Diyarbakır Barosu'ndan Peker dilekçesi: JİTEM dosyaları açılsın

Diyarbakır Barosu, Sedat Peker’in açıklamaları üzerine faili meçhul cinayetlerin soruşturma dosyalarının yeniden açılmasını, Mehmet Ağar ve Korkut Eken'in ifadelerinin alınmasını istedi.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Sedat Peker 7’inci videosunda 1990'lı yılların faili meçhul cinayetleri ve Kürt iş insanlarına suikastlere değinerek, ‘derin devlet’in işlediği suçlara ilişkin iddialarda bulunması üzerine Diyarbakır Barosu Cumhuriyet Başsavcılığına ihbar/şikayet dilekçesi verdi.

Diyarbakır Barosu'nun verdiği dilekçenin konusu şu şekilde açıklandı: "Sedat PEKER isimli şahsın Youtube isimli web sitesinde, https://www.youtube.com/watch?v=7ivcvcWmOPI link kapsamında yapılan konuşma içerikleri gözetilerek, 1990'lı yıllarda başta Diyarbakır olmak üzere Türkiye'nin çeşitli kentlerinde yaşanan cinayetlere ilişkin şüphelilerin tespiti ile haklarında etkin soruşturma/ların yürütülmesi taleplidir."

'MGK KARARI TEMİN EDİLSİN'

Ankara JİTEM Davası, JİTEM Ana Dava, Musa Anterin Öldürülmesi, Kulp Davası, Kızıltepe JİTEM Davası ve Dargeçit JİTEM dosyası ile ilgili bilgilerin paylaşıldığı dilekçenin sonuç ve istek kısmında şunlar yer aldı:

* Sedat Peker isimli şahsın beyanları gözetilerek soruşturma başlatılması, 

* Derdest faili meçhul soruşturma dosyalarında, konuşma içerikleri ve Mehmet AĞAR, Korkut EKEN başta olmak üzere ilgili şahısların şüpheli sıfatıyla beyanlarının alınması,

* Takipsizlik kararı verilen faili meçhul sorutşurma dosyalarının 5271 sayılı yasanın 172/2. Maddesi gereğince Sedat PEKER isimli şahsın bilgi ve görgüye dayalı beyanı gözetilerek, yeterli şüphenin mevcudiyeti ile yeniden soruşturmaların başlatılması,

* Konuşma içeriği gözetilerek, ilgili Milli Güvenlik Kurulu kararının temini,

* Soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülerek, ilgili şüphelilerinin cezalandırılması amacıyla ivedi bir şekilde yargısal faaliyetlerin yürütülmesi talep olunur.

'FAİLİ BELLİ YARGILAMALAR'

Diyarbakır Barosu’nun dilekçesinde, “Faili Belli Bazı Yargılamaların Safahati” kısmında davaların ayrıntılarına yer verildi.

 ANKARA JİTEM DAVASI: 1993-96 yılları arasında Ankara’da Altındağ Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın’ın da bulunduğu zorla kaybedilen veya yasadışı keyfi infaz edilen 19 kişiye ilişkin ilk soruşturma 2011 yılında başlatıldı. 20 Eylül 2013 tarihinde zamanaşımı riskinden dolayı Abdülmecit Baskın cinayetiyle ilgili iddianame düzenlenirken, 19 Aralık 2013 tarihinde düzenlenen yeni iddianameyle Namık Erdoğan, Metin Vural, Recep Kuzucu, Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Haci Karay, Adnan Yıldırım, İsmail Karaalioğlu, Yusuf Ekinci, Ömer Lutfi Topal, Hikmet Babataş, Medet Serhat, Feyzi Aslan, Lazem Esmaeılı, Asker Smıtko, Tarık Ümit, Salih Aslan ve Faik Candan cinayetleri de yargılamaya dahil edilmiştir. Sanıklar Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin, Alper Tekdemir, Yusuf Yüksel, Abbas Semih Sueri, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Nurettin Güven, Muhsin Korman’ın “cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek” suçlarından yargılandığı dava Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde derdesttir.

JİTEM ANA DAVA, MUSA ANTER'İN ÖLDÜRÜLMESİ: 1999 yılında düzenlenen iddianamelerle yargılanan 11 sanıklı ve 2005 tarihli iddianameyle yargılanan 5 sanıklı davaların 2010 yılında birleşmesiyle, süren dava JİTEM Ana Davası olarak anılmaya başlanmıştır. Gazeteci yazar Musa Anter’in 20 Eylül 1992’de öldürülmesiyle ilgili, eski JİTEM tetikçisi Abdülkadir Aygan’ın fail olarak işaret ettiği Hamit Yıldırım 29 Haziran 2012’de gözaltına alındı. Yıldırım’ın 2 Temmuz 2012’de tutuklanmasıyla dava zamanaşımından kurtulmuştur. Yerel mahkeme tarafından yargılamaya devam olunmaktadır.

KULP DAVASI: 8 Ekim-25 Ekim 1993 tarihleri arasında Diyarbakır’ın Kulp ilçesinin dağınık mezralardan oluşan (Gurnik, Mezire, Pireş, Kepir ve Şuşan) Alaca köyü ve Muş’a bağlı Kayalısü köyü (Licik mezrası) civarında General Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Tugayı tarafından yürütülen askeri operasyonlarda gözaltına alınan 11 kişiden bir daha haber alınamamıştır. 5 Kasım 2004’te zorla kaybedilen 11 kişiye ait toplu mezar bulunmuştur. 11 Ekim 2013 tarihinde konuyla ilgili düzenlenen iddianamede Bolu 2. Komando Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün “birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürmek, halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik, cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturmak” suçlarından yargılanması talep edilmiştir. Yerel mahkeme tarafından, sanık Yavuz Ertürk hakkındaki “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçuna bağlı kamu davasının zamanaşımından düşmesine; Ertürk’ün 11 kişiyi taammüden öldürmeye azmettirmek ve halkı isyana teşvik suçlarından ise ayrı ayrı beraatine karar verilmiştir.

KIZILTEPE JİTEM DAVASI: Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 1992-1996 yılları arasında 22 kişinin yasadışı keyfi infaz edilmesi veya zorla kaybedilmesine* ilişkin emekli Albay Hasan Atilla Uğur, dönemin Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Albay Eşref Hatipoğlu, Jandarma Komando Bölük Komutanı Ahmet Boncuk, Başçavuş Ünal Alkan ve köy korucuları Abdurrahman Kurğa, Mehmet Emin Kurğa, Ramazan Çetin, Mehmet Salih Kılınçaslan ile İsmet Kandemir hakkında “silahlı örgüt kurmak veya yönetmek, silahlı örgüte üye olmak ve tasarlayarak öldürmek” suçlarından 2014 yılında dava açılmıştır. Yerel mahkeme tarafından, Sanıklar Abdurrahman Kurğa Mehmet Emin Kurğa, Ahmet Boncuk, Ünal Alkan, İsmet Kandemir, Mehmet Salih Kılınçaslan, Ramazan Çetin ve Hasan Atilla Uğur hakkında; Nurettin Yalçınkaya ve Abdulvahap Ateş’e yönelik tasarlayarak öldürme suçundan, suçun unsurları oluşmaması nedeniyle beraatine karar verilmiştir.

DARGEÇİT JİTEM DOSYASI: Mardin’in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 ile 08 Mart 1996 tarihleri arasında biri uzman çavuş üçü çocuk, sekiz kişinin* zorla kaybedilmesiyle ilgili yürütülen soruşturmada 30 Ekim 2014 tarihinde ilk iddianame hazırlandı. İddianamede dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutanı Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin’in “taammüden öldürme” suçundan yargılanmaları istendi. Ancak soruşturma dosyasında şüpheli olarak adları geçen, çoğu korucu 16 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi ve Hikmet Kaya’nın zorla kaybedilmesi dosyaya dahil edilmedi. İHD Mardin Şubesi’nin bu karara itirazını kısmen kabul eden Midyat Sulh Ceza Mahkemesi, kayıp Hikmet Kaya adına yapılan başvuruyu delil yetersizliğinden dolayı reddetmekle beraber, takipsizlik kararı verilen şüpheliler hakkında ek iddianame hazırlanması talebini kabul etti. Hazırlanan ikinci bir iddianameyle  Faruk Çatak, Mahmut Ayaz, Naif Çelik, Ramazan Savcı, Kemal Kaya, Mehmet Acar, Faik Acar, Hüseyin Altunışık, Mehmet Emin Çelik, Sadık Çelik, Fethullah Çelik, Osman Demir, Bahattin Ergel davaya dahil edildi. Dava henüz başlamadan “güvenlik gerekçesiyle” Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledildi. Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılama derdesttir.

İNSANLIĞA KARŞI SUÇLAR

Diyarbakır Barosu’nun dilekçesinde şu ifadeler yer aldı:

“Uluslararası hukuk bağlamında da değerlendirilen insanlığa karşı işlenmiş suç TCK m.77’ de düzenlenmiştir. Yine kanunda uluslar arası bir suç olan insanlığa karşı suçlarda zamanaşımının işlemeyeceğini belirten açık hüküm vardır.  İnsanlığa karşı işlenmiş suçların düzenlendiği 5237 sayılı TCK kanunu 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. 

Kanunilik ilkesi, kanunların geriye yürütülmesini yasaklar. Kanunilik ilkesi, 1948'de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunca kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde de hiç kimsenin işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiilden dolayı yargılanamayacağı belirtilerek uluslararası koruma altına alınmıştır. Ayrıca 1950 yılında kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 7. Maddesi'nde de bu hüküm yer almaktadır. 1982 Türkiye Anayasası'nın 38/1. Maddesi de TCK' da yer alan bu korumaya Anayasal boyutunu kazandırır. Türkiye'nin de taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre işlendiği sırada uluslararası hukuk tarafından suç kabul edilen eylemlerin, işlendikleri sırada iç hukukta yer almasalar dahi geriye dönük olarak cezalandırılması kanunilik ilkesine aykırı değildir. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suçtan dolayı geriye dönük olarak yapılan yargılamalarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) geriye yürümezlik ilkesinin yer aldığı AİHS 7. Maddenin ihlal edilmediğine dair uzun yıllardır pek çok karar verdi ve vermeye de devam etmektedir. (Okkalı/Türkiye davası)

Sedat PEKER isimli şahsın beyanlarında belirttiği üzere, Mehmet AĞAR, Korkut EKEN ve diğer ilgili şüpheli şahıslar tarafından, devlet içerisinde örgütlenen yapı veya oluşum içerisinde siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturmaktadır. Savcılığınızca, söz konusu beyan içerikleri incelenerek, faili meçhul cinayetler yürütülen soruşturmalar veyahut iş bu ihbar dilekçeine istinaden açılması gereken soruşturma kapsamında konuşma içeriğinde geçen şahısların şüpheli sıfatıyla ifadelerin alınması, bahse konu MGK kararının istenilmesi ve delillerin toplanması gerekmektedir.

Her ne kadar kimi soruşturma dosyalarında takipsizlik kararı verilmiş ise de, gerek insanlığa karşı suç kapsamında zamanaşımının bulunmaması gerekse, 5271 sayılı CMK’nın 172/2. Maddesi gereğince, yeterli şüphenin mevcudiyeti gözetilerek soruşturmaların yeniden açılması gerekir. Sedat PEKER isimli şahsın görgüye dayalı, yapı içerisinde faaliyet yürüttüğünü belirten ve faili meçhul cinayetlere dair bilgiye dayalı anlatımları incelendiğinde, MGK kararıyla devlet içerisinde yapının oluşumunun mevcut olduğu ve faili belli cinayetlerin bu yapının kararı doğrultusunda işlendiği açık olup yeterli şüphe hususu gerçekleştiğinden soruşturmalar yeniden başlatılarak etkin bir şekilde yürütülmelidir.

