Diyarbakır İnsan Hakları Algısı Raporu’nda adalet algısı ağır basıyor

Diyarbakır’da yapılan insan hakları algısı araştırmasına göre, adalet sistemine güveni yüksek olanların oranı yüzde 7'de kaldı. Adalete güveni düşük olanların oranı ise yüzde 73 olarak belirlendi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Rawest Araştırma ve Diyarbakır Barosu ortaklığında Diyarbakır İnsan Hakları Algısı Raporu, çarşamba günü yayımlandı.

Diyarbakır’da insan hakları algısını ölçmek üzere 27 Kasım–4 Aralık 2021 tarihleri arasında Diyarbakır’ın merkez ve kırsal ilçelerinde 1000 kişiyle yapılan yüz yüze görüşmeler sonucunda hazırlanan araştırma bulguları oldukça çarpıcı.

Katılımcılar insan hakları konusunda Türkiye’nin geleceğine dair ikiye bölünmüş durumda. Yüzde 47’lik kesim Türkiye’nin insan hakları geleceği konusunda karamsarken, yüzde 46’sı ise iyimser olduğunu ifade ediyor.

Katılımcıların yüzde 85 gibi ağırlıklı çoğunluğu ise Türkiye’de insan hakları ihlali olduğunu düşünüyor.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ALGISI

Ancak, araştırmaya göre katılımcıların oy tercihleri ile hak ihlallerine ve ifade özgürlüğüne dair algısı, siyasi parti tercihleriyle bağlantılı. Türkiye’de insan hakları ihlal edilmediğini düşünenlerin ise büyük çoğunluğu AK Parti seçmeni.

Gazete Duvar’a konuşan Rawest Araştırma Genel Müdürü Roj Girasun, “AK Parti tabanı da genel insan hakları karnesinde kusurlar olduğunu ifade ediyor, ama daha spesifik sorular sorulduğunda yanıtlamakta çekiniyorlar ve seçmeni oldukları iktidar partisini koruma refleksi ortaya çıkıyor” diyor.

Katılımcıların yüzde 75’i yasalar tarafından haklarının korunduğuna dair kendilerini güvende hissetmezken, katılımcıların yüzde 62’si Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığını düşünüyor.

Öte yandan katılımcıların yüzde 81’i davaların uzun süre sonuçlanmamasını “insan hakları ihlali” olarak görürken, yüzde 63’lük bir kesim ise barışçıl protesto ve yürüyüş düzenlemenin bir hak olduğunu düşünüyor.

ADALETE GÜVEN DÜŞÜK

Adalet sistemine güven katılımcılar arasında düşük seyrediyor. Katılımcıların sadece yüzde 7’sinin adalet sistemine güveni yüksek iken, yüzde 9’unun orta, yüzde 73’ünün ise düşük düzeyde.

Alman Uluslararası ve Güvenlik İlişkileri Enstitüsü'nün (SWP) araştırmacısı Galip Dalay ise, Türkiye’de adalet meselesinin giderek ön plana geldiği ve toplumsallaştığını belirtiyor:

“Bu araştırmanın da gösterdiği gibi, Türkiye’de adalet meselesi ilk 3’te. Bu veriler, adalet duygusunun zedelendiğini gösteriyor. Bu konu toplumsallaştı. Herkes farklı şekillerde adaletsizliğe maruz kalıyor. KPSS’ye girip mülakatta elenen genç de, cinsiyetinden dolayı toplumda ayrımcılık yaşayan kadın da, yazıp çizdiklerinden dolayı mahkemelerde davalarla cebelleşen gazeteci de, adam kayırmacılıkla karşılaşan iş insanı da... Her halükarda gerekçeler farklı olsa da, ekonomiden sonra adalet ikinci en önemli meseleye dönüşmüş durumda. Katılımcılar insan hakları ile sırasıyla adaleti, özgürlüğü ve yaşamı eşleştirmiş.”

TAHİR ELÇİ

İnsan hakları mücadelesi ve hukukun sembol isimlerinden biri olan Tahir Elçi de araştırmanın bir diğer konu başlığı. “Tahir Elçi deyince aklınıza ne gelir” sorusuna katılımcılar çok çeşitli yanıtlar veriyorlar: Barış elçisi (yüzde 12), hukukçu (yüzde 17), cinayet (yüzde 10), adalet (yüzde 6), fikrim yok (yüzde 26).

