Doğu Türkistan mı, Sincan Uygur özerk bölgesi mi?
SUÖB olarak kabul edilen siyasal sınırlarda Çin’in yaptığı uygulamalara tutarlı ve kararlı bir yaklaşımla karşı çıkılmalı. Her platformda Çin’den imzaladığı BM sözleşmelerini uygulaması istenmeli.
Doğu Türkistan Türk İslam Cumhuriyeti 1949 yılında Çinlilerce işgal edilip tamamen ele geçirilir, Çin’in 19.eyaleti ve 5. Özerk bölgesi olan Sincan Uygur Özerk Bölgesi (SUÖB) ismini alır.
SUÖB Çin'in en önemli maden işletmelerinin yüzde 85’ine sahip. Burada altın, pırlanta, bakır, uranyum, doğalgaz, petrol ve toplamda 138 çeşit maden bulunur. Çin’in enerji ihtiyacının çoğu buradan karşılanır. Boru hatları, önemli sanayi tesisleri, ipek yolu buradan geçer. Rusya’ya karşı tampon bölge oluşu stratejik önemini arttırır. Çin’in trilyon dolarlık “Kuşak Yol Projesi”nin Beijing’den başlayıp Urumçi’den Asya'ya dağılan önemli kolları da buradan geçer. Tarımda pamuk ve meyvecilikte Çin’in önde gelen üretim alanıdır. Çin için vazgeçilmez bir öneme sahiptir diyebiliriz.
1949 yılında SUÖB’de yaşayan Han (Çinli) nüfusu yüzde 7 iken, Sincan’da kurulmuş endüstri tesislerine yerleştirilmek suretiyle zamanla toplam nüfusun yüzde 40’ına ulaştırılır. Bir yandan da kafileler halinde Uygurlu genç kızlar Çin’in iç bölgelerine sürgün edilir. İnsanların kendi iradeleri dışında zorla çalıştırıldığı yegane yer SUÖB’dir. Uygur Türkü aynı işi yapan Hanlıdan daha az ücret; eğitim, sağlık ve ekonomi açısından da daha az hizmet alır.
5 Temmuz 2009’da dünya devletlerinin gözü bir anda SUÖB’ne yönelir. Uygur Türkleri, sokağa dökülmüş, yer yer şiddetli çatışmalar olmuş, ÇKP, olayları çok sert biçimde bastırmış, yüzlerce Uygur Türkü öldürülmüş, binlercesi yaralanmış, on binlercesi tutuklanmıştır. Batılı gazeteciler SUÖB'nde olan biteni raporlaştırarak duyurmaya başlar. Bu raporlar ve Çin'i terk etmek zorunda kalmış Uygurluların anlatımları sonrası Doğu Türkistan'da sert asimilasyon politikalarının uygulandığı uluslararası kamuoyunun gündeminde kalıcı yer bulmuştur.
2016 yılında Çin’de “aile olmak” projesi başlatılır. Her Uygurlu ailenin evine bir Çinli görevli zorla yerleştirilerek aile mahremiyeti tamamen ortadan kaldırılmış, Uygurlu Türklerin özel hayatı gözetim altına alınmış, Uygur kültürünü taşıdığından şüphelenilen her Uygurlu “Mesleki Beceri Okulu” adı altında kurulan toplama kamplarına zorla yerleştirilmiştir. Kamplarda Çince, Çin uygarlık tarihi, Çin dansları, Çin Komünist Partisi ideolojisi ve ülke lideri Şi Cinping sevgisi dayatılır. İddialara göre bir milyonu aşkın Uygur Türk’ü bu kamplarda zorla tutulmaktadır. Çin Ankara büyükelçisi Deng Li, DW Türkçe haber kanalına verdiği röportajda “Toplama Kampı” iddialarını yalanlar: “Amacımız terör eğilimi gösteren vatandaşlarımızı önleyici tedbir ile bu okullarda topluma kazandırmaktır.” der. Tepki toplayan bu uygulamayı sonlandırmama gerekçesi olarak da bağımsız iradelerinden söz edip geri adım atmayacakları mesajı verir.
Çin’de tam olarak neyin olup bittiğini bilmek güç olsa da Türkiye’de yaşayan elli bin Uygur Türk’ünün aileleriyle görüşemedikleri, Uygurluların gözetim altında olduğu, cezaevlerinde girişte fiziksel sağlık durumlarıyla ilgili detaylı kontroller yapıldığı, birçok Uygur Türk’ünün organları için ortalıktan kaybedildiği, cezaevlerinde tecavüz ve işkencenin rutin yapıldığı iddialarını işitiyoruz.
Çin diasporadaki Uygurlu Türkleri de izler. Bu konuda önemli bir kanıt şöyledir: 7.2.2021’de Çinli teknoloji devi Huawei’nin Danimarka İletişim Müdürü Tommy Zwicky, Huawei'de kullanılan yazılımlarda “Uygurlara yönelik yüz tanıma” sisteminin varlığını öğrenir, ardından görevinden istifa eder. Bu haber uluslararası yayın yapan birçok haber kanalında yayınlanır.
Çin’in çevre ülkelerle yaptığı siyasi-ticari her türlü anlaşmada hükümetlerden Uygur Türkleri ile ilgili herhangi bir tavır içerisinde olmamaları hakkında sözleşmelere zorlayıcı maddeler koyduğu, ayrıca Doğu Türkistan’da yaşayan insanların her türlü sivil hak arama çabasını terör ve güvenlik sorunu olarak yansıttığı ve Doğu Türkistan meselesinde ilişki içinde olduğu devletlerden kendisine taraf olmalarını istediği bir gerçek.
Uygur Türklerinin büyük beklentilerine rağmen tarih boyunca Türkiye’den umulan destek hiçbir dönem gelmez. Anadolu Türkleri ile Uygur Türklerinin ilişkileri daima zayıf kalır. Türkiye-Çin ticari ilişkileri daima Türkiye aleyhine olur. Çin, Ege ve Kıbrıs konularında da Türkiye’ye destek olmaz. Son 10 yılık karşılıklı ticarette Çin, Türkiye'ye 100 milyar dolardan fazla üstünlük sağlar.
Urumçi olayları sonucu katledilen yüzlerce Uygur Türkü için dünyada Çin’e en sert tepkiyi o günlerde “adeta soykırım” diyen Türkiye Başbakanı Erdoğan verir. Çin’in sert cevabı üzerine Dışişleri Bakanlığı “Tek Çin’den yanayız, yanlış anlaşıldık.” diye Erdoğan’ın sözlerini yumuşatarak durumu izaha çalışır. 2019 yılında Çin ziyareti esnasında tam tersi bir durum yaşanır. Urumçi’ye uğrayan Başbakan Erdoğan: “Çin’in Sincan bölgesindeki insanların Çin’in gelişimi ve refahı içinde, mutlu bir yaşam sürdüğü bir gerçektir.” der ve bu sözler haberlere konu olur. Haber duyulup Türkiye’de özellikle milliyetçi çevrelerle Uygurlu göçmenler tarafından tepkiyle karşılanınca Dışişleri Bakanlığı derhal haberin “çeviri hatası” olduğunu ifade ederek, durumu toparlamaya çalışır.
2000’li yıllara dek baskıdan kaçarak Türkiye’ye yerleşen Uygur Türkleri, Türkiye merkezli bir yapılanmayla dünyaya seslerini duyurur. Ancak Türkiye’nin Çin’in talebiyle lider düzeyindeki Uygurluları sınır dışı etmesi ve Uygur sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini kısıtlaması sayesinde Uygurlu aydınlar Avrupa ve ABD’ye dağılır. Doğu Türkistan’da yaşanan baskı ve asimilasyon politikası böylece Uygurlu aydınlarca dünyaya duyurulmaya başlanır. Özellikle Urumçi katliamı sonrası SUÖB ilgi odağı haline gelir. Birçok ülkeden Çin’e şeffaflık çağrısı yapılır, kınama mesajı yayınlanır. BM’de çeşitli oturumlarda konu gündeme taşınır. 2020 yılında 39 ülke Almanya önderliğinde, Çin’e toplama kamplarında tutulan bir milyonu aşkın Uygur Türkü’nün derhal serbest bırakılması için ortak bir çağrı mektubu yollar. Maalesef Türkiye bu mektuba imza atmaz. Kınama mektubunda İslâmın baskın yaşandığı devletlerden sadece Arnavutluk ile Bosna Hersek’in yer alması, hiçbir Ortadoğulu devletin yer almaması ise Çin’in hem bu ülkeler üzerindeki caydırıcı gücünün, hem de İslâmı temsil etme iddiasındaki ülke yönetimlerinin Uygur meselesindeki tutarsızlığının göstergesidir.
Kanada ve Hollanda parlamentoları SUÖB’nde Çin’in uygulamalarını soykırım olarak tanır. Kanada Dışişleri Bakanı Garneu: “Keyfi gözaltı, yeniden eğitim, zorla çalıştırma, işkence ve zorla kısırlaştırma gibi Sincan’daki insan hakları ihlallerine dair korkunç raporlardan derinden rahatsız olmaya devam ediyoruz.’’ der ve şöyle devam eder: “Soykırım iddialarına yanıt olarak şeffaf ve güvenilir bir uluslararası soruşturma çağrımızı bir kez daha yineliyoruz.”(22.02.2021 Euronews)
Türkiye, “Tek Çin” politikasıyla SUÖB’ni benimser. Dışişleri bakanı Çavuşoğlu Çin ziyaretinde yaptığı açıklamada: “Çin’in güvenliğini kendi güvenliğimiz gibi görüyoruz. Gerek ülkemizde gerek bölgemizde Çin’e yönelik hiçbir olumsuz faaliyete izin vermiyoruz” der. (03.08.2017 DW) Ardından 2019 yılında Çin’i ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın: “Ancak bu konuyu istismar eden yaklaşımlar da var. Bu istismarlar da Türk-Çin ilişkilerinde olumsuz yansımalara neden oluyor. Bu konuda istismarlara fırsat vermemek lazım.” sözleri politikayı özetler. (04.07.2019 Sabah)
Uygur Türkleri hakkında Türkiye kamuoyunda da kafalar karışıktır: Etnik kimlik siyaseti yapan MHP ve BBP gibi bazı partiler muhalefet konumundayken dillendirdikleri rahatsızlıkları iktidar veya iktidar ortağı olduklarında sessiz kalarak geçiştirirler, sol siyaset yapan TKP, TİP, SOL Parti gibi bazı partiler panislamizm gerekçesiyle konuya soğuk yaklaşırlar. Avrasyacı Vatan Partisi ise Doğu Türkistan meselesinin ABD’nin Çin’i zor durumda bırakmak için yürüttüğü kara propaganda faaliyeti olduğunu iddia ederek Çin taraftarlığı yaparken, HDP, CHP ve İYİP gibi güçlü muhalefet partileri ise basın açıklamaları ve dönem dönem meclise önergeler vererek Uygur Türklerinin yanında olduklarını ifade ederler.
İnsan düşünmeden edemiyor, Doğu Türkistan uygulamaları hakkında ticari sırların sakladığı başka bir pazarlık var mıdır? Kanal İstanbul, boğazdan üç katlı geçişler, Konya’daki bazı projeler, Sivas-Erzincan demiryolu projesi için neden Çin ile hareket edilir, bu işlerin kaybeden tarafı Türkiye değil midir?
Peki, 2015 resmi rakamlarına göre nüfusu 13,5 milyonu aşan Uygur Türkleri meselesine doğru yaklaşım nasıl olmalıdır?
Türkiye’nin Çin’e karşı politik özgüvensizliği giderek otoriterleşen ve kendi yurttaşlarından demokrasiyi esirgeyen bir politik çizginin, başka ülkelerde yaşanan antidemokratik uygulamalar karşısında tepki verirsem beni de suçlarlar tutumu ve acizliğidir. Böylesi bir insani mesele “ticaretimiz bozulur seviyesine” indirilemez. Oysa içerde ve dışarıda kimden gelirse gelsin, kime karşı yapılırsa yapılsın insan hak ve özgürlüklerine yapılan saldırılar ilkesel olarak kınanmalı, buna göre tavır takınılmalı. Bu prensiple SUÖB olarak kabul edilen siyasal sınırlarda Çin’in yaptığı uygulamalara tutarlı ve kararlı bir yaklaşımla karşı çıkılmalı. Her platformda Çin’den imzaladığı BM sözleşmelerini bir an önce uygulaması istenmeli. Ne pahasına olursa olsun “suçluların iadesi” anlaşması uygulanmamalı, sığınmacı Uygurluların hiçbiri Çin’e iade edilmemeli. Çin ile yapılan ticaret Türkiye lehine sınırlandırılmalı. Çin’in Uygur Türklerine karşı işlediği suçlardan vazgeçmesi için uluslararası toplum ile ortak hareket ederek çaba sarf edilmelidir.