1982 Anayasasının 90. maddesi ile 12 Eylül döneminde yürürlükte olan 1961 Anayasası'nın 65. maddesi hükümlerine göre, uluslararası sözleşmelerin Türkiye Cumhuriyeti açısından kanun hükmünde ve bağlayıcıdır. Bununla birlikte, kanun ile usulüne uygun bir şekilde kabul edilmiş uluslararası sözleşme arasında ihtilaf çıkması durumunda, sözleşme hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 1954'de kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Bununla birlikte, Türkiye AİHS’nin denetim sürecine bireysel başvuru hakkını 1987’de ve AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini 1990’da kabul etmiştir. 1954 yılında AİHS’nin kabul edilmesi ile birlikte, iç hukukun sözleşmeye uygun bir şekilde revize edilmesi ve aykırılıklarda sözleşme hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.  

AHİS madde 2. de düzenlenen yaşam hakkını madde.3 te düzenlenen işkence yasağını ihlal edilerek ağır insan hakları ihlali olan insanlığa karşı işlenmiş suçun sorumluları devletin tipik hale gelmiş olan cezasızlık politikası ile suçlular, zamanaşımı ya da sembolik olarak verilen hapis cezaları ile cezalandırılmamaktadır. Türkiye tarihinde cezasızlık politikası yapısal bir olgu haline gelmiştir. Dersim katliamı, Maraş Katliamı, 6–7 Eylül olayları, faili meçhul cinayetler, Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere cezaevlerinde yaşanan katliamlarda işlenen suçlarda Türkiye nin cezasızlık politikasının bir sonucu olarak faili belli ancak yargı muafiyeti nedeniyle şüphelilerin yargılanmasının önüne geçilmiştir. Ayrıca Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın 13 kurşunla öldürülmesi olayında Uğur Kaymaz’ı vuran polislerin meşru müdafaadan yararlanıp beraat etmesi, yine Siirt’te otobüs durağında beklediği sırada Abdullah Aydan’ın, astsubayın silahından çıkan kurşunla ölümü bölgesel koşullar şeklinde gerekçe gösterilerek cezasız bırakılması yine Muğla’da meydana gelen bir olayda Şerzan Kurt isimli öğrencinin öldürüldüğü olayda polis olan sanığın önce müebbetle yargılanması cezası 20 yıla indirilmesi ve en son indirim yapılarak 8 yıl hapis cezasına düşürülmesi ve tahliye edilmesine karar verilmesi cezasızlık politikasını gözler önüne sermektedir. Yine 29 Aralık 2011 yılında Uludere’de 34 insanın öldürüldüğü olayda, takipsizlik kararıyla, suçluların cezalandırılması için yargısal faaliyette bulunmaktan kaçınılmaktadır. Haklarında sayısız cinayet ve benzeri suçlama yapılan Susurluk davası sanıkları, tutuksuz olarak yargılandıkları onu aşkın davanın tamamına yakınından, zamanaşımı, beraat gibi kararlarla aklanırken, mahkûmiyetle sonuçlanan ana davada ikisi 6 yıl, diğerleri 4 yıl hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir.

'ETKİLİ SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA YAPILMADI'

Bütün bu izahatlarımız kapsamında kamuoyuna yansıdığı üzere son 30 yıl içerisinde yaşanan bu zorla alıkoyma ve kaybettirme eylemleri, her iktidar döneminde gündeme gelmiş ise de maalesef etkili bir soruşturma ve kovuşturmaya konu edilmemiştir. Bu sebeple kamuoyuna yansıyan yeni bilgiler ışığında bu karanlık dönemin bütün yönleri hızlı ve etkin bir şekilde soruşturularak failerin cezalandırılması toplumda yargıya olan güveni artıracak ve ülkede hukuk güvenliği açısından oluşan menfi algıyı da kıracaktır.” (DUVAR)