Diyarbakırlı bir albino: Yonca Karakaş

Sanatçı Yonka üretimlerinde nesnel düşüncenin kurumsallaşmasının önüne geçiyor. Bununla birlikte dış gerçekliğin tek doğru temsil biçimini, sadece bilincin bağımsız yapısı olacağı inancını benimsiyor.

Yonca Karakaş Creates Dreamy Alternative Universes — Visual Atelier 8
Google Haberlere Abone ol

Fatih Tan

Diyarbakırlı sanatçı ve küratör Yonca Karakaş, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Fotoğraf ve Video programından mezun olmuş ve 2014 yılında Y O N K A adlı kişisel stüdyosunu kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında birçok önemli galerilerin sergilerine katılan sanatçının hatırı sayılır kurumsal ve kişisel koleksiyonların içinde de eserleri bulunuyor. Günümüzde “Pg Art Gallery”nin sanatçısı olan Yonka, üretimlerine İstanbul’daki stüdyosunda devam etmektedir.

“Yonca Karakaş, fotoğraf disiplininden hareketle belleğinde yer edinen genetik mühendisliğiyle bitki, hayvan ve insan formlarıyla kurguladığı fotoğrafları, insanın mükemmellik arayışına uzanan “-mış gibi” yaptığı durumları, kimlik ve aidiyet duygusuyla şekillenen ideal yaşam üzerinden izleyicisine aktarmaktadır. İzleyicinin ''gerçeklik'' algısını kullandığı objeler, mekân, durum ve karakterler ile değiştirerek yeni bir evren yaratmaktadır. Çerçeve içinde etler, şekerden haçlar, dev ıstakozlar, kusursuz tenler, göz temasından kaçınan android ve soğuk karakterler, genler, klonlama, bellek gibi konular üzerinden yeni bir olasılığa imkân sunmaktadır.”*

Yonka’nın sanatsal entropisi John Locke’un bilinçle ilgili meşhur önermesi olan “Tabula rasa” (boş levha) üzerinden şekillenir. Bilincin özgür kalmasını savunan bu görüş, insan deneyiminden sonraki evrede de bilincin özerk olmasının öneminin altını çizer. Yonka’nın çalışmaları Tim Burton’ın sahneleri gibi başka bir evrende geçer. Boşlukta üreyen embriyolar metamorfoz geçiren canlılarla saydam kompozisyonlarda sahnelenir. Daha da önemlisi, bana göre sanatçı, çalışmalarında hayvanı insandan, insanı makineden ayıran sınırların muğlaklaştığı cinsiyetsiz bir dünyaya gönderme yapar. Özellikle de dişi teriminin kadınları birbirine bağlayan, ortaklaştıran bir terim olarak kullanılması anlamsızdır. İnsanlarla makineler arasındaki sınırların muğlaklaştığı bir dünyada kadın ve erkek kategorilerinin giderek anlamsızlaştığının önemine değinir. Yonka, bir kadın olarak eril dilden olabildiğince kaçınır. Çünkü politik angajmanların dili her zaman erildir. Politik feminizm de bu erilliğin genelde temsilcilerinden biridir. Yonka’nın çalışmaları, kendi libidinal cinselliğinin ve kadınların kendi birikimleri üzerinden kadınların farklılığını olumlayan imgeler üretilebileceğinin en iyi örneğidir.

