YAZARLAR

Doç. Dr. Boran Mercan: Adaletsizliğe karşı suç bir adalet tesis aracına dönüşüyor

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Boran Ali Mercan toplumsal kurumların erozyona uğradığı, yoksulluğun ve yoksunluğun arttığı ancak tüketim kültürünün daha çok görünür olduğu günümüzde, internet üzerinden örgütlenen suç çetelerinin suçu nasıl bir mesleğe, para kazanma ve geçim aracına dönüştürdüğünü anlattı.

Türkiye gündeminde uzun süredir çeteler, artan suç oranları var. İstanbul ve Türkiye’nin geneline yayılmış, hatta sınır aşan bu çeteleşme, daha önceki organize suç örgütlerinden farklı nitelikler de taşıyor. Ağırlıklı olarak 16-25 yaş grubunun sosyal medya aracılığıyla faaliyetlerini sergilediği bir suç iklimi var. Gençlerin suça itilmesinde hangi faktörler etkili? Sosyal medya ile suç arasında nasıl bir ilişki var? Sosyal medya ünlüleri burada özendirici bir role sahip mi? Yeni bir grup olarak nefret yayan ve özellikle kadınlara, hayvanlara dönük suçları kışkırtan inceller nereden çıktı? Sosyal medya platformlarının kapatılması suç ve suç şebekeleri sorununa çözüm olur mu?

Bu soruları Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Boran Ali Mercan ile konuştuk.

Mercan’a göre sosyal adalet eksikliği, piyasalaşma ve sosyal kurumların erozyonu bireyi yalnızlaştırırken iyi bir yaşama erişim önündeki imkan kısıtları suçu bir adalet tesis aracına dönüştürüyor. Sosyal medyada yaşanan temaşa da çeşitli suç eylemlerinin yarattığı sansasyonu derinleştirirken yasakçı politikalar sorunu çözmek bir yana güvenlikçi/yasakçı bir anlayışın yerleşmesine kapı aralıyor.

Doç. Dr. Boran Ali Mercan, çetelerin neden bu kadar popüler olduklarını Mühdan Sağlam'a anlattı.

Daltonlar, Redkitler, Boyun, Gündoğmuşlar, Anucurlar…v.b. Her biri İstanbul’un belli kalabalık merkezlerindeki (Beyoğlu, Kağıthane, Bahçelievler) rant kavgasından doğan “yeni nesil” çeteler. Kısa sürede sınırları aşan organizasyonlar. Bu organizasyonların yapısı Türkiye’nin hiç de yabancı olmadığı organize suç geçmişinden biraz farklı: Z kuşağından, ağırlıklı olarak 16-25 arası gençlerden oluşturuyorlar, geleneksel mafya örgütlenmesinden farklı özellikler taşıyorlar, kendi raconlarını yaratıyorlar, kontrolsüz şiddet kullanımına dayalı yeni bir hiyerarşik düzen kuruyorlar. Neden bu çeteler bu kadar popüler oldu?

Bir suç vakasını tekil boyutlarıyla ele alabilirsiniz, örneğin bir suç örgütünü ele alıp bunun yapı ve işleyişini inceleyerek bir fikir edinebilirsiniz; ancak, burada asıl sorulması gereken hangi sosyal koşul ve imkanlar bu tür suç örgütlerinin vücut bulmasına olanak veriyor olmalı. Türkiye toplumunda piyasa sistemi 1980’lerden itibaren ve özellikle son 20 yılda önemli ölçüde yerleşikleşti. Piyasa değer ve güçlerinin toplumun neredeyse tamamına nüfuz ettiği, hakim olduğu bir toplumsal yaşantı var. Dolayısıyla insanların tekil ve yalnız bireyler olarak arzu ettikleri yaşama sahip olabilmek için gerekli araçlardan yoksunluğu kaçınılmaz bir rekabeti ve mücadeleyi beraberinde getiriyor. Ancak bu noktada Türkiye’de yığınların, bilhassa çocukların ve gençlerin sosyal medya gibi mecralarda tanık oldukları, kendilerine ideal olarak sunulan tüketim ve yaşam tarzına ve de konfora ulaşabilmelerini mümkün kılacak araçlardan ve fırsatlardan yoksun olduğunu görüyoruz.

‘ÇETELER GENÇLERİN TEK BAŞINA ELDE EDEMEYECEKLERİ ŞEYLERİ BİR ARAYA GELEREK BAŞARMA ÇALIŞMALARININ ÜRÜNÜ’

Suç araştırmalarının yüz yılı aşan tarihinde çeteler, genelde dışlanan ve alt-sınıf toplumsal kesimlerden gelen gençlerin, aksi halde tek başlarına elde edemeyecekleri şeyleri bir araya gelerek başarmaya çalışmalarının ürünüdür diyebiliriz. Yani tekil olarak maruz kaldıkları asimetrik, çarpık toplumsal ilişkilere, maddi eşitsizlik ve dışlanma koşullarına karşı çeteler, kolektif bir yanıt olarak tezahür ediyorlar. Özellikle şehrin belli kesimlerinde, çöküntü mahallerinde onları bir araya getiren bir fenomen olarak karşımızda. Yani özetle, bu grupları maddi ve kültürel toplumsal eşitsizliklere karşı verilen kolektif bir yanıt ve çözüm çabası olarak değerlendirmemiz gerekiyor.

Türkiye’de son yıllarda alım gücünü ciddi sarsan ekonomik kriz, siyasal ve sosyal yönlü kısıtlar karşısında sıklıkla şunu duyuyoruz. Bu koşullar altında Z kuşağının bir evi arabası olamayacak. İyi eğitim alan gençlerin çok düşük ücretlere çalışmaya mahkûm bırakıldığını duyuyoruz. Benzer biçimde anketlere yansıyacak şekilde gençlerin önemli bir kısmı geleceğe umutla bakmıyor, iyi bir eğitimle, çabayla hak ettikleri hayatı yaşayacaklarını düşünmüyorlar. Bu grubun bir kısmı yurtdışına giderken bir kısmı bu koşullarda yaşamını sürdürüyor. Sosyal, siyasal, ekonomik koşullarda yaşanan bu dramatik gerileme gençlerin suça yönelmesine nasıl bir etkide bulunuyor?

Maddi eşitsizlik ve dışlanmışlık derken şunu kastediyoruz; aslında içine doğduğunuz toplumsal ortam ve koşullar, yaşam boyu karşılaşacağımız imkan ve imkansızlıkları önemli ölçüde belirler. Toplumsal sınıf eşitsizliği ya da etnik eşitsizlik meselesi tam da bu noktaya işaret eder. Böyle bir eşitsizlik halinin belirleyiciliğini öncelikle tespit etmemiz lazım. Kişinin içine doğduğu eşitsizlikçi toplumsal koşulların dışına çıkabileceği imkanlara sahip olması önemli. İçinde bulunduğumuz koşullarda küresel kapitalist tüketim kültürünün bir sonucu olarak çeşitli tüketim nesnelerine, görsellere ve sembollere internet, sosyal medya aracılığıyla anında tanık olmak, bunlardan haberdar olmak artık mümkünken; bunlara sahip olmak ve bunları tüketmek için özellikle alt sınıf, yoksul kesimler için verili imkanlar yetersiz kalıyor. Kültür olarak dahil olurken maddi olarak dışlanan kesimlerden bahsediyoruz: Bu, bir giyim markası, lezzetli bir yiyecek ya da lüks bir aksesuar–araç-gereç–eşya olabilir. Herkes müreffeh bir hayat ister ancak koşullar buna uygun değilse üstesinden kolayca gelinemeyecek bir gerilim baş gösterir.