1990’lı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetlere ilişkin yargı süreçlerinin toplum vicdanını tatmin edecek şekilde adil yürütülmediğini düşünenler ise yüzde 57’lik bir kesime karşılık geliyor.

Türkiye’de hakları en çok ihlal edilen grubun ise sırasıyla kadınlar, Kürtler ve çocuklar olduğu düşünülüyor. Konda’nın 10 Aralık 2021 tarihinde açıkladığı “Türkiye Toplumunda İnsan Hakları Algısı ve Farkındalığı” başlıklı benzer bir araştırmada, Türkiye genelindeki hakları en çok ihlal edilenler kadınlar (yüzde 45), yoksullar (yüzde 30) ve Kürtler (yüzde 20) şeklinde sıralanıyordu.

Girasun’a göre, “Kadın ve Kürt kimlikleri Diyarbakır’da daha büyük bir mağduriyet yaşıyor. Türkiye geneline göre yoksulluğun daha yaygın olduğu bir kentte sıralamada yoksulluğun geri planda bırakılması Kürt meselesinin kendisini hissettirmesiyle alakalı.”

Dalay ise, Diyarbakır’da diğer illere kıyasla “kadın bilinçlenmesinin” çok yüksek oluşuna dikkat çekiyor:

“İnsanlar hangi kimliklerinden daha fazla mağdur ediliyorsa, o kimlik en çok vurgu yaptıkları kimliğe dönüşüyor. Erkekler erkek oldukları için değil Kürt oldukları için ayrımcılığa maruz kalıyor. Ama kadınlar için kadın olduğu için de duble bir mağduriyetle karşılaşıyor. Bu, Türkiye’nin genelindeki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yansıması. Ayrıca kadın mücadelesinin de başarısı. Demek ki, mücadele alanı da yaratılıyor; kadın sorunları Kürt kimliğini ikincil kılmıyor. Mağduriyet hiyerarşisinde en üstteki mağduriyet, diğerlerini görünmez kılmamış oluyor.”

ORTA YAŞTA AYRIMCILIK ALGISI BASKIN

Araştırma yaş gruplarına göre incelendiğinde ise, özellikle 30-49 yaş aralığında etnik kimlik temelinde ayrımcılığa uğrayanların oranı daha fazla iken, gençler böyle bir ayrımcılığı çok fazla hissetmiyor.

Ancak burada ilginç bir diğer ayrım göze çarpıyor. Kadın katılımcıların büyük kısmı kadın kimliğinin ihlal edildiğini düşünürken, erkekler ise Kürt kimliklerini tehdit altında görüyor.

Katılımcılar, devletin, erkeklerin ve yargının en çok hak ihlali oluşturan aktörler olduğunu düşünürken, Diyarbakır’da en çok güven duyulan kurumlar STK’lar, barolar ve Birleşmiş Milletler olarak öne çıkıyor.

Bu durum uzmanlara göre, Diyarbakır halkının uluslararası hukuka ve uluslararası normların üstünlüğüne olan güvenlerinin yansıması.

Girasun, “Diyarbakır halkı, adaleti halen dışarıda arıyor. Bu yüzden de uluslararası kurumlara duyulan güven, hükümet ve meclise göre daha yüksek. Bu da Türkiye’de adalete duyulan güven ile dünyada duyulan güven arasındaki makası gösteriyor” diye açıklıyor.

AK PARTİ SEÇMENİNİN DÖRTE BİRİ İNSAN HAKLARININ KORUNMASI KONUSUNDA KÖTÜMSER

2019 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanları görevlerinden alınmış ve yerlerine kayyım atanmıştı. Bu işlemin Diyarbakır halkı üzerindeki algısına ışık tutan araştırmaya göre, gerektiğinde belediye ve üniversitelere kayyım atanabileceğini düşünenler, katılımcıların sadece dörtte birlik bir kesimi.

Türkiye’de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda, AK Parti seçmeninin dörtte biri kötümser olduğunu söylüyor.

