Doğu Akdeniz ve Körfez jeopolitiğinde bütünleşmeye doğru
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile yaşadığı anlaşmazlığa önce başta Fransa ve AB’nin ama zaman içinde Suudi Arabistan ve BAE’nin dahil olması bu bölgedeki Batı merkezli askeri yapılanmanın güçlenmesine yol açtı. Bu süreçte Yunanistan ve Güney Kıbrıs, önce İsrail ve Mısır ile yakınlaştılar. Kıbrıs adası daha fazla askerileşti, Mısır bir süredir özellikle deniz kuvvetlerini çok geliştirdi, Yunanistan ve Güney Kıbrıs askeri harcamalarını hızla artırdılar.
Körfez bölgesinde bir yanda Katar, karşısında ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasındaki anlaşmazlığın Ocak ayı başında sona ermesi, iki ülke arasındaki sorunun çözülmesinden öte bir anlam taşıyor. Bu yazıda Körfez’deki gelişmelerin ABD’nin bir süredir oluşturmaya çalıştığı yeni stratejisi ve Doğu Akdeniz, İsrail ve İran ile ilişkilerle bağlantılı olduğunu ve bölge jeopolitiğinde yaşanmakta olan dönüşümle ilgili olduğunu tartışacağım. Bu çerçevede Doğu Akdeniz ve Körfez’de, Türkiye’nin de parçası olduğu bloklaşmanın giderek bu iki bölge arasındaki askeri, siyasal ve enerji işbirliğinin güçlenmesine, ABD’nin yeni geliştirmeye çalıştığı stratejiye uygun bir şekle dönüşmesine yol açtığını savunacağım. Körfez ile Doğu Akdeniz giderek bütünleşik bir stratejik bölge haline geliyor ve ABD müttefikleri arasındaki bu çekişmeler, bazı sorunlar yaratmakla birlikte, bu iki bölgedeki ilişkileri sıkılaştırarak, ABD stratejisine hizmet etmesini sağlıyor.
ABD STRATEJİSİNDE DÖNÜŞÜM
Aslında ABD son on yıldır stratejik dikkatini Pasifik bölgesine kaydırmaya çalışıyor. Buna neden gerek duyulduğu herkesin malumu. Bu noktada ABD’nin önemli bir askeri varlık bulundurduğu ve askeri müdahale/operasyonlar, istihbarat, vekalet savaşı, silahlı drone operasyonları ve suikastler gibi eylemlere başvurduğu Ortadoğu bölgesi öne çıkıyor. En son Rand Corporation’un yayınladığı “Kısıtlanmayı Uygulamak” başlıklı raporunda da belirtildiği gibi ABD’nin enerjisini bölgesel sorun ve müdahalelerle harcamasının sakıncaları daha çok göz batıyor. Bu çerçevede ABD’nin en çok müdahalede bulunduğu ve askeri angajmana girdiği Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Körfez bölgesindeki varlığı daha çok tartışılır hale geldi. Askeri güç kullanımından kaçınma ve sorunlu bölgelerdeki askeri varlığı azaltma politikasının Obama döneminde başladığını ve 2011 Libya müdahalesinden bu yana ABD’nin kapsamlı bir askeri müdahalede bulunmadığını hatırlamak gerekiyor. Obama, Irak ve Afganistan’dan savaşan askerleri çekme kararı alırken, kimyasal silah kullanım iddialarına rağmen Suriye’ye müdahaleden kaçındı, onun yerine “arkadan liderlik” politikası izledi ve bunlar içeride müdahaleci kesimler tarafından sert bir biçimde eleştirildi. Trump, başa geçince bir güç gösterisinde bulunarak Suriye’ye füze saldırısında bulundu ama başka bir müdahalesi olmadı, hatta görevini bırakırken bununla övündü. Bir süredir ABD karar verme sürecine dahil olan çevrelerde Ortadoğu’dan çekilmeye dair canlı bir tartışma yürütülüyor. Fakat çekilme, yani askeri varlığı azaltma ve müdahaleden kaçınma, beraberinde başka sorunları getiriyor. Bunlar, bölgede Çin ve Rusya gibi aktörlerin etkisinin artması, İran’ın baskılanmasının zora girmesi ve İsrail’in güvenliği. O yüzden şu anda tam bir çekilme gündemde değil ama kesin olan bir nokta, ABD’nin aşamalı olarak bölgedeki müttefiklerinin daha fazla sorumluluk almasını istiyor olması. Bunun için de bölge ülkeleri arasındaki sorunların çözülmesi gerekiyordu.
DÖNÜŞÜMÜN HALKALARI
Genişletilmiş Ortadoğu bölgesinde içinden geçtiğimiz dönüşümün birkaç boyutu var ve bunlar birbirini tamamlıyor. Bunlardan ilki bölge ülkelerinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi. BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas’ın İsrail ile diplomatik ilişki kurması, el altından yürütülen ilişkilerin resmileşmesini ve İsrail’in psikolojik üstünlük elde etmesini sağladı. Bunu diğer bazı ülkeler de izleyebilir.
Suudi blokunun ablukaya bir son vermeyi kabul ederek Katar ile ilişkileri normalleştirmesi, bu dönüşümün ikinci halkası oldu. 3,5 yıl süren ablukadan sonuçta Katar geri adım atmadan kurtulmuş oldu. Bu gelişmeyi Suudilerin Biden’e hazırlık yapması, Trump’ın Biden’a gitmeden önce sahayı temizlemesi, İran’a karşı yeni bir hamle için zemin oluşturma, ekonomik zorluklar gibi yorumlarla tanımlayanlar oldu. Öncelikle bunun için Trump’ın damadı Jared Kushner ve ekibinin büyük çaba sarf ettiğini ama bu politikanın doğrudan Trump ile ilgili olmadığını belirtmek gerek. Sonuçta, Körfez bölgesindeki bu çekişme fazla uzamıştı ve hem İsrail’in konumunun güçlendirilmesi, hem de İran karşıtı blokun sağlamlaştırılması için bu anlaşmazlığın sonlandırılması gerekiyordu.
DOĞU AKDENİZ’DE ARTAN ASKERİLEŞME
Bu dönüşümün üçüncü halkası Körfez bölgesi ile Doğu Akdeniz jeopolitiğinin bütünleşmeye başlaması, bu iki bölgedeki ABD müttefikleri arasındaki askeri, siyasal ve ekonomik/enerji alanındaki yakınlaşmanın artmasıydı. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile yaşadığı anlaşmazlığa önce başta Fransa ve AB’nin ama zaman içinde Suudi Arabistan ve BAE’nin dahil olması bu bölgedeki Batı merkezli askeri yapılanmanın güçlenmesine yol açtı. Bu süreçte Yunanistan ve Güney Kıbrıs, önce İsrail ve Mısır ile yakınlaştılar. Kıbrıs adası daha fazla askerileşti, Mısır bir süredir özellikle deniz kuvvetlerini çok geliştirdi, Yunanistan ve Güney Kıbrıs askeri harcamalarını hızla artırdılar. Bu arada, daha önce pek rastlanmayan bir şekilde Almanya ve Fransa da İsrail ile askeri olarak yakınlaştılar, 2017’de İsrail’in Necef çölündeki tatbikata Fransız jetleri de katıldı. Yine, İsrail kendi ülkesinden Ürdün, Filistin Yönetimi, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerine ulaşacak bir demiryolu fikrini ortaya atarak, Körfez’i karadan ulaşım olarak Doğu Akdeniz’e bağlayacak yeni bir hat kurmayı gündeme getirdi.
YUNANİSTAN KONUMUNU YENİDEN KEŞFEDİYOR
Tabii ki dünyadaki bütün ülkeler gibi Yunanlılar da Doğu Akdeniz, Balkanlar hattında bir geçiş ülkesi olarak stratejik önemlerini arada vurgulamayı ihmal etmezlerdi. Ama Yunanistan Batı ile ilişkilerinde Eski Yunan kimliğini önde tutmayı tercih ederdi. Türkiye ile Doğu Akdeniz’de giriştiği rekabet Yunanistan’a stratejik bir üstünlük sağlamaya başladı. Aynı anda hem AB’ye, İsrail ve Mısır’a, hem de ABD’ye ve Körfez ülkelerine yakın bir ülke haline geldi. Türkiye dost kaybederken Yunanistan yeni dostlar edindi, eski dostluklarını güçlendirdi. Türkiye’nin Katar’a yaklaşması Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı da bu bölgeye soktu ve bu iki ülke Suudi Arabistan ve BAE ile askeri ve enerji alanındaki işbirliklerini artırdılar. Yunanlı bazı yorumcular, Türkiye’deki algılamanın aksine, bunu Brüksel’in kendilerini, Türkiye karşısında yeterince güçlü bir şekilde savunmamasına bağladılar. AB’nin destek olmadığı Yunanistan mecburen Ortadoğu’ya yöneliyordu. Oysa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın Körfez ile yakınlaşmasının bundan öteye daha derin stratejik boyutu vardı. Örneğin, Eylül 2019’da Yemen’den Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine drone saldırısı sonrası Yunanistan bu ülkeye patriot bataryaları vermeyi önerdi. Burada tuhaf bir durum vardı çünkü Suudi Arabistan pekala bunları ABD’den alabilirdi. Yunanistan Dışişleri Bakanı'nın Washington’ta yaptığı ziyarette, ABD Dışişleri'nin Atina’yı Suudilere patriot vermeye teşvik ettiği anlaşıldı. Zaten bir süredir Suudi Arabistan ve BAE, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile ortak deniz tatbikatlarına katılıyor, hatta Suudiler Türkiye ile ilişkileri düzeltme niyetlerini açıkladıktan sonra bile Girit’e F-15 uçağı gönderiyorlardı. Bu arada BAE Güney Kıbrıs ile stratejik işbirliği geliştirdi ve hem Atina, hem de Güney Kıbrıs ile Körfez ülkeleri arasında yoğun bir diplomatik trafik yaşandı. Körfez ülkelerinin Doğu Akdeniz’e askeri angajmanlarına ilk kez tanık olunuyordu.