'PİYASA SİSTEMİNİN YERLEŞMESİ PARALELİNDE BİREYSEL BAŞARI VE BUNUN MADDİ ÖLÇÜTLERLE DEĞERLENDİRİLMESİ KANIKSANDI’

Ancak bu sorun, neden 2000’lerde daha görünür oldu derseniz, 1980’lerden itibaren süren neoliberal dönüşümün 22 yıllık AKP iktidarı döneminde tamamlandığını ve Türkiye’nin bugün küresel sisteme entegrasyonuyla birlikte karşımıza böyle bir toplumsal manzara çıktığını söyleyebiliriz. Bunun en önemli sonucu toplumsal kurumlar arasında dengesizlik ve hatta yıkım oldu. Kurumların çöküşü, toplumsal kurumların yıkımı, karşısında muhafazakar şekilde aileyi yeniden parlatarak sunmak veya dini bir çare olarak ısıtıp getirmek açıkçası bir çözüm değil; tam tersine, artık geri dönüp sığınabilecek kapsayıcı bir toplumsal doku yok maalesef, 2000’lerden beri aşınmış vaziyette. Ekonomi kurumuna şekil veren piyasa mantığı tüm yaşama nüfuz etmiş vaziyette. Piyasa sisteminin yerleşmesiyle de bireyciliğin, bireysel başarının ön plana çıktığı ve bu başarının da maddi ölçütlerle değerlendirildiği, buna ulaşmak için de rekabetin baskın olduğu bir toplumsal düzen var. Yani bir normsuzluk var ve bizatihi bunun kendisi kurumsal dengeyi bozacak şekilde bir norm haline geliyor. Aileyi piyasanın etkisi karşısında ayakta tutacak ebeveynler bir çalıştırma rejimi içerisinde ekmek parası derdinde. Kadın tüm ailenin bakımından sorumlu, sosyal refah aileye ve özelikle kadına terk edilmiş durumda. Birey kendi refahı ve geçiminden sorumlu. Eğitim buna dönük rekabetçi ve bireyci mantık üzerine kurulu. Din ise belirli bir yoruma dayalı, kapsayıcı olmaktan ziyade, ayrıksılaştırıcı ve kendini dayatıcı bir niteliğe bürünmüş vaziyette. Burada dönüp sığınılacak bir kurum yok, kişiyi suç ve suçluluktan alıkoyacak… Ancak kurumsal dengesizlik ve yıkım tek başına bir sebep değil. Burada aynı zamanda iktidarın kendi toplum projesini ortaya koymak amacıyla kapsamlı bir toplumsal dönüşüme giriştiğini tespitle mükellefiz ve bu politik projenin de toplumsal kurumların dokusunu bozarak varoluşsal açıdan güvence sağlayan ilişkileri erozyona uğrattığını söylemek mecburiyetindeyiz.

'İKTİDARIN OTORİTERLEŞMEYE BAŞLAMASIYLA BERABER SUÇ ORANLARINDA CİDDİ ARTIŞ BAŞLADI’

Piyasa ve iktidarın siyasal İslami toplum projeksiyonunun yarattığı kuralsızlık ve gerilimin sonuçlarından biri olarak suç olgusunu tartışabiliriz. Örneğin bizim yaptığımız son çalışmaya göre hırsızlık suçlarında son 20-30 yılda ciddi bir artış var, benzer bir biçimde uyuşturucu suçlarında neredeyse sekiz katlık bir artış var. Bu araştırmada iktidarın otoriterleşmeye başladığı 2011 yılı itibariyle suç oranlarının ciddi bir biçimde arttığını tespit ettik. İstatistikler bize otoriterleşmenin suça eğilimi perçinlendiğini söylüyor. İktidar siyaset olarak otoriterleşirken mevcut kurumlardaki erime de bunu tetikledi. Mahalle kültürünün kaybı, insanları bir arada tutan bağların zayıflaması, kentsel dönüşümle beraber mahallelerin heterojenleşmesi yine bu nedenler arasında gösterilebilir. İnsanların birbiriyle anlamlı ilişkisi kurmasını sağlayan, insanı yalnız hissettirmeyen kurum ve ilişkilerin kaybolması söz konusu. Günümüzde özellikle şehirlerde orta sınıf kesimlerde derin bir yalnızlaşma ve yabancılaşma görüyoruz; alt sınıflar zaten yaşam mücadelesi içinde. İşte bu süreç bir norm boşluğu yaratıyor ve neticesinde böyle bir boşluk suça eğilimi kolaylaştırıyor.

‘SUÇ/SUÇA EĞİLİM BİR ADALET TESİS MEKANİZMASINA DÖNÜŞÜYOR’

Mahalle çeteleşmelerinin, organize suç örgütlerinin yanı sıra sosyal medyanın farklı kanalları, telegram gibi Discord twich gibi yapılardan da tehditlerin, özellikle henüz reşit bile olmayan yahut 18-19 yaşında gençlerin özellikle genç kız çocuklarını hedef alan şantaj yöntemleri uyguladıklarını duyuyoruz. İlk olarak suç üzerinden gelir elde etme neden gençler arasında böyle yayınlaştı? Dahası özellikle Discord üzerinden yapılan görüşme kayıtlarında suç işleyenlerin bunu gayet normal gördüklerini, 'ekmeğimizi kazanıyoruz buna taş koyuyorlar'a varacak bir saikle suçu normalleştirdiklerini görüyoruz. Suç ile eylem pratiği arasında bu kopuşun nedeni nedir?

Bu noktada çalışma faaliyeti olarak suçtan bahsediyoruz, yani suçun kendisi bir gelir getirici faaliyet, bir tür meslek olarak görülmeye başlanıyor. İnsanların özellikle teknoloji aracılığıyla, örneğin sosyal medya platformlarında çeşitli uygulamalar vasıtasıyla başkalarının zenginliğine tanık oluşu kendi yoksulluk, yoksunluk ve yetersizlik algılarını derinleştiriyor. Başkasının varsıllığı karşısında böyle bir radikal yoksunluk hissiyatı, adaletsizliğin bireysel tecrübe edilme biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal adalet refah devleti mekanizmalarıyla yurttaşlık temelinde tesis edilmediği için, mutlak ya da göreli yoksulluğu giderecek alternatif ve bireysel adalet mekanizmaları devreye giriyor. İşte bu noktada suç/suça eğilim bir adalet tesis mekanizmasına dönüşüyor. Bu yeri gelir dükkandan ekmek çalmak olur, yeri gelir birinin elinden telefonunu alıp kaçmak olur, yeri gelir torba tutmak olur ya da bu bahsettiğiniz şantaj olur. Uyuşturucu ve hırsızlık suçları üzerine çalışmalarım buna işaret ediyordu. Herkes belirli arzu ve yaşamsal taleplere sahip, ancak sahip olunan imkan ve kısıtlar bir gerilim yaratıyor ve bu gerilimi ortadan kaldıracak, hafifletecek bir sosyal adalet mekanizması olmadığında suç burada bir adalet tesis aracına dönüşüyor. Bugün bunun da bir temaşaya döndüğünü görüyoruz.

'SOSYAL MEDYANIN ETKİSİYLE SUÇUN KÜLTÜRÜ KÜLTÜRÜN SUÇUNA DÖNÜŞTÜ’

Bahsettiğim Discord, tiktok, instagram, telegram…vb. kanalları suçun yaygınlaşmasında nasıl bir etkiye sahip?

Teknoloji ve sosyal medyanın etkisiyle bu kendi kendini besleyen bir pratiğe dönüyor. Yani artık suçun kültürü kültürün suçuna dönüşmüş vaziyette. Artık nerede suç bir kültür yaratıyor veya nerede kültür bir suça meylediyor sorusunun yanıtı belirsizleşiyor. Suç ve kültürün birbirini beslemesinde sosyal medya platformları çok önemli. Bu aynı zamanda gençlerin ya da ilgili kişilerin parçası oldukları alt kültürel gruplar içinde tanınmalarını, belli bir şana ve şöhrete kavuşmalarını sağlayan, mücadele ettikleri muhtelif kriminal sahalarda kendilerine maddi ve sembolik getiri sağlayacak bir faaliyete dönüşmüş durumda. Eskiden de suç faaliyetleri vardı, ancak bugün gördüğümüz, tecrübe ettiğimiz teknolojinin olanak ve araçlarıyla iç içe geçmiş ve ondan beslenen bir temaşa. Başka bir deyişle, bir suç temaşasıyla karşı karşıyayız. 19 yaşındaki gencin iki kadını katletmeden önce çektiği video ve sonrasında yayınlananlar suç kültürünün görsel dokusunu oluşturmaya hizmet eder nitelikte. Nitekim sansasyon ve uç duygu durumları yaratması sebebiyle hem ilgi ve merakı cezbediyor hem de böyle bir suç fiilinin sembolik manasının oluşumuna katkı sunuyor. Örneğin başka kriminal faaliyet sahalarında bulunan gençler için maddi getirilerin yanında sembolik bir getiri olarak nam salmak, adını duyurmak açısından görselliğin önemi çok büyük.

‘KİŞİSEL HEDEFLERE ULAŞIRKEN SUÇ ARTIK BİR SAKINCA OLARAK GÖRÜLMÜYOR. POLAT ÇİFTİNDE GÖRDÜĞÜMÜZ GİBİ KAHRAMANA DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR’

Gençlerin bir kısmı böylesine umutsuzken popüler hale gelen sosyal medya fenomenleri, son olarak Dilan Polat-Engin Polat çifti akıllara geliyor. İhtişamı, parayı, serveti ön plana çıkaran bir yol izliyorlar. Yargılanmaları sürüyor olmakla beraber bazı suçlara bulaştıklarına dönük ciddi karineler var. Dilan Polat’ın yalnızca Instagram’da 7 milyon takipçisi var. Bu tür isimlerin gençler ve suç arasında kurduğu ilişkiyi nasıl yorumlamak gerekiyor?

Hepimiz elimizdeki telefonla dünyanın öbür ucunda tüketilen bir ürüne ya da dinlenen bir şarkıya veya ünlü bir kişinin yaşamının detaylarına tanık oluyoruz, onları görüyoruz. Başarı sembollerinin, maddi refah ve göstergelerinin ne olduğuna dönük bir farkındalığımız, tanıklığımız var. Sosyal medya fenomenlerinin bilerek ya da bilmeyerek burada, aslında, kitlelere şöyle bir mesajı var: Herkes tıpkı onlar gibi benzer şekilde hareket ettiğinde, meşru ya da gayrimeşru benzer yolu kat ettiği takdirde onlar gibi olabilir. İçeriği itibariyle son derece egaliteryen bir mesaj aslında! Amerikan rüyası gibi herkes azmettiği takdirde başarabilir! Bu çift ve benzeri figürlerin aslında temsil ettiği, küresel kapitalizmle birlikte tüm zaman ve coğrafyalara yayılmış bir Amerikan rüyası vaadi. Ancak buradaki önemli husus şu: Kişilerin zenginlik ve şöhret gibi hedeflerine ulaşırken suçu bir araç olarak kullanmalarında artık bir sakınca görülmüyor, tersine her biri bir başarı figürü ve hikayesinin kahramanına dönüşmüş durumda.

‘OLAYI PSİKOLOJİKLEŞTİRMEK YERİNE BU OLUŞUMLARI MÜMKÜN KILAN SOSYAL KOŞULLARA BAKALIM’

Türkiye’de kadın cinayetleri, buna dönük cezasızlık kültürü yeni olmasa da her gün daha beteri diyebileceğimiz cinayetlere tanıklık ediyoruz. Son olarak İstanbul’da iki genç kadın canice denecek şekilde öldürüldü. Bu bağlamda failin geçmişi incelendiğinde incel olarak anılan gruba mensubiyeti konuşuluyor. İnceller, yükselen aşırı sağ, nefret kültürü, bunun kadınlara, hayvanlara yönelmesi, suç ve yeni kuşak arasındaki ilişkide bize ne söylüyor? Nereden çıktı bu inceller?

Pek çok farklı kültürde benzer oluşumları farklı adlandırmalarla görebilmek mümkün. Anglo-Amerikan dünyada böyle adlandırılabilir. Ancak Türkiye kültürel dokusuna da uyarlayabilmek mümkün. Yukarıda özetlediğimiz gibi piyasacı koşullar ve iktidarın kurumları aşındırıcı politikaları karşısında dışlanan, yalnızlaşan, marjinalleşen ve böylece maddi, sembolik, duygusal ve libidinal açıdan yoksunlaşıp izole olan erkek bireylerin çevreleriyle anlamlı bir ilişki kuramamasının toksik maskülen bir sonucu denilebilir. Bu anlamsızlık ve izole olma hali bir cinsel arzu nesnesine indirgenmiş kadına karşı hınç, nefret ve öfkeye dayalı türlü şekillerde şiddete dönüşüyor. Burada olayı psikolojikleştirmek yerine, bu tür alt kültürel oluşumları mümkün kılan sosyal koşullara bakmak lazım. Nasıl oldu da hangi koşullarda bu gruplar, kişiler, erkekler türedi? Sorunun toplumsal boyutunu atlamamamız gerekiyor. Yukarıda bahsettiğimiz arzular, imkanlar ve kısıtların getirdiği çatışma böylesine bir toplumsal gruplaşmanın alt yapısını hazırlıyor. Herkes iyi bir yaşam, iyi bir iş ve eş talep edecek, ancak bunu gerçekleştirme imkanları eşit değil.

‘YAŞANAN SORUNLARA KARŞI DİJİTAL PLATFORMLARI KAPATMAK ÇÖZÜM DEĞİL’

Arka arkaya yaşanan olayların ardından sosyal medyaya düzenleme konuşulmaya başlandı. Hatta Discord için erişim engeli geldi. Kapatma bir çözüm olacak mı?

Bana kalırsa yasaklama bir çözüm olmayacak. Dijital platformları ortadan kaldırmak çözüm değil, her zaman bir başka uygulama kullanılacaktır alternatif olarak. Açıkçası bu kadar çok fazla gündeme gelmesinin sebebi, yani bir ahlaki panik oluşturulmasının arka planında, bir takım ideolojik ve siyasi hedefler de olabilir. Bunun 2015’teki güvenlik paketi geçirilirken görmüştük. Benzer şekilde 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’ndaki değişim sürecinde görmüştük, hatırlarsanız o zaman bir kapkaç sorunu vardı. Özellikle İstanbul’daki kapkaç karşısında polis teşkilatının, kolluk kapasitesinin ve yetkilerinin artırılması yönünde önemli adımlar atıldı. Bu çerçevede bazı asayiş birimleri kuruldu, yeni stratejiler gündeme geldi. Sansasyonel suç fiilleri bazen yasal değişiklik veya bir yasa için kamuoyu oluşturulmasında etkili olan süreçlerdi. 2014-2015’teki çatışma sürecinde özellikle muhalif kesimler üzerindeki gözetim ve denetimi artıran iç güvenlik paketi gibi uygumalar bunun örneklerinden yine. Benzer bir durumu son olarak hayvan haklarına dönük yasa süreci ve öncesinde gördük. Bu denli kamuoyu oluşturma çabası özellikle, kanımca, devlet güvenlik paradigmasını besliyor. Toplumsal yaşamı daha çok kuşatacak bir yasal düzenleme gelebilir.


Mühdan Sağlam Kimdir?

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.