“İnsanlar oy verdiği partinin adaletsiz algılanmasından mutlu olmuyorlar, ama var olan tabloyu da yok sayamıyorlar. Adaletin zedelendiğine dair vicdan koalisyonu oluşuyor. Seçmen hoşnutsuzluğu ile seçmen davranışı arasında bir makas oluşuyor” diyen Dalay’a göre, Diyarbakır’da oy verdikleri partilerinin insan hakları ve adalet konusundaki bazı tutumlarından memnun olmayıp oy verenler de önemli bir kesimi oluşturuyor.

“Bu farkındalığın siyasal davranışa nasıl dönüştüğü ve hangi eşikte olduğu ayrı bir araştırma konusu” diye ekliyor Dalay.

ANA DİLİNDE EĞİTİM

Ana dilinde eğitim konusu son dönemde Diyarbakır’da da gündem maddesi iken, okullarda seçmeli Kürtçe derslere katılım oranlarında yüzde 20’lik bir artış olduğu tahmin ediliyor.

Bu araştırmaya göre ise ana dilinde eğitim ve hizmet alamamayı bir insan hakkı ihlali olarak görenlerin oranı yaklaşık yüzde 67 oranında.

“Kürtçe konusunda sivil dayanışma sonuç üretiyor. Sosyal medya üzerinden Kürtçe seçmeli ders kampanyası epey başarılı oldu. Buradan anlaşıldı ki, sivil ve siyasi yollarla yapılanlar Kürt meselesi üzerinden büyük bir etki doğurabiliyor. Benzer şekilde Kürt meselesinin çözüm yöntemi de sivilleşme ve siyasallaşmadır” diyor Dalay.

Dolayısıyla, seçmeli ders olarak Kürtçeyi tercih etmesine rağmen yeterli öğretmen olmaması veya sınıf açılamaması sebebiyle zamanında bu haktan yararlanamamak ve bu hizmeti alamamak Diyarbakır halkında bir hak ihlali olarak algılanıyor.

“Anadil konusunda ise, bunun bir insan hakları meselesi olduğuna dair AK Parti ve HDP tabanı arasında bir ortaklaşma var” diyor Girasun.

Öte yandan aşılanma konusunda da nabız yoklayan araştırmada her üç katılımcıdan ikisi Covid-19 aşısı olmamayı insan hakları ihlali olarak görüyor ve aşılama konusunda yaygın bir önyargı söz konusu değil.

Andımızı okumanın bir zorunluluk olmasının insan hakkı ihlali olduğunu düşünenler ise, katılımcıların yüzde 81’ine karşılık geliyor. “Araştırma çerçevesinde görüştüğümüz katılımcılar, siyasi görüşlerinden bağımsız olarak, zamanında okumak zorunda oldukları And’ımızın, devlet eliyle yapılan hak ihlali olduğunu ifade ediyorlar” diyor Girasun.

DİYARBAKIR CEZAEVİNİN MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

Katılımcıların neredeyse yarısı ise, ismi 12 Eylül askeri darbesi sırasında yaşanan ağır işkencelerle hafızalara kazınan Diyarbakır Cezaevi'nin müzeye dönüştürülmesi gerektiğini söylüyor.

Bu konuda geçen sene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da açıklama yapmış, “Geçmişte uzunca bir dönem adı zulümle, işkenceyle, insanlık dışı muamele ile anılan Diyarbakır Cezaevi’ni yakında boşaltıyor ve kültür merkezi olarak sizlerin hizmetine sunuyoruz. Adalet Bakanlığımız bu konuda gerekli hazırlığı yapıyor. Böylece Diyarbakır’ın hafızasındaki bir kötü anıyı ortadan kaldırmış oluyoruz” demişti.

Girasun’a göre, bu cezaevinin Diyarbakır halkı için sembolik bir anlamı var ve bu konuda hükümetin de bu cezaevinin müzeye dönüştürülmesi konusunda vaatlerinin yerine getirilmesi bekleniyor.

“Araştırmaya katılan farklı siyasi görüşlerden kişiler, burayı toplumsal bir hafıza unsuru olarak görüyorlar” diye ekliyor Girasun.