YAZARLAR

Dizi sektörü kuşatma altında

Elinizde un, yağ, şeker var ya da devletin gücü, halkın vergisi ve RTÜK-free bir alan var. Ama yetmiyor değil mi? Liyakat, tecrübe, eğitim de gerekiyor. Bir alanı ele geçirmek için sosyal medyada linç yaratmak en kolayı, daha önce de örneklerini gördük. Ama bunun toplumsal kutuplaşma yaratıp kişilerin hayatına zarar vermekten başka bir karşılığı yok.

Medyanın merkezde konumlanmasının mümkün olmadığı zamanlardayız. Merkez, sembolik olarak bir dağın tepesiyse medyanın orada kalması mümkün değil; dağın iki yanından aşağıya, birbirinin karşısına konumlanıyorlar, böyle olmasını istemeseler bile. Çünkü ülkedeki siyaset o kadar kutuplaştı ki aksine izin verilmiyor. Üstelik bu sadece Türkiye’nin yaşadığı bir sorun da değil, Trump’ın başkanlığında dünya vatandaşları da deneyimleyecek bunu. Ama biz bu ülkede yıllardır böyle bir medyanın izleyicileriyiz.

90’lı yıllarda başlayan özel radyo ve televizyonlar, 2001 ekonomik krizinden sonra TMSF’nin el koyduğu medyayı iktidara gelince devlet bankalarından kredilerle dağıtan AK Parti hükümeti, 2013 yılında Gezi Parkı protestoları ve 17-25 Aralık süreci sonrası oluşan “havuz medyası” 15 Temmuz 2016’dan sonra bugüne kadar devam eden değişimle, bankacılıktan madenciliğe, enerjiden inşaat sektörüne farklı sermaye sahipleri tarafından yönetiliyor. Havuz medyasının karşısında bir ses vermeye çalışan muhalif medya ise bugün muhalif gibi gözüken farklı sektörlerden yatırımcılarla büyüyor. Bahadır Özgür’ün yazısı bize medyanın yeni sahiplerini detaylarıyla anlatıyor.

Bu zor, eşitsiz medya düzeninde günlerdir dizi sektöründeki tartışmayı izliyoruz, okuyoruz. Rekabet Kurulu’nun aylar önce yapım şirketlerine karşı başlattığı soruşturma hakkında kötü bir üslupla Eylül ayında yazılan bir yazı, konuyu kişilerin ve tabii yine kadınların özel hayatına döndürdü. Kimsenin özel hayatı kimseyi ilgilendirmez diyerek konunun bu kısmını kapatalım. Bu hafta menajerlik ajanslarına da ayrı bir soruşturma açıldı ve anladığımız kadarıyla sektörün en büyük ajansı olarak bilenen ID İletişim’in sektörde yarattığı iddia edilen eşitsiz, adaletsiz çalışma düzenine oyuncuların ses çıkarmaya başlamasıyla konu tartışılır, bilinir hale geldi. Tüm bunlar olurken bir yandan iktidar destekçilerinin başlattığı, bir nevi siyasi operasyon kokusu veren bir gündem var. Bu tip spekülatif konulara temkinli yaklaşmakla birlikte ülkede daha önce de benzer konular gördüğümüz için bu yazıda işin bu kısmıyla ilgileneceğim.

SİYASETE ALET EDİLEN REYTİNG HESAPLARI

Ana akım medyada “yandaşlar” ve mecburen öteki yanda olanların yarattığı ortamda TRT’nin kamu kuruluşu olarak reklam alıp, vergilerden pay alıp, reyting ölçümlerinde de özel televizyonlarla rekabette olması sektörde yeterince haksız bir ortam yaratmışken, Tabii dijital platformunun açılması ile tüy dikildi. ‘Kültürel hegemonyayı’ ele geçirmek için verilen mücadelede dizilerin hem ihracatla yarattığı ekonomik kazanç hem de komşu ve Müslüman ülkelerde gördüğü ilgiyle ortaya çıkan ‘yumuşak güç’ iktidarın dikkatindeydi. 2011 yılında TRT’nin reyting ölçümlerinde aldığı düşük sonuçların sorgulanması sonucu sistem değişti. Siyasi operasyon olduğunu 2016 yılına gelindiğinde iktidarın da kabul ettiği bu değişiklik, kültürel alana müdahalenin ilk örneklerindendi. Bu müdahale ile televizyon karşısındaki izleyicinin sosyo-ekonomik olarak temsiliyeti değişti, böylece ekranların içindeki hikayeler de değişti. Bu tarihten sonra siyaseti ve medyayı kutuplaşma kavramıyla tanımlamaya başladık. Aslında bu kavram oy verme davranışımıza göre hangi gazeteyi okuduğumuz, hangi kanalda haber bülteni izlediğimiz üzerine bir kavramsallaştırma içeriyordu. Dizi izlerken de kutuplaşacağımız, o dönemlerde aklımızda değildi. Ama siyaset bunu da başardı. İktidarın sesi olan televizyon kanalları sanki onlar için kurulmuşa benzeyen yapım şirketleriyle tarihi yeniden yazmaya başladılar. Diriliş Ertuğrul’dan Payitaht Abdülhamid’e bu dizileri Orta Doğu ve Asya’da bazı ülkelere sattılar. Ama dünyanın batısının düşman olarak gösterildiği, kendilerinden başka diğer bütün kimliklerin karikatürize edildiği hikayeler, dizilerimizin fenomen olduğu Latin ülkeleri ile Portekiz ve İspanya’da yeterince ilgi görmedi.

