Dişil enerji dedikleri ne ola ki?
Dilan Polat’ın çoğu insanın diline dolanan meşhur “Enerciii!” seslenişiyle bir örneğini gördüğümüz, kişiyi hız ve rekabet ortamına davet eden bir yanı var bu enerji denilen şeyin. Zamanın ruhuna çok uygun. Elektrik enerjisi gibi çarpan, etkileyen, hatta şok edici, hafiften uyuşturan, efsunlayan bir performans. Mantıkla, akılla açıklanamayacak bir çekim gücü.
Bizim zamanımızda enerji dedin mi akla, milli eğitim müfredatı kapsamında öğretilen doğal zenginliklerimiz gelirdi. Türkiye haritasının karşısına geçip neyin nerede çıkartıldığını ezber ederdik. O zamanlar beşeri coğrafyanın pek hükmü yoktu.
Enerjinin ve hızın çağın hem ateşleyicisi, hem de hastalığı olduğunu ahir zamanlarda yaşadıkça öğrendik. İlk uyarı, yaşanacakları daha 70’lerde fark eden Paul Virilio’nun Hız ve Politika kitabındaydı. Yaşadıkça, enerjinin hammaddeden ibaret olmayıp hayatın her alanında stratejik bir unsur haline getirildiğini idrak ettik. Siyasetten psikolojiye, popüler kültürden bedensel performanslara kadar her yerde karşımıza çıkan bir etken maddeydi adeta. Şehirli orta sınıfın dini diye lanse edilen spiritüellik, evrene enerji göndermek ibadetin yerini aldı bir kesim için. Enerji çağıran NLP, Reiki gibi performanslar, birilerine enerji göndererek iyileştirmek/iyi hissettirmek, şansını açmak, çakra açmak vb. Herkes bir şeylere tutunarak yaşıyor neticede.
Hasılı bu inanç sistemini küçümsemek değil niyetim. Fakat bunun da bir sektöre dönüşmesi uzun sürmedi. Bir ekol, cemaat yaratarak büyük oynayanlardan, kurslardan, derslerden, seanslardan zenginleşenlere, kitaplar yazıp konferanslar vererek turnelere çıkanlara varıncaya kadar ikonlaşan, gurulaşan ve kimisi yasadışı işlere bulaşan birçok ünlü isim yarattı sektör. Bir zamanlar Amerikan suç sinemasında izleyip şaşkınlığa düştüğümüz kerameti kendinden menkul gurular bu topraklarda da belirdi. Öte tarafta da, evrene enerji göndereceğinize Allah’a dua edin diyen dindar kesim vardı. Oysa o kesimden de aynı yolu tutup “Allah De Ötesini Bırak” ve benzeri kitaplar yazarak ünlenip zenginleşenler ortaya çıkmıştı.
VE DİŞİL ENERJİ KADINI YARATTI!
Enerji, fiziksel görünümünüzden bedensel performansınıza, kelime haznenizden “hayat felsefesi” olarak adlandırılan yaşam planınıza kadar birçok alanı manipüle ediyor, demiştik. Dilan Polat’ın çoğu insanın diline dolanan meşhur “Enerciii!” seslenişiyle bir örneğini gördüğümüz, kişiyi hız ve rekabet ortamına davet eden bir yanı var bu enerji denilen şeyin. Zamanın ruhuna çok uygun. Önceki kuşaklar etkilendikleri birinden bahsederken “ondan olumlu elektrik aldım” derlerdi. Özellikle de duygusal ve cinsel arzu duydukları kişilerden bahsederken. Biraz da böyle bir şey. Elektrik enerjisi gibi çarpan, etkileyen, hatta şok edici, hafiften uyuşturan, efsunlayan bir performans. Mantıkla, akılla açıklanamayacak bir çekim gücü.
İşte o mantıkla ve akılla açıklanamayacak çekim alanını çeşitli markaların hakim olduğu piyasayı, mantığı, aklı ve çeşitli referans kaynaklarını kullanarak yaratmak için koskoca bir sektör peydah oldu. Bahsi geçen alanı yaratması beklenen yine çoğunlukla kadınlar. O sebeple bir “dişil enerji” kategorisi oluştu çoktandır. Duygusal ve cinsel ilişkilerde kadınlar arası rekabeti körükleyen, kadınları seçilen, erkekleri seçen olarak işaretleyen bir zihniyetin ürünü. Gençler arasında çekime kapılmayı ifade eden bir fiil kullanılıyor sıklıkla: “bakmak”. “O sana bakmaz” dendiği zaman anlıyorsunuz ki, enerjiniz düşük! Güzellik-çirkinlik işi de değil bu. Bir aura yaratmayı becerme işi.
Lakin irademizle seçim yaptığımıza inanırken düşündüğümüz kadar aktif özneler miyiz? Yoksa kendi bedenimizle, davranış kalıplarımızla ve başkalarınınkilerle kurduğumuz ilişkiyi sistemin idare ettiğini görmeyi engelleyen veya unutturan bir akışın içinde miyiz? Zamanı geldiğinde sistem bu ilişki biçimini politik ve ticari kaygılarla yeniden dönüştürebilir. Nitekim, 90’lı yıllarda metroseksüellik adı altında beyaz, şehirli ve bakımlı erkekleri muteber gösteren bir başka akımın etkisi altındaydık. Ve erkekler beğenilmek için bıyıklar dahil fazla tüylerden, beyaz çoraplardan, bira göbeklerinden, kötü kokulardan arınma seferberliğine davet ediliyorlardı. Medyaya, sinemaya, televizyona, reklam içeriklerine konu oluyordu bu erkek tipolojisi. Özcan Deniz ve Mahsun Kırmızıgül’ün bu akıma kurban edildiklerini hatırlayanlarınız vardır. İkilinin o dönemde çekilen fotoğflarına homofobik yorumlar yapıldığı için tekrar paylaşmak istemiyorum.
Hasılı, dişil enerjiye can-ı gönülden sahip çıkan her kesimden kadın kendi meşrebince cazibesini arttırmanın yolunu arıyor. Piyasa da çağımızın temel referans kaynağı sosyal medyayı kullanarak bu arayışı karşılıksız bırakmayıp, kesesini dolduran influencerler, mucizeler yaratacağını iddia eden estetik cerrahlar ve güzellik uzmanları, bakım ürünleri pazarlayanlar, modacılar, yaşam koçları, gülüş tasarımcıları, psikologlar vb. yaratıyor. Bakımlı ve güzel görünmek tek başına yeterli değil dişil enerjiye sahibim demek için. Anlayışlı ve neşeli, yine gençlerin başvurduğu tabirle bir ölçüde “easy going” (geçinmesi kolay bir karakter diye çevirelim) ama ne istediğini bilen bir karakter olmak da temel ilkelerden biri. Yani, umumiyetle yumuşak başlı, uyumlu olacak, daha doğrusu öyleymiş gibi davranacaksınız. İdare edeceksiniz. Kimi? Partnerinizi. Dişil enerjiye sahip olma yolunda her kesimin yordamı aynı değil. Spiritüel inanışları olanlar çakralar, karmalar, yıldız haritaları ile yola çıkarlarken, mütedeyyinler İslamiyette yeri olan temizlik ve bakım ritüellerine gönderme yapıyorlar. Sol omuzdan sirkeli su dökmeyi tavsiye eden birini bile gördüm. Bunlar hakkında uzun uzun tartışmayı gerektiren şeyler. Geçelim.
'NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK'
Sosyal medyada makyaj ve bakım içeriklerinin çoğalmasıyla güzellik ve bakım ürünleri satan mağaza zincirlerinin, pahalı markalara eşdeğer taklit giyim-kuşam, aksesuar satan mağazaların, pazar tezgahlarının pıtrak gibi çoğalması, estetik operasyonların görece basitleşip ucuzlaması, operasyonsuz dokunuşlarla kusur sayılan bedensel özelliklere müdahale edilmesi aynı döneme denk geliyor. “Daha güzel”, “daha genç” ve “daha bakımlı” görünmek için elimizde bu kadar imkan varken bunu kullanmamak sosyal ortamlarda zorbalığa varan eleştirilere sebep olabiliyor. Nitekim makyaj hileleri gösteren sosyal medya içerikleri kısa sürede viral oluyor ve büyük masraf yapıp eziyet çekmeden dakikalar içinde bambaşka birine dönüşmek herkesin harcı haline geliyor.
Eril zorbalığın lügatında “nitelikli dolandırıcılık” olarak anılan, mağrur ve küstah bir tavırla ifşa ettiklerini duyurdukları öncesi-sonrası başlıklı bu içeriklerde kadınlar yaşsız, kusursuz ve maalesef tektip olarak arz-ı endam ediyorlar. Herkesin kaş ve göz yapısı, burnu, dudakları, çene kontürü idealize edilen tek bir prototipe dönüşüyor. Dolandırıcılık sayılıyor, çünkü kalıcı değil. Uzun, eziyetli ve masraflı bir hazırlık sürecinin sonunda karşı tarafı enerjisiyle büyülüyor kadınlar. Makyaj ve geçici protezler çıkarılınca yahut dökülünce doğal haliyle ortaya çıkıyor kadın. Bu durumda erkek “hileli mal” satın almış ve dolandırılmış olduğuna hükmediyor hadsizce. Dişil enerji kaybolduğundaysa “erkeğiniz” sizi terk ediyor. E tabii suç sizde oluyor.
Hal böyle olunca, hayatın doğal akışının ve böyle bir ülkede bu yaşa kadar yaşayabilmiş olmanın neticesi olan, her bireyin tecrübe edeceği sarkmış yanaklar, kırışmış göz kenarları, alın çizgileri, yara izleri sistem dışına itilmenize, sosyal ölüme, zorbalanmanıza sebep oluyor. Arkasından özdeğersizlik, sosyal fobi, anksiyete ve depresyon geliyor. Çoğunlukla da kadınların başına… Erkekler hangi yaşta olurlarsa olsunlar, çoğunlukla eril ayrıcalıklarından faydalanıp katalogdan seçer gibi partner seçme hakları olduğuna vehmederek yaşıyorlar çünkü.
Kendi aramızda dişil enerji mevzusunu tartıştığımız bir günün ertesinde arkadaşım Suzan Tuncer X’te TuğbaS__ adlı bir kullanıcının “Dişil enerjinizi yükseltmek için bazı öneriler” başlıklı paylaşımını gönderdi. Tuğba ağzına sağlık. Dişil enerji kategorisiyle didişmek yerine, dişil enerjimizi senin önerdiğin biçimde yükseltmek yeğdir:
“-Kadınlarla daha çok vakit geçirin. Bir feminist örgüte üye olmak iyi gelecektir.
-8 Mart kritik bir tarihtir, mutlaka sokakta olun, mor giyinin ve kadınlarla buluşun.
-Erkekler yanınızda cinsiyetçi şakalar yaparsa gülmeyin.”
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024
Olimpiyat Oyunları spordan başka her şey mi? 16 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI