Doğru bilinen yanlışlar: Hamas sivilleri ‘canlı kalkan’ olarak mı kullanıyor?
İsrail’in iki küsur milyonluk bir açık hapishanenin hemen yanı başına düzinelerce yerleşim kurmuş oluşu, buradan gelebilecek olası bir saldırıya karşı ‘canlı kalkan yerleştirmek’ olarak değerlendirilemez mi?
Burjuva-liberal medyanın elini tereddütsüz kana buladığı bir başka savaşa tanıklık ediyoruz. Filistin’deki savaşta hikmetinden sual olunmaz sanılan nice medya kuruluşu, her zaman olduğu gibi emperyalistlerin çıkarlarını gazetecilik etiğine tercih ediyor. Haliyle bu süre içerisinde bilgi kirliliği de dayanılmaz boyutlara ulaşıyor, pek çok ‘yanlış’, kitlelere ‘doğru’ olarak sunuluyor. Analitik düşünceden, tarihsel bağlamdan uzak, basit ve keskin ifadeler ile gerçeğin arasına bir sınır çekmek gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde, sıkça gündeme getirilen “Filistinliler topraklarını Yahudilere sattı” mitini farklı yönleriyle ele almıştık. (1) Ancak dezenformasyon yağmurunda yanıtlamak gereken daha çok soru var. Hamas, Filistinlileri canlı kalkan olarak kullanıyor mu? Gelin ‘evet’ ya da ‘hayır’ deme zorunluluğu gütmeden verilebilecek gerçek yanıtları arayalım.
BİR HATIRLATMA
Bilgisayar oyunlarına aşina olanlara bilecektir, özellikle strateji oyunlarında oyunculara verilen başlangıç kaynakları aynıdır. Ayrıca ‘savaşıp, düşmanları yenme’ amaçlı bu oyunlarda oyuncuların oyuna başladıkları yerler, çevredeki kaynaklar ve stratejik üstünlük bakımından da eşittir. Fakat bu oyun tarzından sıkılan oyuncular için başka bir ayar vardır: Handikap oranı. Yani kendinize güveniyorsanız, başlangıç kaynaklarınızı ve konumunuzu, düşmanınıza kıyasla yüzde X oranında handikaplı başlatabilirsiniz.
Keşke toplumsal mücadeleler tarihinin kuralları da bilgisayar oyunu programcıları tarafından belirlenseydi. Maalesef bu dünyada ‘handikap ayarı’ her zaman muktedirler lehine düzenleniyor. İşte Filistin belki en handikaplı koşullar altında ulusal kurtuluş mücadelesi yürütüyor. Fiziksel olarak Filistinliler aleyhine korkunç teknolojik, lojistik, stratejik farklardan bahsediyoruz. Öncelikle Filistin’in 75 yıllık mücadele tarihi boyunca geçerli olan bu durumu hatırlatarak söze başlamak gerekiyor.
‘CANLI KALKAN’
“Hamas, sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyor” ithamına dair somut kanıt istendiğinde, genellikle Filistinli direniş güçlerince -ki aralarında sadece Hamas yok- İsrail’e atılan roketlerin ateşlenme yerlerinin, yerleşim yerlerine yakınlığı ifade ediliyor. Her şeyden önce içerisinde sıkışık bir şekilde birden fazla yerleşim bulunduran Gazze Şeridi 365 kilometre karelik bir alan. Bu da aşağı yukarı Türkiye’de herhangi bir ilin herhangi iki ilçenin sınırı kadar bir büyüklük demek. Aynı zamanda Gazze, dünyanın en yoğun nüfusa sahip kara parçalarından biri. Tüm bunlar yetmezmiş gibi zamanında Siyonistlerce evleri gasp edilen yüzbinlerce Filistinli nesillerdir bu küçük toprak parçasında bir de mülteci kamplarında yaşıyor. Böylesi bir alanda nereden füze atarsanız atın, sivillerden uzaklaşma şansınız yok ki. İşte 'canlı kalkan kullanıyorlar' iddiası bu durumdan kaynaklanıyor.
“Eh o zaman roket atmasınlar” diye düşünebilirsiniz. Ancak konumuz bir iddianın gerçekliğini aramak olduğu için ne böylesi bir yorumu ne de tam tersini söyleme yapma şansımız yok. Söz konusu bir savaş ve İsrail tarafınca da bir savaş olarak değerlendiriliyor. Bir savaşta yönlendirilen ithamı değerlendirirken, ideal olanı değil mevcut koşulları baz almak gerekiyor. Aksi takdirde ortada bir savaş olduğu gerçeğini reddederek toplumsal bir tartışmanın eksenini bireysel çizgimize çekmiş oluruz. Bu yüzden tek yapabileceğimiz, tartışmayı “Sivilleri kalkan olarak kullanıyorlar mı, kullanmıyorlar mı?” sorusu ile sınırlandırmaktır.
Tabii verdiğimiz bu yanıt tek başına yeterli değil. Neden mi? ‘Hamas’ın sivil kalkanları’ hikayesinde fazlasıyla somut kanıt eksik, yani aslında ortada üzerine tartışabileceğimiz veriler yok. Belki ithamın ne derece doğru olduğunu akıl yürüterek tartışabiliriz.
SİZ OLSANIZ NE DERDİNİZ?