Yonka çalışmalarında, ideal ve mutlak bir hakikatin yansımasını bilinçten kopararak, bilincin kurgulayamadığı ve betimleyemediği yeni imajlar yaratır. Ve bu imajların dili, coğrafi geleneğin dışındadır. Dil ve dilin en karmaşık düzeyleriyle nesilden nesile aktarılan bir bakış açısı, bir zihniyet ve bir gerçekliği kurgulama tarzı insanın geleneksel yapısını en iyi ifade eden şeylerdendir. O yüzden geleneğin aşılması veya bir kenara bırakılması aslında çoğu defa söz konusu değildir. Bir bakıma geleneği yıktığımızı zannettiğimiz durumlarda bile bir geleneğin içinde kalarak hareket ederiz ve o geleneğe bu yıkıcı etkimizle bir katkıda bulunmuş oluruz. Ancak Yonka, bu geleneği yıkmayı başaran bir sanatçı olarak karşımıza çıkıyor. Kültürün fotosentezini görmezden gelerek yeni bir ideal dünya kuruyor. Sanat ile kültür arasındaki bağıntı üzerine düşündüğümüzde, kültürün edebi-mimetik bir etkinlik normuna dönüştüğünü ve bu normun estetik rejimiyle genellikle çatıştığını görürüz. Bir uygarlığın gerçekleşmemiş ve enkaza dönmüş ideallerinin toplamıdır kültür. Kültür herkese aittir. Çünkü anlamdan yoksun bir taklidin ürünüdür. Şehirle kurulan kültürel özdeşim de, edebi-duyumsamanın ve duygulanımın normatif fazlalığıdır. Çağdaş sanatın edebi normlara indirgendiği ya da edebi normlar üzerinden anlam bulduğu ölçüde, kültürel mimesis kaçınılmaz olarak devreye girer. Bu bakımdan coğrafyayla kurulan duygusal bağ da, estetik rejimin içindeki semptomatik ve totolojik analizlere genelde ket vurur. Edebi mimesis kültürel duyumsamayla madde-form üzerinden her zaman birleşir. Sanat eserlerinin dünyaları, yani kültür formları biçiminde serpilip gelişen doğal dünyaları artık var olan bir olgu değildir. Sadece düşüncenin geriye dönük tarihsel bakışında var oldukları için bugün hala sanat eseridir ya da sanat eseri geçerliliklerini korumaktadır.

Yonka’nın dünyası ise kültürden uzak bir uzlaşı dünyasıdır. Ranciére’in dediği gibi: “Uzlaşı aslında insanların kendi aralarında anlaşması değil, duyu ile anlamın anlaşmasıdır.”(1) Yonka’nın çalışmaları fütüristik coşkulardan ve konstrüktivist imgelerden uzaktır. Bir bakıma kendi duyu dünyasının bizlerin rasyonel bilinciyle kurduğu post-avangard olgunun adıdır. Uzlaşıyı rejimlerin canlı figürleriyle ve doğanın modern yapılarıyla herhangi bir özdeşime götürmeyen Yonka, aksine boş bir bilincin anlamsızlığına doğru hareket eden bir metodu izler. Bu metot yeni duyusal anlamları yakalamaya çalışarak, uzlaşıyı kendi üretimlerinin boş bilinçle hedeflenen bir uzamı gibi yeniden inşa etmeye çalışır. Uzlaşı Ranciére’in belirttiği gibi, kati suretle barış değildir. Uzlaşı bana göre de –Ranciére’den hareketle- yok sayılanın ve duyulur olanın anlamsal bölüşümüdür. Yonka, görülür olan bir dünya imgesini, belli bir estetik rejimin içine hapsederek, o dünyayı felsefi bir (idea) eylem biçiminin ilişkiselliğiyle kavramsallaştırır. Bunu da simülasyonun mantığı içinde gerçekleştirir. Ancak simülasyon mantığının içinde bunu yaparken “gerçek olanın” karşıtlığından çok, o gerçekliğin görünüşüne ve onun dirençlerine temelde karşıt bir tutum alır. Dolayısıyla çalışmalarındaki “medikalizasyon” imgelerinin sıklığı bu durumun tam da bir göstergesidir.

Sanatçının üretimleri ister doğa bilimlerinde olsun ister sosyal bilimlerde isterse de sanat rejimi içinde olsun hiç fark etmez, nesnel bir düşüncenin kurumsallaşmasının önüne geçiyor. Bununla birlikte dış gerçekliğin tek bir doğru temsil biçimini, sadece bilincin bağımsız yapısı olacağı inancını benimsiyor. Kandinsky’nin dediği gibi: “Sanattaki ilişkiler, yalnızca dışsal forma dayalı değildir, anlam ortaklığına bağlıdır.”(2) Yonka’nın da sanatta asıl anlam güttüğü nokta ise hiçbir otoriter baskıya ve hiçbir enformatik manipülasyona maruz kalmamış katışıksız bilinçtir. Mondrian, Maleviç ve Yonka gibi sanatçıların ortak noktaları, ayrı bir gerçeklik olarak sanat yapmak değildir. Asıl amaçları yaşam biçimlerini ve yeni bir yaşamın biçimsel formlarını oluşturmaktır.

Notlar:

*PG ART GALLERY sitesinden alıntıdır.

  1. Uzlaşı Çağına Notlar, Jacques Ranciére, Çev. Didem Tuna, s.10, Sel Yayınları
  2. Sanatta Ruhsallık Üzerine, Wassily Kandinsky, Çev. Gülin Ekinci, s.16, Altıkırkbeş Yayınları