimari tasarım ilkelerine aykırıdır. Tüm yapılarda olması gerektiği gibi hapishaneler de inşa edileceği kentin iklimi, kültürü, topoğrafyası esas alınarak yerele özgü tasarlanmalıdır. Hapishaneler kente yakın ulaşımın kolay olduğu bir konumda ve tüm hücrelerin güneş ışığını yeterince alacağı bir yönlendirmeyle tasarlanmalıdır. Ziyaretçilerin hapishane önünde görüşmeyi beklerken olumsuz hava koşullarından korunabileceği bekleme alanları olmalıdır. Suçun şahsiliği ilkesi gereği hapishaneye gelen bir ziyaretçinin yarım saat bile olsa hapishane koşullarını yaşamaması gerekmektedir. Hapishanelerde ziyaretçi bölümü hapishane hissiyatından uzak konforlu bir tasarıma sahip olmalıdır.

Arkitera .com da bulunan ‘‘Mimarisiyle İyileştiren Cezaevi: Storstrøm Fængsel’’ haberi üzerinden incelemede ve aktarımda bulunduğumuzda ilerici bir örnek ile mevcut hapishanelerin değerlendirmesini yapmak daha anlaşılır olmaktadır. Danimarka'da bulunan Storstrøm hapishanesinde mahpus başına ortalama 140 m2’lik kapalı alan düşmektedir. Ne yazık ki mevcut hapishanelerde kişi başına düşen kapalı alan bunun üçte biri, dörtte biri civarındadır. Aradaki büyük fark gündüz hücre dışında zaman geçirebilmek için kullanılan ortak alanların yeterliliğini/yetersizliğini göstermektedir. Mahpuslar 25-30 m2’lik dört cephesi yüksek duvarlarla örülü sadece gökyüzünün göründüğü yeterli güneş ışığı almayan havalandırma alanları yerine hapishane kompleksinin dış sınır duvarlarına paralel olan yürüyüş yollarını kullanabilmektedir.  Parmaklıksız ve tel örgüsüz hücre pencereleri önüne yüksek duvarlar örülmeyip hapishane kompleksini hatta çevreyi seyretme imkânı sağlanmıştır. Kullanılan yapı malzemeleri ve cephe karakteristiği sayesinde alışılmış hapishane görüntüsünden de kaçınılmıştır. Şunu belirtmek gerekir ki; soğuk renklerin hakim olduğu demir ve beton yığınının ötesine geçmeyen günün büyük bir bölümünün hücrede geçtiği bir hapishane ile tefrişatlarıyla sivilleştirilmiş farklı yapı malzemelerinin kullanıldığı tüm renklerin bulunduğu ortak alanların yeterliliği sayesinde gündüz sosyalleşmenin mümkün olduğu bir hapishanenin akıl ve beden sağlığı üzerindeki etkisi gece ve gündüz kadar birbirinden farklıdır. Bu farkı yaratmak zor değil, mümkündür.

Mahpuslar için toplumsal yaşama sağlıklı bir şekilde dönüş, olağan yaşam koşullarına en yakın planlamayla sağlanabilir. İlgili STK’ların görüşleri alınıp hukukçu, psikolog, sosyolog, sağlıkçı ve mimar gibi birçok farklı meslek disiplinin bir araya gelerek mimari bir ürün olarak hapishanelerde insan onurunu ve sağlığını koruyacak tasarımlar ortaya çıkarması mümkündür. Elzemdir.

*TMMOB Mimarlar Odası Mardin Temsilcilik Başkanı