TRT'YE ÇALIŞAN YAPIM ŞİRKETLERİ

Geçtiğimiz yıl yayınlanan dizilerden 45’i 8 farklı dağıtımcıyla yurt dışına satılmış. Burak Sakar’ın derlediği verilere göre bu dizilerden 10’u TRT tarafından, 6’sı ATV tarafından satılmış. MADD Entertainment ise reyting ortalaması satış yapan diğer şirketlere göre daha yüksek 14 diziyi satmış. “İzleyicisi daha fazla, oyuncusu daha 'ünlü', alıcısı daha bol olan dizileri niye biz yapamıyoruz, satamıyoruz” diye düşünürken son 5 yılda, ilk -ve çoğunlukla tek- dizisini TRT’ye yapan 8, Tabii platformuna yapan 13 yapım şirketi kurulmuş. Devletin kanalında ve platformunda reyting kaygısı olmadan yayınlanan diziler kültürel hegemonyayı ele geçirmek için yetmeyince, “hikayeleri izleyici tarafından daha çok beğenilenlerin düzenini bozalım” deniyor şimdi. Adaletsiz, haksız bir düzen varsa bozulsun elbette, ama devlet eliyle yaratılan haksız rekabet düzeni de bozulsun!

Geçtiğimiz yıl ATV’de yayınlanan Kuruluş Osman ile TRT’de yayınlanan Gönül Dağı ve Teşkilat dizileri AB ve ABC1 gruplarında en çok izlenen ilk 10 dizi arasında yer aldı. Aynı diziler bu yıl da yüksek reytinglerle yayınlanmaya devam ediyor. TRT Kara Ağaç Destanı’yla izleyicisi çok düşük olan bir diziyi 30 bölümdür devam ettirebiliyor. ATV’de bu sezon yayınlanmaya başlayan Bir Gece Masalı ve 176 bölümdür devam eden Kuruluş Osman haricinde başlayan tüm diziler bitiyor. Kendilerine iyi senaryo ulaşmadığını, yönetmen, oyuncu, yapımcı bulamadıklarını iddia edebilecekleri bir ortam yok, istedikleri desteği alabileceklerini biliyoruz. Gündüz kuşağında televizyon izleyen her 4 haneden birinde ATV izlenirken akşam saatinde neden izlenmiyor sorusunun cevabı aslında çok basit. Gündelik hayat bu kutuplaşmayı kaldırmıyor. Siyasi arena kutuplaşabilir ama hikayeler tam da buna direnen tarafta olunca izlenir. Hikayelerin, dizilerin iyileştirici gücü olduğu müddetçe onunla özdeşleşen izleyicisi de olur.

Elinizde un, yağ, şeker var ya da devletin gücü, halkın vergisi ve RTÜK-free bir alan var. Ama yetmiyor değil mi? Liyakat, tecrübe, eğitim de gerekiyor. Bir alanı ele geçirmek için sosyal medyada linç yaratmak en kolayı, daha önce de örneklerini gördük. Ama bunun toplumsal kutuplaşma yaratıp kişilerin hayatına zarar vermekten başka bir karşılığı yok. Oysa araştırılması istenen tekelcilik iddiaları var. Bu sosyal medya linçleriyle tekelcilik iddiaları boşa düşer, ses çıkaran oyuncuların, emekçilerin sesleri duyulmaz olur. Ama kime diyorum tabii, bendeki yine naiflik.


Aylin Dağsalgüler Kimdir?

Lisans eğitimini Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. City University of London’da Uluslararası İletişim alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde Radyo-Televizyon-Sinema alanında doktora derecesini aldı. 2005 yılından itibaren İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü’nde çalışıyor. Medyanın ekonomi politiği, ağ toplumu, televizyon kültürü ve izleyici çalışmaları alanında dersler ile medya için proje üretimi dersi veriyor, bu alanlarda akademik çalışmalar yürütüyor. Avrupa Birliği, İstanbul Kalkınma Ajansı ve Poynter Institute destekli projelerde yönetici olarak çalıştı. 2015-2022 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı olarak görev yaptı. Akademik çalışmalarına ek olarak RGB YouTube kanalında Diziwiz ismiyle dizilerle ilgili 45 bölümlük bir sohbet programını öğrencileriyle birlikte hazırlayıp sundu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Toplum Ruh Sağlığı Bilim Kurulu üyesidir.