Domenico Starnone’nin çizdiği hayaletler
Domenico Starnone'nin yeni romanı ‘Şaka’, Meryem Mine Çilingiroğlu çevirisiyle Sahi Kitap tarafından yayımlandı. Starnone kendini olduğu gibi, dosdoğru, yalın bir şekilde ifade edebilen anlatıcılara sahip olan ve başta telaştan uzak görünen hikâyelerin de nasıl gerilim dolu olabileceğini gösteriyor.
Domenico Starnone’nin Sahi Kitap tarafından yayımlanan romanı ‘Şaka’, bir dede-torunun ilişkisi üzerinden hayatı, yaş almayı ve insanın hafızası ile ruh durumu arasındaki gerilimi ele alıyor. Orijinal adı ‘Scherzetto’ olan romanın Türkçe çevirisi Meryem Mine Çilingiroğlu’na ait. İtalya’nın Napoli’sinde hayat bulan bu uzun hikâye, hem romanın anlatıcısı hem de başkişisi konumunda yer alan sanatçı Daniele Mallarico’nun aktardıkları aracılığıyla Napoli sokaklarına, kültürüne ve insanlarına ait birçok unsur da barındırıyor. Starnone’nin Napolili olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, yazarın aşina olduğu bir bölgeye odaklanmayı, kendi insanlarının diliyle konuşmayı tercih ettiğini söylemek mümkün. Bu tutumunun yine Napoli’nin ruhunu yansıtan Elena Ferrante’yi hatırlattığını da...
Starnone, lise öğretmenliği yaptığı yıllarda deneyimlediği ilginç hadiselerle ilgili yazdığı yazılarla adını duyurmuş bir yazar. Çeşitli gazeteler ve mizah dergilerinde yayımlanan yazılarından sonra, roman yazmaya başlayan yazarın kitapları filmlere konu oldu. ‘La scuola’ (1995) ve ‘Denti’ (2000) adlı filmler romanlarından uyarlandı. Öte yandan, ‘Via Gemito’ adlı romanı İtalya’nın prestijli ödüllerinden Strega’ya değer görüldü. Starnone’nin Napoli’yle olan bağı, bahsettiğim üzere, Elena Ferrante’yi hatırlatıyordu. Öyle ki 2006 yılında kimliği bir sır gibi gizlenen yazar Ferrante olma ihtimali üzerinde duruldu ve Starnone çeşitli iddialarla gündeme geldi. Bugün Roma’da yaşamını sürdüren yazar, çağdaş İtalyan edebiyatının önemli bir parçası.
BELKİ DE ASIL ŞAKA NAPOLİ’YE DÖNMEKTİR
‘Eski’ bir eve dönmek, her zaman zor. Çocukluğumuzu, ilk gençliğimizi geçirdiğimiz sokakları bile isteye terk ettiysek o sokaklarda yeniden yürümek zor. Anılar arasında bir gezintiye çıkmak, tanıdık yüzlerle karşılaşmak, kaçtığımız bir kente yeniden ayak basmak zor. Yazar Starnone, uzun bir ömrün bütün deneyimlerine sahip olan sanatçı Daniele Mallarico üzerinden ‘dönmek’ meselesini kurcalıyor ‘Şaka’da. Onun tabiriyle ‘hayaletli bir ev’ aracılığıyla...
70’li yaşlarında bir dede ve asla durmak, yorulmak bilmeyen 4 yaşında bir çocuk; Mallarico ve Mario. Biri uzun bir yolun sonunda, diğeri henüz ilk adımlarını atıyor. Aralarında harika bir dede-torun ilişkisi yok, üstelik Mallarico ne bir çocuğun nazıyla oynayacak karakterde ne de onun peşinde koşacak enerjiye sahip. Starnone, henüz birinci sayfada ömrünü çizerek geçirmiş olan Mallarico’nun kendini anlatmasına imkân tanıyarak onun hem fiziki hem de ruhsal durumunu anlamamızı sağlıyor. 70’ini geçmiş olan ve uzun süredir dul olduğu için yalnız yaşamaya alışmış olan sanatçı Mallarico, fiziksel ve zihinsel olarak oldukça savunmasız. Görünüşe göre dostları yahut bir çevresi kalmamış, muhatap olduğu genç editör dışında arayanı da yok. Starnone, kendi halinde, kendi düzeninde yaşayan ihtiyarın yarattığı bu ‘güvenli alanı’ tehdit edecek bir olay geliştiriyor ve hikâye de böyle başlıyor.