YENİ BİR JEOPOLİTİK EKSEN
Bir yanda Katar-Türkiye, öte yanda Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, BAE arasında ilk başta bir kutuplaşma olarak görülüyordu. Ama sonuçları itibariyle baktığımızda Suudi Arabistan ile BAE’nin Doğu Akdeniz’e askeri olarak uzanmaları, Yunanistan’ın ise Körfez’e patriot bataryalarıyla, Türkiye’nin Katar’a üs ve daha geniş bir askeri varlık ile yerleşmesi, bu iki bölgedeki karşılıklı askeri bağların kurulmasına yol açıyordu. Tarihinde ilk kez Yunanistan’dan Mısır ve İsrail'e oradan Körfez’e kadar uzanan bütünleşik bir stratejik hat oluşturuyordu. Bu noktada Ocak 2020’de ilan edilen Doğu Akdeniz Gaz Forumu, şu anki enerji fiyatları açısından Avrupa’ya uzanacak bir boru hattı inşa etme projesi gerçekçi olmasa da, bu ülkeleri biraraya getiren bir diğer platform oldu. Buna BAE de gözlemci olarak dahil edildi.
Tam bu bağlamda, Türkiye açısından iki kritik gelişme yaşandı. Bunlardan ilki,
AKP yönetiminin Yunanistan ile olan gerginliği azaltma kararıydı. Bunda AB yaptırım olasılığı ve ABD ile eşgüdüm içinde hareket edeceğini açıklaması rol oynasa da, Doğu Akdeniz’deki gerilimi azaltan bir etkisi olduğu açık.
İkincisi, Katar Suudi bloku arasındaki uzlaşma, iki deniz havzası arasındaki bağların güçlenmesine hizmet etme imkanı yarattı. İlk aşamada hem Erdoğan yönetimi hem de Suudiler birbirlerine sıcak mesajlar vermeye başladı. Katar ilişkilerin düzelmesi için arabulucu olabileceğini açıkladı. Dolayısıyla, Körfez ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bundan sonra daha da gelişmesi beklenebilir.
Bu süreçte Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile de ilişkilerinin normalleştiğini görmek, AKP pragmatizmi açısından şaşırtıcı olmayacaktır. Zaten İsrail, Türkiye’yi Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda görmek istediklerini açıkladı. Böylelikle, Körfez ile Doğu Akdeniz arasındaki eksik halkanın da tamamlanması mümkün olacaktır.
Katar ile diğerleri arasındaki anlaşmazlığın bitmesinin ardından Suudi Arabistan’ın Yunanistan’a savaş uçağı göndermesi ve BAE’nin Güney Kıbrıs ile askeri işbirliği anlaşması imzalaması daha geniş bir stratejik çerçeve içinde hareket edildiğini gösteriyor.
Bu türden bir askeri, güvenlik ağının iki bölgedeki ABD müttefikleri arasında kurulması bir yandan Çin’in Bir Yol Bir Kuşak hattı üzerindeki ABD tahkimatının artmasına, öte yandan da gerekirse ABD’nin bölgedeki askeri yükünü azaltmasına hizmet edecektir. Bu sürecin daha en başından ABD tarafından öngörülerek işlendiğini söylemek fazla iddialı olsa ve bunu destekleyecek bir veri olmasa da, sonuçta bu sürecin sonunda İran karşıtı cephenin güçleneceği, bu yeni statükonun İsrail’in güvenliğine daha fazla hizmet edeceği ve bölgedeki güç dengesi açısından ABD’yi rahatlatacağı ortadadır.
AKP hükümetinin Biden yönetimiyle iyi bir başlangıç için hem Suudiler ve bu kadar ağır suçlama ve sahada karşı karşıya gelişten sonra BAE ile yakınlaşma hem de Doğu Akdeniz’de daha uyumlu bir görüntü vermeye çalıştığı görülmektedir.