Dolunay Katilleri: 'Osageler uzun yaşamazlar'
"Dolunay Katilleri", iyi bir uyarlama. Belgesel tarih ve araştırma türündeki kitabın, güçlü epik-dramatik anlatımla kurgulanması, Scorsese'nin sinema diliyle yeni tarih yazımı yaptığına işaret ediyor.
1800’lerin başı… Oklahoma… Henüz ABD’ye bağlı bir eyalet değil. Verimsiz, çorak ve dağlık alanlardan oluşan ve ucuza alınıp satılan arazilere sahip bir bölge. Hemen kuzeyinde Kansas ve Missouri. Buraları Oklahoma’dan daha verimli ve Amerika yerlilerinin yoğun yaşadığı, beyaz yerleşimcilerin akın ettiği, Osage halkının da terk etmek zorunda kaldıkları, sürüldükleri vatanları.
Sürülen Osage halkının Oklahoma’yı tercih etme nedenleri; buradaki arazileri ucuza satın alabilme şansı ve dışarıdan gelen yerleşimcilerin bu tür verimsiz ve tepelik yerleri istila etme ihtimalinin düşük olmasıydı. Osage şefi de bir konsey toplantısında bu durumu vurgular: "Eğer halkım, arazinin tam yerleşime elverişli olduğu bir yere, batıya giderse, beyaz adam bizim yerleşkemize gelecek ve ‘toprağınızı istiyoruz’ diyecek… Sonra arazi bitecek ve Osagelerin yuvası kalmayacak." Göç eden Osageler, istilacı yerleşimcilere cazip gelmesin diye bile bile bu topraklara yerleşmeyi tercih etmişlerdir.
Osageler, Oklahoma’daki yerleşim yerlerini (rezervasyon alanı) düşük ücrete de olsa satın almışlardır. Zira yüzyıl bile geçmeden bu arazilerden petrol fışkıracak ve toprakları parasıyla satın aldıkları için petrol üzerinde de hak sahibi olacaklardır.
"Dolunay Katilleri" (Killers of the Flower Moon) filminin açılış sahnesinde bir ayin var. Kazık benzeri bir sopa kutsanır ve toprağa gömülür. Yeni topraklara kazık çakma ritüeliyle, artık yeni yerimiz burası mesajı verilir. Böylece film, Osagelerin Oklahoma’ya sürgünü sonrasını işleyeceğini bize gösterir. Bu ayinde asimilasyonun, özünü yitirmenin kaçınılmaz olduğu da vurgulanır. Yeni dili öğrenme zorunluluğu ve kendi dillerini unutacak olmanın kaçınılmazlığı da ayin sahnesinde anlatılır. Sürülen halkın akıbetinin ne olacağı hatırlatılır bu giriş sahnesiyle.
PETROL ZENGİNİ OSAGELER
Dünyada petrol kuyusu kazma tarihi çok eski değildir. İlk ticari petrol kuyuları 1850’lerde açılıyor. Filmin geçtiği coğrafyada da 1900-1920’ler arası çok sayıda petrol sondajı yapılıyor ve Osage halkının esas zenginleştiği tarihler bu aralıkta.
1900’lü yılların başları, ABD’de petrol sondajlarının arttığı yıllar bir yandan. Bir petrol tüccarının zenginleşme hikayesini anlatan ve Upton Sinclair’in yazdığı 'Oil' romanından uyarlanan "Kan Dökülecek" (There Will Be Blood) filminde de petrol kuyusunun kazıldığı tarih 1902. Günümüzde sınırlı sayıda büyük petrol şirketinin tekelinde olan petrol ticareti, 1900’lü yılların başında, irili ufaklı çok sayıda girişimci ve şirket eliyle yürütülüyor. Petrolün bulunduğu araziyi kiralayacak parası olan şahıslar dahi küçük çapta petrol kuyusu kazıp petrol işine girebiliyor. 'Oil' kitabındaki girişimci de arazi kiralayarak kuyu kazıyor ve çıkan petrolle zenginleşiyor. Bu üretim tarzı Osagelerin de zenginleşmesinin önünü açıyor. Çünkü arazisinde petrol olan herkes, arazisini şirket ya da şahıslara kiraya verebiliyor.
