YAZARLAR

Dönüp geriye bakmak

Ülke olarak zor bir yıl geçirdik, birçok öğrenimimiz oldu, yorgun ve bıkkınız. Arşivimizi açıp bir gün daha doğru kararlar vereceğimize, öğretileri, verileri doğru kullanacağımıza dair umudumu kaybetmiyorum. Kaybetmememin sebebi de tam da “Arşiv” gibi sergiler; anlatacak çok şeyi olan kıymetli sanatçılar, 10 yıldır yoluna devam eden Versus Art Project gibi başarılı galeriler.

Yılın son günlerinde güzel ve anlamlı bir kapanış yazısıyla yıla veda etmek isterim. Bazen denk gelir, bazen gelmez. Bu sene, denk gelen senelerden. Hem kendisi hem sanatçı ilişkileri uzun soluklu, hem teknik hem düşünsel olarak yenilikler sunan güçlü sergileri, (dönemin etkisi olarak birçoklarının kapıldığı) illaki popülere hitabet etme derdine düşüp çizgisini bozmamış, yurtdışı fuar temsiliyetleri ile İstanbul’un (gönüller çeşitlilik olsun ister ama gerçekler dolayısıyla da Türkiye’nin) en iyi galerilerinden olan Versus Art Project’in dönüp de geçen 10 yılına baktığı bir sergi ile kapatıyoruz yılı. Galeri, uzun zamandır birlikte yürüdüğü on dört çağdaş sanatçının farklı dönemlerde ürettikleri çalışmalarını 𝐀𝐫ş𝐢𝐯 sergisi ile bizlere sunuyor. Serginin, galeri yeni mekanına geçmeden önce10 senelik bir sergi almanağının yansıması olması tasarlanmış. Serginin “Arşiv” adını almasının sebebi, bu zamanlara kadar birikenlerin sanatsal pratik ile yorumlanması imiş. Galerinin kurucularından Mert Ünsal’ın derlediği bir sunum ile, arşiv fikri nasıl bambaşka açılardan ve resim, heykel, fotoğraf, video, yerleştirme gibi farklı medyumlarla yorumlanabilir sorularının cevaplarını bulduğunuz, keyifli bir geziye çıkıyorsunuz sergide.

 

Sergiye ilk girişi Ahmet Ertuğ’un müzelere daha da yakışacak dev eserleri ile yapıyoruz. Ahmet Ertuğ, kütüphanelerle ilgili araştırmalar, veriler toplayarak bu fotoğrafları uzun araştırmalar sonucu çekiyor. Sergide gördüğümüz o dev, büyüleyici, size içine çeken fotoğraflar dijital değil analog. Sanatçı, fotoğraflarını inanılmaz uğraşılar sonucu çekiyor; çektiği fotoğraflarda mekanların her detayını alıyor. Örneğin; bir fotoğraf için 5 saatte aynı yerde durup açılara bakıp, doğru ışığı bekleyip sonra bir kere deklanşöre basıyor; ya da bir iç mekan fotoğrafını çekebilmek için 3 yıl üst üste Floransa’ya gitmiş. Mekanın o döneminin arşivi olan fotoğrafları sayesinde, mekanda geziyormuş gibi bir hissiyata kapılıyorsunuz.Ertuğ’un fotoğrafları ilk kez Türkiye’de bir galeride yer alıyor.

 

Ertuğ’dan sonra sonra Ömer Pekin odasına dalıyoruz. Ömer Pekin, 2,5D cephe heykelleri tasarlıyor. Son dönemde “Soyut kavram olarak bildiğimiz renk bir materyal olabilir mi?” sorusuna kafa yoran sanatçı, verilerle çalışarak senelerce ürettiği farklı varyantların bir sonucu olarak bu sergideki üretimlere varıyor. 3 farklı eser görüyorsunuz; bir heykel, bir video, boyutların ve renklerin sınırlarını sorgulayan bir tablo.

Buradan daha alışık olduğumuz pentüre geçiyoruz. Sabo Akdağ ve sanatına küçük bir girişi önce bu yazıda sunmuş, sonra da Versus Art Project’teki (sondan bir önceki) Time Machine sergisinden bu yazıda bahsetmiştim. SABO, elbet Arşiv sergisinde yer alan sanatçılardan. Sanatçı, son sergisinde aslında tam da Arşiv’e uygun olarak hatıralara göz atmıştı Golden Hours serisi ile. Sepyalaşmış aile fotoğraflarının sanatçının yeniden yorumlayarak çizdiği resimlerinde noktalar görüyorduk. O noktalar, o anların ambiyansını sanatçıya anlatan birer veri gibiydiler. Bir gülüşün tonu, dokunuşun dokusu, havanın yumuşaklığı.... Bunun yanısıra, SABO’nun son dönemde taşındığı Berlin’de yaşadığı bürokratik engeller, yolculuk hikayeleri, yine kişisel hikayeler arşivinden bu sergiye yaptığı katkılar. SABO’nun ilk resimelerinin olduğu bir köşede Yasemin Özcan’ın 41 farklı parça üretmeyi planladığı (şu an 16. Parçadaymış) “Her şeyi hatırlamak, bir tür deliliktir” serisinden iki parça, serginin veri toplama amacına karşı eğlenceli bir zıtlık yaratıyor.