Evlendiğinden beri Napoli’de, Mallarico’nun anne ve babasından miras aldığı evde yaşayan Betta, babasını oğlu Mario’ya bakmak için Milano’dan Napoli’ye davet ediyor. Yine sözlerinden anladığımız kadarıyla Mallarico’nun ne kızıyla ne kızının eşiyle ne de torunuyla yakın bir ilişkisi yok. Ağır bir ameliyattan yeni çıktığını ve iyileşme sürecinin de yavaş ilerlediğini bildiğimiz ihtiyar, bunlar yaşanırken de yalnız kalmış, yalnızca kızından birkaç telefon almış. Böylesine derin bir yalnızlığa gömüldüğünden, yalnızca kendisine yönlendirilen çizim işlerini yaparak oyalandığından, Mallarico ne Napoli’ye gitmek istiyor ne de torununa bakmak için herhangi bir heves kırıntısı gösteriyor. Üstelik yeni bir iş alıyor ve bu işi yetiştirmek için kısıtlı bir zamanı var. Yeteneğinin de yaş aldıkça onu terk ettiğini hesaba kattığımızda, ihtiyarın bu davete gönülsüzce icabet ettiğini söylemek mümkün.
“Evdeki her şey, derhal, uygunsuz bir kıyafete bürünmüş gibi geldi gözüme. Ya da kıyafet uygundu da, ne bileyim, sanki zift kaplı bir magmaya, bir timsaha, bir bonobo maymununa ya da daha da kötüsü, probiontlara, gelişigüzel birleşmiş organizmalara giydirilmiş gibiydi.” (s. 17)
Mallarico, hayaletli eve adım atar atmaz bu evde kendisine ‘yabancı’ birçok unsur olduğunu fark ediyor. Kızı ve eşi arasında hiç bitmeyen bir gerilim var. Bu gerilim çocukları Mario’ya yansımasa da evde bir huzursuzluk atmosferi yarattığı ve ne kadar ‘mutlu aile tablosu’ çizilse de bunda başarıya ulaşılmadığı aşikâr. Mario’nun bilmiş tavrı, ukala konuşma tarzı, her zaman ‘ben’ diyen dili ve kendini/yalnızlığını oyalamak için icat ettiği oyunlar bunun en mühim göstergesi. ‘Normal’ bir çocuktan çok farklı Mario. Keskin bıçaklar kullanabiliyor, akşam yemeği yahut kahvaltı hazırlayabiliyor, cezveyi suyla doldurup ocağın altını yakabiliyor; elektrikli aletlerle, ulaşamadığı yerlere ulaşmak için sandalyelerle, ağır alet çantasıyla bile mükemmel bir ilişkisi var. Starnone, Mario’yu bu nitelikleriyle çizerek okurda müthiş bir merak duygusu uyandırıyor. Mallarico ise anne ve babasının her davranışına durmadan övgüler yağdırdığı Mario için şöyle düşünüyor: “Çok büyük birisi olduğunu zannederek büyüyecek, diye düşündüm içimden, dünyaya çok büyük şeyler yapmak için geldiğini düşünecek.” (s. 90) Öte yandan, zamanla ihtiyar Mallarico’nun bir çocuğa, Mario’nunsa bir yetişkine benzediğini fark ediyoruz romanda. Bu da yaş almanın getirilerini ve insan hayatının nasıl bir döngüye sahip olduğunu yüzümüze vuruyor.
HEPİMİZ HAYALETLERLE YAŞIYORUZ
Romanın en ilgi çekici yanlarından biri Mallarico ve Mario’nun zıt kutuplar olarak çizilmesi ve Mallarico’nun Mario’nun hareketleri sayesinde birçok şeye karşı tavrını yeniden keşfetmesi. Üstelik bu ikilinin bir bağ kurmasını sağlayan ‘ortak’ bir yetenekleri de var: Resim kabiliyeti. Birbirini tamamlayan bu ikiliden Mallarico, el yıkamaktan mutfağı düzenli tutmaya kadar çocuğa öğretilmiş davranışlar üzerinden kendi ebeveynliğini ve kızını nasıl büyüttüklerini hatırlıyor; Mario’ya ters gelen sigara içme, küfür etme gibi davranışlarıyla da kendi gençliğini, delikanlılığını, babasına olan nefretini, Napoli sokaklarında içinde onlarca Mallarico’yla yaşadığı ve diğerlerini bastırarak saygın bir sanatçı olanı seçtiği günleri...
“Ben bedenlenmiştim, geri kalanlarsa bir hayalet olarak kalmıştı. Ve işte şimdi bu hayaletler ergenliğimin geçtiği dairede, artık Betta’ya, Saverio’ya, Mario’ya ait olan evin oturma odasında duruyorlardı. Hepsi de lehçeleriyle, uygunsuz hal ve arzularıyla, en ufak bir anlaşmazlıkta patlamaya hazır kötülükleriyle orada toplanmışlardı. Benim ihtimaller arasında en imkânsız olanı seçmiş olmamı ve seçimimi biraz olsun taviz vermeden savunmuş olmamı affetmiyorlardı. Onları kovmuştum ama asla tamamen değil. Onları ister istemez hayatta tutan ve daima istedikleri bedenim ölümle siliniverdiğinde, ancak o zaman tamamen dağılacaklardı.” (s. 70)
‘Şaka’da bu keşiflerden fazlası da var. Mallarico’nun çizimlerini yapacağı yeni işi, yani Henry James'in ‘The Jolly Corner’ hikâyesiyle ‘Şaka’ arasında metinlerarası bağlar mevcut. Bir hayalet hikâyesi olan ‘The Jolly Corner’ı hatırlayalım. James’in hikâyesinde Spencer Brydon adlı kişinin bir ‘ikinci benliği’ olduğunu, 30 yıldan fazla bir süre sonra New York’a geri dönen Brydon’ın büyüdüğü evde, gösterişli hayaletle korkunç bir karşılaşma yaşadığını görüyoruz. Ayrıca ‘New York’u terk etmeseydi nasıl bir hayatı olurdu’ meselesine takıntılı olduğunu da. Tıpkı Napoli’den uzaklaşan Mallarico gibi. Bu bağ, çizim yapmakta zorlanan ihtiyarın James’in hayaletlerini değil de kendi Napoliten benliğindeki hayaletleri çizmeye karar vermesine sebep oluyor. Ayrıca, romanda torunuyla hapsolduğu evde, bir kaos ortamında işini yapmaya çalışan Mallarico’nun yardımına ilk koşanın da babasının hayaleti olduğunu, Joker’in ihtiyara babasını çağrıştırdığını anlıyoruz.
Babasının kumar destesi tutan elleri ve destedeki Joker... Romanın sonunda bulunan ve Mallarico’nun tuttuğu notlar ile çizimlerini içeren, kaybettiği eşiyle ve kızıyla olan ilişkisi hakkında da bilgi sahibi olduğumuz “Ek” başlıklı bölümde, Joker hakkındaki fikirlerini açıkça görmek mümkün:
“Babamın Henry James’le ne alakası olduğunu hikâyenin tamamını okuduğumda anladım. Metindeki bir şeyler, eserin ismi de olan jokere mıhlanmıştı ve aklıma iskambil kâğıtlarını getirmişti. (...) okudukça, metinde bana tanıdık gelen bir şeyler olduğunu hissettim ve babamın bütün benliğiyle, hatta soluğuyla, kazanmasını sağlayacak olan kâğıtları kendine çekmeyi umarken duyduğu şiddetli heyecanı düşündüm.” (s. 144-145)
Starnone, ek bölümde yer alan günlüğü andıran notlar ve çizimlerle anlatısını desteklemiş, kahramanını kanlı canlı bir şekilde sunmuş okuruna. Yine bu notlar arasında Mallarico’nun Mario’nun yüzünü Joker’in yüzüne benzettiğini de okuyoruz. Romanda dede-torunun birlikte resim yaptığı sahne, Mario’nun Mallarico’nun çizimleri hakkında yaptığı yorumlar ve Mallarico’nun bu yorumlara karşı tavrı önemli bir yer tutuyor. Torunu Mario, zor beğenen yapısıyla ve 4 yaşında bir çocuk olmasına rağmen dedesine getirdiği eleştirilerle Mallarico’nun içindeki çatışmayı destekliyor. Diğer yandan ikisinin arasındaki farklar, en başta hız farkı, yine bir çatışma yaratıyor.
Mallarico’yu roman boyunca gergin görmemizin sebebi bu. Dede-torun arasında gelişen ‘şaka yapma’ oyununun sınırları aştığı balkon sahnesinde, roman boyunca dört duvar arasında hapsolmuşluğun hissettirdiği gerilimin zirveye vardığını söyleyebilirim. Romanın bütününeyse çağdaş İtalyan edebiyatının öne çıkan niteliklerinden gerçekçi ve ağdadan uzak anlatım tarzı hâkim. Türkçe çeviri de oldukça akıcı.
‘Şaka’; kendini olduğu gibi, dosdoğru, yalın bir şekilde ifade edebilen anlatıcılara sahip olan ve başta telaştan uzak görünen hikâyelerin de nasıl gerilim dolu olabileceğini gösteriyor. Mallarico ve Mario’nun birbirine yaptığı şakalardan adını alan roman, uzaktan bakıldığında bir dede-torunun ‘sıradan’ olarak değerlendirilebilecek ilişkisinin nasıl bir kaos ortamı yaratabileceğini ortaya koyuyor. Ritmiyle okurunda durmadan yeni bir şeyler olabileceği beklentisi yaratıyor. Ancak, Mallarico’nun hem içindeki hayaletlerle hem Napoli’yle hem de eski evindekilerle yaşadığı çatışmanın, işiyle, yeteneğiyle ilgili kuşkularının ve çocukluğundaki öfkesinin asla yok olmayacağına dair endişesinin ötesine de geçmiyor.