Osageler, sürüldükleri bu toprakları satın alarak yerleştiğinden ve ABD hükümeti ile yaptıkları anlaşma gereği, Osage topraklarından çıkan her türlü maden ve yakıt Osage kabilesine ait olacağından, arazilerini petrol arayıcılarına kiraya verebiliyorlardı. Osageler petrolü kendisi çıkarmamakta, petrol yüklü arazilerini yüksek fiyattan kiraya vermekte ve petrol gelirlerine belli hisseden ortak olmaktaydılar. Bu da sürekli bir gelir demekti.
Kabile kısa süre içinde keşif için daha çok araziyi daha fazla arayıcıya kiralar. Çoğu arazide petrol çıkar. Osageler gittikçe zenginleşirler.
GÜNDELİK HAYAT
ABD hükümeti, Osageleri daha güneye sürdükten sonra, burada da onları asimile etme peşindeydi. Merkeze bağlı bir birim olan Kızılderili İşleri Bürosu kurulmuştu. Bu büro yoluyla, özellikle yeni kuşak yerli nüfusa, beyazların dili ve dini öğretilmekteydi. Filmde gördüğümüz birçok sahnede, Osage halkını Katolik kilisesinde ibadet ederken görürüz.
Filmde bize gösterilen yıllar, 1916-1925 yılları arasıdır. Ernest’in (Leonardo DiCaprio) trenden indiği ve Osage’ye geldiği yıl, filmde görünmese de muhtemelen 1916 yılıdır. Ernest’in Mollie ile evlendiği yıl, kayıtlara göre 1917 yılıdır.
Mollie, 7 yaşındayken (1894 yılı), Kızılderili İşleri komiseri tarafından zorla Katolik okuluna (St. Louis) gönderilir. Komiser, Mollie’nin ailesine, “Kızılderililer, beyaz adamın yöntemlerine uyacaktır; ister gönül rızasıyla ister zorla” diyerek, kızlarını bu okula gitmeye zorlar.
Yatılı olarak gittiği bu okulda yılın 8 ayı eğitim görür. Okulda, kendi Osage dilini konuşması yasaktır. İngilizce konuşma zorunluluğu vardır. Katolik kitap ve metinleri okutulur. Günün her saati planlıdır. Piyano, güzel sanatlar, coğrafya ve aritmetik de öğrenirler. Amaç Mollie’yi ve yaşıtlarını okul aracılığıyla asimile etmek ve onu "ideal kadın" haline getirmektir.
Filmde gördüğümüz Osageler, artık çoğunlukla asimile olmuş ve Katolikleşmiş kuşaktandır.
Osageler, geldikleri coğrafyada yaşayan beyaz halk tarafından aşağılanıyor ve ayrımcılığa maruz kalıyordu. Kendilerine her şey fiyatının çok üstünde satılıyordu. Filmde hatırlayacak olursak, Ernest tarafından Anna’nın cenaze masrafları için ödeme yapılacağı sırada, normalde 300 dolar tutan cenaze masrafına 2 bin dolar istenmişti. Ernest’in tepkisi ise fahiş fiyat politikasına işaret ediyordu: “Bana da mı Osage fiyatı çekiyorsun?”
O dönemde beyaz adamın bir Kızılderili'yi öldürmesi cinayet değil, hayvana zulüm olarak görülüyordu. Filmdeki suikast sahneleri hatırlanacak olursa, cinayetlerin özensizliğinin nedenini anlamak kolaylaşacaktır. Cinayeti işleyen tetikçiler yargılanmayacakları ve Osagelerin öldürülmesinin pek tepki yaratmayacağından emin olduğundan, intihar süsü verilerek işlenmesi tembihlenen cinayetler için dahi özensiz davranmakta, kişiyi gelişigüzel ateş ederek öldürmektedirler. Filmin başlarında, belgesel tarzında sırayla gösterilen birkaç cinayet, “no investigation” (soruşturma yok) diye bitirilerek, Osagelerin yaşam hakkının değersizliği, hiçbir cinayetin soruşturulmadığı belirtiliyor.
Osageler, petrol zengini olduktan sonra, bir süreliğine oldukça refah bir hayat sürerler. Hemen hepsinin evi, hizmetçisi, şoförü, arabaları vardır (Mollie’nin de hizmetçisinin olduğunu hatırlayalım). Ancak bu zenginlik artmasına rağmen, aşağılanmaktan ve öldürülmekten kurtulamamışlardır. Vesayet sistemi ile paralarını yönetme hakları ellerinden alınmış; miras hakkını gasp etmeye çalışan evlendikleri beyaz adamlar tarafından öldürülmüşlerdir. Ernest de böyle bir adamdır.
VESAYET
Mollie’nin filmde ilk belirdiği sahnede, pek anlam veremediğimiz bir diyalog yaşanıyor.
Bu sahnede anlıyoruz ki Mollie “kısıtlı”. Tedavi için yaptığı harcamaların hesabını veriyor. Kendisine sorulan sorular aşağılayıcı nitelikte: “Tedavin başarılı oldu mu?” Daha sonra annesinin de kısıtlı olduğunu öğreniyoruz. Annesinin marketten satın aldığı et için ödediği paranın hesabı soruluyor: “Sence bu kadar et fazla değil mi?” diye. Sonrasında kapıyı çarpıp çıkıyor. Bu sahnede, kısıtlanmanın aşağılayıcı yönlerinden bir kısmı gösteriliyor.
Osageler, sürüldükleri bu toprakları satın alarak buraya yerleştiklerinden ve hükümetle anlaşmaları gereği topraktaki doğal maden ve petrole sahip olduğundan, bu zenginliğe devlet dokunamıyordu. Çareyi daha sonra buldu; vesayet…
ABD hükümeti, birçok Osage’nin paralarını idare edemeyeceği bahanesiyle, Kızılderili İşleri Bürosu'ndan, kabilenin hangi üyelerinin tröst fonlarını (petrolden gelen zenginliği) yönetebileceğine karar vermesini istemişti. Osageler parayı harcama konusunda “yetersiz” kabul edilerek kısıtlandı ve tüm harcamalarını denetleyen ve yetkilendirilen yerel bir beyaz vasi tayin etmek zorunda kaldılar.
Osagelerin petrolden gelen zenginliği arttıkça, beyaz sermaye sınıfı, vesayet sınırlamalarını daha da sıkılaştırdı. 1921’de Kongre, Osagelerin paralarını nasıl harcayacaklarını belirleyen daha acımasız bir yasa çıkardı. Artık vasiler, sadece mali durumu denetlemekle kalmayacak, aynı zamanda bu Osage yerlilerini kısıtlayacaktı. Kısıtlanan kişiler, milyon dolar sahibi olmasına rağmen yılda birkaç bin dolardan fazla para çekemeyecekti. Kabilenin seksen yaşlarındaki son hanedan üyesi şefi, yaptığı açıklamada; “Çok sayıda küçük çocuğumuz var, onları yetiştirmek, okutmak istiyoruz. Rahat olmalarını istiyoruz. Paramızın bizi umursamayan birileri tarafından alıkonulmasını istemiyoruz. Paramızı şimdi istiyoruz. O bizim paramız. Paramızın sırf biz kullanmayalım diye bir zorbanın elinde durmasını istemiyoruz. Bu hepimize yapılan bir haksızlıktır. Bize bir avuç küçük çocuk gibi muamele edilmesini istemiyoruz. Bizler yetişkiniz, kendi başımızın çaresine bakabiliriz” diyerek isyan etmişti.
Vasiler genellikle Osage County’deki en önde gelen beyaz vatandaşlar arasından seçilirdi. Mollie evlenince vasisi kocası Ernest oldu. Osageli kadınlarla evlenmek, beyaz erkekler için iki sebeple çok cazipti. Biri, bu kadınların petrol zengini olması, diğeri ise onlarla evlenen beyaz erkeklerin doğalında vasi olarak atanması. Yani daha kadın ölmeden onun mirasını yönetme hakkına sahip oluyordu beyaz adamlar. Bu durum (Osage kadınlarıyla evlenmek arzusu) o kadar yaygındı ki, filme soruşturmacı Tom White’ın dahil olduğu bölümde, soruşturma kadrosundaki bir ajan kendini “dışarıdan buraya evlenmek için gelen bir adam” olarak tanıtıyor ve bu durum sırıtmıyordu.
MOLLIE VE AİLESİ: CİNAYETLER
Mollie, annesi Lizzie ile yaşıyor. Kardeşleri Anna, Rita ve Minnie.
Anna, 1921’de silahla öldürülüyor; annesi Lizzie ve Minnie zehirlenerek, Rita ise evi bombayla havaya uçurularak…
Mollie de zehirlenerek öldürülmeye çalışılsa da soruşturma ekibi cinayetleri araştırınca bu durumun farkına varıyor ve Mollie tedavi edilerek kurtarılıyor.
Mollie ve ailesinin hikayesi, ilk kez etraflıca soruşturulduğu için ve Soruşturma Bürosu tarafından tarafından artık dikkate alınmak zorunda kalındığı için önem taşıyor. Bugüne kadar öldürülen Osageler için soruşturma yapılmadığından, filmin merkezine de doğal olarak bu aile konulmuş oluyor. Osage cinayetleri için açılan ve etraflıca yürütülen ilk cinayet soruşturma dosyası…
SONUÇ: THEY DON'T LIVE LONG
Peki "Dolunay Katilleri" ismi nereden geliyor? Anlatıyor kitabın(1) giriş paragrafında Grann, betimleyerek. Tarifinin özcesi;
“Nisan ayında, Oklahoma’nın Osage bölgesindeki meşelik tepelere ve uçsuz bucaksız çayırlara milyonlarca minik çiçek yayılır. Mayıs ayında çakallar, korkunç büyüklüğe ulaşan ayın altında ulurken, uzun boylu bitkiler küçük çiçeklerin ışığını ve suyunu çala çala üzerlerine çökerler. Küçük çiçeklerin boynu bükülür, taç yaprakları uçuşur ve çok geçmeden toprağa gömülürler. Bu nedenledir ki Osage yerlileri, mayısı, gökyüzündeki ayın 'çiçek öldüren' zamanı olarak tanımlarlar.”
Bu hikayedeki çakallar, Hale ve yeğenleridir. Öldürülen küçük çiçekler, azınlıkta olan Osage yerlileridir. Mollie’nin kardeşi Anna Brown, 1921 Mayıs ayında öldürülmüştür. Osage soruşturmalarına konu edilen ve Mollie’nin ailesinden olan ilk kurbandır. Filmin (kitabın) ismi buradan gelmekte. Mollie ve ailesinin cinayetleri soruşturulana kadar, Osagelerin kaderi şu alışılageldik cümleyle geçiştiriliyordu: "They don’t live long" (Osageler uzun yaşamazlar.) Çoğu, hastalıktan erken yaşta ölüyordu; aslında zehirleniyordu. Barbar oldukları için birbirlerini vuruyorlardı; aslında suikasta kurban gidiyordu. Bir şekilde erken ölüyorlardı, uzun yaşamıyorlardı. Böylece miras hakkı beyaz vasilerinin eline geçiyordu.
Martin Scorsese sinemasının genelinde "mafya", "suç", "hesaplaşma" unsurları önem taşıdığından, bu filmin anlatısı da kendisine cazip gelmiş gibi. Özellikle son sahnede, başrol karakterlere günümüzde ne olduğu (kaç yıl ceza aldığı, nerede yaşadığı) bilgisinin verildiği bölüm, alışılageldik şekilde yazılı olarak değil, seslendirilerek (radyo tiyatrosu havasında) veriliyor. Scorsese de cameosuyla Mollie’ye ne olduğunu metinden seslendiriyor. Mollie’ye sahip çıkan tavrını sürdürüp, finalde de onu bizzat anmış oluyor.
Scorsese, dramatik anlatımdan genel olarak kaçınmış. Daha filmin başında, ayin sahnesinde ağıt yakılırken, ani sahne geçişiyle eğlenceli bir sahneye geçiliyor, yerden petrol fışkırıyor ve yerliler etrafında dans ediyor. Yine bombalı suikast sahnesi sonrası yoğun dramatik anlar gösterilecek gibi olurken, aniden sahne değişiyor ve eğlenceli bir pazar sahnesine geçiliyor. Filmi duygu yoğunluğuyla değil, düşünerek izlememizi sağlıyor bu tarzla. Dramatik tarzla bu konuyu işleyip izletmek ne kadar kolaysa, türü bozarak izletmek de sıra dışı olduğundan, o kadar riskli. Bu riski göze alıyor yönetmen ve çok da güçlü bir anlatım elde etmiş gibi görünüyor.
Film, iyi bir uyarlama. Belgesel tarih ve araştırma türünde bir kitabın, bu kadar güçlü bir epik-dramatik anlatımla kurgulanması, Scorsese ve ekibinin sinema diliyle yeni bir tarih yazımı yaptığına da işaret ediyor.
1. Dolunay Katilleri: OSage Cinayetleri VE FBI’ın Doğuşu, David Grann, İthaki Yayınları, 2. Baskı-2023 (Yazıda kullandığımız veriler bu kitaptan alınmıştır.)