 

Sergideki fotoğraflara baktığımızda, Selim Süme’nin rastgele, herhangi bir şeye odaklanmadan çektiği hayatın içinden kareler sergide en sevdiğim eserlerden biri oldu. Korona günlükleri olarak bu Arşiv’e katılan seri, daha büyük varyantları olan daha geniş bir seriymiş, sergide sadece bir kısmı yer alıyor. Hiçbir şey olmayan hayatımızın renkleri, ailemiz, çevremizdeki kişiler, günlerin sıradanlığı en sevdiğim kayıtlardan.

Bugünden yarına uzanırken Metehan Özcan’ın dün, bugün ve yarını katmanlar halinde bize sunduğu fotoğraflarına bakıyoruz. Terk edilmiş yerler, eski aile fotoğraflarının arşivleri, yapay zekada üretilmiş, hiç olmayan karelerle birleşiyor. Özcan’ın galerideki son sergisini bu yazıda anlatmıştım. Daha detaylı bilgi ve bu sergide eserlerin neden yer aldığına dair daha net bir fikri yazıdan alabilirsiniz.

 

Sergideki bir diğer favorim ise, sergiye başka bir bakış açısı, ferahlık ve eğlence katan Yelta Köm’ün yerleştirmeleri oldu. Uygulamalardan konuştuğumuz insanlar için, daha da kötüsü bu uygulamaların sahipleri için koordinatlarımız artık açık ve net. Hepimiz “big data”nın bir parçasıyız. O dev arşivde küçücük ama istenirse cımbızla çekilip çıkarılacak rakamlarız. Yok öyle ICQ’de, MIRC’de takma isimle takılmak... Diğer yandan da insan ilişkileri giderek bu dijital networklere kaydığı için tanımadığımız insanlarla kontrolümüz olmayan dev bir dijital dünyada buluşuyoruz. Eserin söylediği gibi “Haritada olmayan yerlerde buluşuyoruz.”

Gelecek ile ilgili acayip konulara, endişelere kısa bir giriş yapıp bugüne, sonra da eski hesaplaşmalara dönüyoruz. Sergide üç eseri olan Vahit Tuna’nın fotoğrafında, etrafı harabe olmuş, çevresinde yabani otlar türemiş bir Atatürk büstü görüyoruz. Yorgun, argın, bakımsız bir ortam... Tıpkı bugünkü halimiz gibi... Sonra eski hesaplaşmalara uzanıyoruz; Larissa ArazSevgili Julia eserinde, İmroz adasının isminin Gökçeada’ya değiştirilmesini, Hülya ve Julia adında kurmaca karakterler üzerinden anlatıyor. Sürgün, yangın, aidiyet sorunları... Bir kişinin ismi değiştirildiğinde kimliği de değişir mi? Hülya “eski kendisi” Julia’ya mektup yazarken biz de milli tarihimizde pek de yer almayan gerçek tarihimizin arşivine kişisel bir hikaye üzerinden bakıyoruz.

Burçak Bingöl, HUO RF, Ege Kanar, Sibel Horada ve (daha önce Müze Gazhane’de de sergilenen serisiyle) Serkan Taycan’ın eserleri de diğer eserler gibi, “Arşiv” sergisini tamamlayan yapbozun kuvvetli parçaları. Hem lafı daha fazla uzatmamak hem de biraz sürpriz kalması için bu sanatçıların eserlerini görmeyi sizlere bırakıyorum.

Ülke olarak zor bir yıl geçirdik, birçok öğrenimimiz oldu, yorgun ve bıkkınız. Arşivimizi açıp bir gün daha doğru kararlar vereceğimize, öğretileri, verileri doğru kullanacağımıza dair umudumu kaybetmiyorum. Kaybetmememin sebebi de tam da “Arşiv” gibi sergiler; anlatacak çok şeyi olan kıymetli sanatçılar, 10 yıldır yoluna devam eden Versus Art Project gibi başarılı galeriler. Versus’un yeni yılda kısa bir aradan sonra yeni mekanında arşivini genişletmeye devam etmesi ve her şeye rağmen Türkiye sanat piyasasında yer alan, alamayan tüm sanatçıların ufkumuzu genişleten üretimlerine yılmadan devam etmeleri dilekleriyle... Yeni yılınız kutlu olsun!

“Arşiv” sergisi 25 Ocak 2025 tarihine kadar Versus Art Project’te ziyaret edilebilir.


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.