Şöyle düşünelim: Her şeyden önce siz İsrail’in yerinde olsanız, yarattığınız gettoyu canından bezdirip nihayet yok etme planınızı nasıl açıklardınız? Devlet yetkiliniz çıkıp bir halkı ‘insansı hayvan’ olarak nitelendiriyor. Devletiniz yasaklanmış bombaların kullanımından başlayıp tıbbi yardımı, suyu, elektriği keserek kitlesel cezalandırma yöntemlerine varan dek literatürde ne kadar savaş suçu varsa bir bir işliyor... ‘Kendini savunma hakkı var’ palavrası altında soykırıma yeşil ışık yakan emperyalistleri arkasına alıp hiçbir insani kaygı gütmeden sivil alanları bombalıyorsunuz. “Kuzey Gazze’yi terk edin Güney’e gidin” dedikten sonra güneye giden sivil konvoyları vuruyorsunuz, insani yardım için tek ihtimal olan Mısır ile sınır kapısını üstelik açılması beklenen gün boydan boya dümdüz ediyorsunuz. Hastaneler, okullar, camiler, kiliseler, BM merkezleri, gazeteciler hepsi hedefiniz oluyor...
İşte, İsrail’in başında olsanız masanıza gelecek fatura bu. Çıkıp bu kan gölünü nasıl açıklardınız? “Yaptık, ne var?” mı derdiniz?
Hoş, İsrail tarafından yapılan açıklamalar çoğu zaman bundan pek uzağa gitmiyor. Yeryüzünde bir etnik temizlik ajandasına sahip tek devlet İsrail değil ancak bunları tüm çıplaklığıyla açıklasa dahi herhangi bir bedel ödeme şansı en az olan ülkelerin belki de başında geliyor. Yine de burjuva liberal medyanın yaşananları servis edebilmesi için yalan dolan da olsa bir hikayeye ihtiyacı var. Üstelik sadece Filistin meselesinde değil; emperyalistlerin ve kendi ulusal burjuvazilerinin çıkarları doğrultusunda herhangi bir gündemde özü itibariyle yine aynı ‘gerekçelendirmeleri’ aktarıyorlar. Sadece söz konusu İsrail olunca diğer ülkelere oranla hesap verilebilirlik oranı düştüğü için, anlatılan masallar kulağımızı daha fazla tırmalıyor.
SORULARIN ODAĞI
Ancak asıl odaklanılması gereken şey şu: Neden itham hakkı sadece İsrail’e tanınıyor? İsrail’in saçtığı vahşete karşı dile getirdiği açıklamalar, pek tabii Filistin cephesi için de geçerli olamaz mı? Yani ‘sivil kalkan’ meselesi üzerinden gidecek olursak aynı mantıkla, İsrail’in iki küsur milyonluk bir açık hapishanenin hemen yanı başına düzinelerce yerleşim kurmuş oluşu, buradan gelebilecek olası bir saldırıya karşı ‘canlı kalkan yerleştirmek’ olarak değerlendirilemez mi? İsrail, Filistin direniş örgütleri ile savaşta olduğunun gayet bilincinde, 7 Ekim’den önce de bu ‘tehdit’ televizyonlarda Siyonistlerce her gün işlenmiyor muydu?
Yanlış anlaşılmasın, burada mesele “Öyle midir, değil midir?” ya da “7 Ekim’de yaşananlarla İsrail’in saldırılarındaki ‘sivil kalkan’ meselesi bir mi?” sorularına yanıt aramak değil. Varmak istediğimiz yer, bir tarafın sunduğu gerekçelerin gayet diğer taraf için de geçerli olabileceği.
“İsrail’in kendini savunma hakkı” meselesi de aynı şekilde değerlendirilebilir. Bunca zamandır devam eden bir işgalin yarattığı vahşetten astronomik bir pay Filistin halkına düşerken, kalkıp tarihi dilediğimiz andan başlatma lüksümüz olabilir mi? Eğer ‘kendini savunma hakkı’, misilleme sınırlarını fazlasıyla aşan saldırıları ve kasti sivil katliamların üzerini örtecek kadar etkili bir sihirli değnekse, 7 Ekim’de yaşananlar da aynı meşru müdafaa çerçevesine girmez mi? (2)
Konunun hassasiyeti nedeniyle yine altını çizelim, herhangi bir olayı meşru göstermeye çalışmıyoruz. Burjuva-liberal propagandanın iki yüzlü olduğunu, hatta çoğu zaman kendi bindiği dalı da kestiğini, kendi sundukları önermelerle göstermeye çalışıyoruz.
*
Toplumsal mücadeleler tarihine bakarken keskin ve kaba yanıtlar vermek çok tehlikelidir. Çoğu zaman bizi bir yere götürmediği gibi, bir ulusal tarih anlatısının yörüngesine kilitlenmemize sebep olur.
Ayakları yere basan bir düşünceye sahip olmak için tekil bir örneği ‘desteklemek’ ya da tekil bir örgütü ‘kınamak’ zorunda değiliz. Saf bir empati ile tasvip etmediğimiz bir hareketi ‘anlamak’ zorunda da değiliz; tersine, tarafımızı bilip sonuna kadar karşı çıkabiliriz. Ancak derinlikli bir toplumsal olaydan bahsederken onu ‘anlamlandırmak’ zorundayız.
Burjuva-liberal medyanın savaş suçu aklama yarışında bunu başarmak çok kolay değil. Tüm bu propaganda yağmuruna karşın, Filistin meselesini irdelemek bizi sadece gerçeğe ulaştırmıyor; aynı zamanda emperyalistlerin ve burjuva-liberal medyanın maskesini bir kez daha düşürüyor.
1. Doğru bilinen yanlışlar: ‘Filistinliler Yahudilere topraklarını sattı’ mı?
2. Meşru müdafaa meselesini geçtiğimiz hafta Varşova Gettosu yazısında konuşmuştuk. Tekrar etmemek adına, dileyenler göz atabilir.
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
The Forbes köleliğin faydalarını sıraladı: Polyworking 20 Kasım 2024
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI