Doğu Akdeniz köpürüyor
Duran Emre Kanacı’nın romanı 'Büyük Deniz Köpürüyor', İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.
Cemal Tosun
2021’de yayımlanan ilk öykü kitabı 'Yapı ve Yasa' ile 2022 Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri’nin kısa listesine giren Duran Emre Kanacı’nın yeni kitabı 'Büyük Deniz Köpürüyor', İthaki Yayınları etiketiyle geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı.
'Büyük Deniz Köpürüyor', eskinin Kenan diyarında, şimdinin Doğu Akdeniz’inde bulunan Ugarit kentinin istila edilmesi sonucunda yurtlarından kaçmak zorunda kalan bir ailenin serüvenini konu edinir. En çok da ailenin küçük kızı Nepis’in. Aslında Nepis her fırsatta büyüdüğünü, olgunlaştığını söyler ama onun asıl erginleşme sürecini işte bu tekne yolculuğu oluşturur.
Evet; anne İşhat, baba Abu, küçük kardeş Bahu, dedesi Tebu ve Nepis bir teknenin karnında gizlenerek yolculuk ederler çünkü geçecekleri yerler de en az yurtları kadar tehlikelidir. Ancak bu tehlike polisiye bir matematikle ha yakalandılar ha yakalanacaklar gerilimi üzerine kurulu değildir. Kanacı romanını böyle bir heyecandan ziyade, karakterlerin geçmişleriyle kurdukları bağa ve geleceğin endişesine yaslar. Bu da romanı daha duygusal bir yere çeker.
YOKSA SİZ HÂLÂ TERÖRİST İLAN EDİLMEDİNİZ Mİ?
'Büyük Deniz Köpürüyor', bir aile serüveni olsa da, Nepis’le annesi İşhat’ın hikayeleri daha baskındır. Bu da bize erkeklerin dünyasındaki kadınların var olma mücadelelerine daha yakından bir bakış atma şansı verir. Özellikle de İşhat’ın gençliğinde yaşadığı istismar ve bu istismarın üstünün devrin inanç sistemiyle kapatılmaya çalışılması önemli bir ayrıntıdır. Zira aynı zihniyetin yüzyıllar sonra bile devam ettirilmesi ve taraftan toplayabilmesi kadın sorununun kat ettiği mesafeyi de düşünmemize yardımcı olur.
Ancak bu hakimiyet savaşı, sadece cinsiyetçi ve kabileci bir şekilde gerçekleşmez. Bu savaşın bir yansıması da göklerdeki tanrılar arasında sürer. Nepis de bir yerde, "Biz insanlar, merhametsiz yönümüzü tanrılardan miras almışız" der zaten. Ancak aradan geçen onca yıldan sonra siyasal yönetimler ve tanrılar değişse de Doğu Akdeniz’deki hakimiyet savaşları bir türlü bitmez. Kanacı da bunu kitabın başında yazdığı şu cümleyle destekler:
"Bu kitap, hissettiğimizden çok daha yakınımızda gerçekleşen savaşlardan etkilenen insanların, eğitimden adalete sosyal hizmetlerin, kaybolan mimarinin ve doğanın dünkü izini, kaydedilmiş doğu mitleri ve tarihiyle sürer."
Zihniyet meselesinin yüzyıllar sonra bile aynı seviyeden devam etmesinin bir göstergesi de ötekileşme mesesidir. Romanın bir yerinde, "Ötekinin tarafında olan, öteki olurmuş" diye bir cümle geçer. İlk bakışta gayet sıradan gelen bu cümle aslında iktidarla halkın ilişkisinin bir özetidir. O devirde Nepis’le ailesinin kaçmasına yardım edenler öteki konumunda tutulurlarken, günümüzde de bütün bir muhalefetin öteki konumda tutulduğunu, hatta ve hatta "teröristleştirildiği" söyleyebiliriz.
Yoksa siz hâlâ terörist ilan edilmediniz mi?
ZAMANSIZ VE MEKANLI
Kanacı kitabın başında bir de, "Bugünün izini Arap şiiriyle" sürdüğünü söyler. Yedi bölümden oluşan kitabın her bölümünün başında Arap şiirinden çeşitli alıntılar okuruz. Alıntılar bölümlerin duygusuyla alakalı olsa da, bölgedeki kadının var olma mücadelesine dokunduğu için ister istemez zamansız ve mekanlı bir yere sahip olur. Evet, zamansız ve mekanlı.
Tabii kitaptaki şiirler sadece bunlar değildir. Kanacı’nın kendi yazdığı ve kitabın çeşitli yerlerine dağıttığı bir şiiri de mevcuttur. Bu şiirin "Akkor" adıyla daha evvel "Huzursuz Kelimeler" adlı bir seçkide yayınladığını söyleyen Kanacı şiirin bir kısımda şöyle der:
“Bir yıldızın ışığında göçtük bizler,
ben ve kardeşlerim,
başlangıçtan sona.
Çekirdeğine tutunduk savrulmamak için
gökkubbenin uzak kıyılarına
ve taşıdık onu; eski yerinde tükenmiş,
tüketilmiş toprağı,
tırnaklarımızın altında..”
Kanacı bölgede yaşanan bir savaşın ve o savaştan kaçan sığınmacıların trajedisini anlatır ama bu kaçışın günümüzdeki kaçıştan çok da farklı olmadığını dolaylı yoldan bize gösterir. Tabii bunu, uluslararası dengeleri, AK Parti’nin sığınmacılar üzerinden yaptığı pazarlıkları vs. bir yana bırakarak, sadece ve sadece insanların trajedileri üzerinden söylüyorum.
Göçlerin sadece Türkiye’yi değil, bütün dünyayı peyderpey sağa çektiği, peyderpey muhafazakârlaştırıp faşizanlaştırdığı ise sadece bugüne has bir sorun değil ne yazık ki. Bakınız Marcel Mauss – Sosyoloji ve Antropoloji.
UGARİTÇE ÖRNEKLERİ
Ayrıca kitaptaki bölüm adlarının Ugaritçe yazılması da dikkat çeken bir unsur. Kanacı kitabın notlar kısmında Ugarit kültürü ve diliyle çok alakadar olduğundan bahseder. Hatta Nepis Ael’in hikayesini yazmak için Fernand Braudel’in 'Bellek ve Akdeniz', David Abulafia’nın 'Büyük Deniz' ve Amelie Kuhrt’un iki ciltlik 'Eski Çağda Yakındoğu' adlı kitaplarından yararlandığını belirtir.
Son kertede 'Büyük Deniz Köpürüyor', Doğu Akdeniz’le, tarihle, mitolojiyle ilgilenen okurların seveceği bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.