Dört kadın emeklerini birleştirdi ve Kırmızı Dükkan’ı açtı
Kendi tabirleriyle “birbirinden cadı, birbirinden dada” dört kadın bir araya geldi ve el emeklerini sergiledikleri hediyelik eşya dükkânını; “Kırmızı Dükkân”ı bugün Gümüşlük’te açtılar. Gazeteci-yazar Mine Söğüt çizimleri, oyuncu Belit Sünear etamin işlemeleri, seramik sanatçısı Zeynep Homan tasarımları, müzisyen Jehan Barbur ise takı tasarımlarıyla karşımıza çıkıyor.
MUĞLA - “Zor zamanlarda birbirinden cadı, birbirinden dada dört kadın bu işe giriştiler. Açılış var, heyecan büyük”… Bu sözler şarkılarıyla tanıdığımız Jehan Barbur’a ait. Sosyal medyadaki paylaşımında “El emeğimizi sergilediğimiz hediyelik eşya dükkânımız ‘Kırmızı Dükkân’ Gümüşlük’te 15 Şubat itibariyle açık olacak. Mine Söğüt, Belit Sünear, Zeynep Homan ve Jehan Barbur iş birliğiyle” diyor ve ekliyor: “Bekleriz...”
Kadro gerçekten ilginç; biri müzisyen, diğeri gazeteci-yazar, öbürü oyuncu… Tabiri caizse aralarında sadece birisi “profesyonel”… Muğla’nın Gümüşlük ilçesinde küçük bir dükkânda, Kırmızı Dükkân’da buluşan bu dört rengârenk kadınla kendi hikâyelerini ve bu heyecanlı buluşmayı konuştuk.
‘NE ANLARIZ BU İŞTEN? HİÇ... CAHİL CESARETİ İŞTE...’
Jehan Barbur: Pandemiyle birlikte çoğumuzun manevi ve maddi yaşamı tamamıyla değişti. Başta ne olduğunu belki pek anlayamadık. Korktuk, alıştığımız hayata alışmadığımız şekilde nasıl devam edeceğimizi bilemedik. Ne kadar sürecek, hep mi böyle devam edecek derken bir yerden sonra durumu kabul edip alışkanlıklarımızı ve kendimizi değiştirmeye karar verdik. En azından bir yanıyla benim hikâyem böyle başladı. Gümüşlük her zaman benim vaham oldu. Buradaki dostlarım da bir yanıyla ailem. Ben, Mine, Zeynep, Belit... Yaşadığımız yerin anlamı ve hayatlarımızı anlamlandırış şekillerimiz birbirinden çok farklı olsa da önemli bir açıdan çok benzeş. Birlikte bir dükkân açmasaydık belki bir gün hayalimiz olan meyhaneyi açardık, bilmiyorum.
Pandemi bizi evde üretmeye ve çalışmaya itti. Fakat biz pek evlere kapanabilen kadınlar olmadığımızdan her türlü gücümüzü birleştirip bu dükkânı açmaya karar verdik. Ne anlarız bu işten? Hiç. Cahil cesareti işte... Denemek istedik, birlikte öğrenmek, birlikte yanılmak ama özünde bir işi birlikte yapmak. Ben takılar tasarlıyorum. Bir süredir kendi köşemde bununla ciddi bir şekilde uğraşıyorum. Artık bu uğraşı dükkâna taşımış olacağım ve bundan mutluluk duyuyorum. Hiçbir şey yapmadan durmak çok zor ve hayatı yaşamaya yetersiz. Bu şekilde kendimi işe yarar hissediyorum. En yakın dostlarımla birlikte hareket ediyor olmak da bana güç veriyor. Böylesi sade ve birlikte bir hayat... Bakalım zaman ne gösterecek.
‘DAYANIŞMA YAŞATIR MESELESİ, DAYANIŞMA MUTLU DA EDERE DÖNÜŞTÜ’
Belit Sünear: Kimseye yılbaşı hediyesi alamayacağımı anladığım bir yılbaşı arifesiydi. Etik nedenlerle televizyona ve ‘kimi’ sinemaya araya mesafe koyup Bodrum’a taşınalı beş yıl olmuştu. Mesleğimle ilişki kurabildiğim tiyatro ve oyunculuk derslerini de pandemi elimden almıştı. Evde, canım anneannemin bu dünyadan göçmeden önce bana bıraktığı kocaman bir sepetin içinde etamin kumaşlara ve rengârenk ipliklere baktım durdum. Aklıma herkesin sevdiği renklerde baş harflerini işleyip lavanta keselerine dikme fikri geldi. Birkaç deneme yapmışım, yarım kalmış işler vardı sepetin içinde. Düğmem kopsa terziye koştuğum için dikiş konusunda fikrim yoktu. Kumaşları bir terziye teslim ederek nasıl keseler istediğimi tarif edip ortaya çıkan işleri sevdiklerime ve yeni gelin girdiğim aileye hediye edip hayli sükse yaptım. Pandemi koşulları ağırlaşıp da nasıl çorbayı kaynatırım diye düşünürken bir dostum ‘Neden bu keselerden yapıp satmıyorsun?’ dedi. İyi fikirdi. Instagram’da bir sayfa açtım. Birden bir dayanışma siparişi yağdı. Gidip bir dikiş makinesi aldım. Bir çarşafı parçalayıp, anneannemin bana kalan bir yüzüğünü parmağıma geçirip, ondan rehberlik isteyip kafayı gözü kıra kıra keseleri dikmeyi öğrendim sonunda. Evde hep bir şeyler işleyip diken Jale’mi izleyip farkında olmadan bir şeyler öğrenmişim demek ki. Keselerin ardından bez çantalar, çamaşır torbaları, yastık kılıfları geldi.
Sonra biricik arkadaşlarımla 'fazla iyi geçiniyoruz, bunu nasıl bozabiliriz acaba' deyip birlikte bir hayal kurduk. Güçlerimizi birleştirip bir minik dükkân tuttuk Gümüşlük köyünde. Mine’nin hayranı olduğum şahane çizimleri, Jehan’ın da benimle benzer sebeplerle başladığı, hatta bana cesaret veren rengarenk takı girişimi vardı. Zeynep ise seramik ve heykel yolculuğuna başlamış, harika kürek çekmekteydi. Kadıkalesi’nde bir rakı masasında ‘Hadi’ dedik. ‘Neden olmasın?’ Dayanışma yaşatır meselesi, dayanışma mutlu da edere dönüştü. İşte Kırmızı Dükkân böyle doğdu. Sokağımız esnafı çoğunlukla kadın. Marketinden fırınına, veterinerinden sağlıklı yiyecekler dükkânına, harika bir enerjisi var sokağımızın. Hepimizin yolu açık olsun.
‘ORTAYA KARNAVAL GİBİ BİR DÜNYA ÇIKTI’
Mine Söğüt: Ben yıllardır yanımda keçeli kalemlerle dolaşır, kumsallarda bulduğum beyaz taşlara rengârenk kuşlar, kertenkeleler, tuhaf yaratıklar çizer ve belki birisi bulur, sevinir diye çizdiklerimi çizdiğim yerde bırakırdım. Derken arkadaşlarımın evlerinin, dükkânlarının duvarlarına da çizmeye başladım. Son derece amatör ama rengârenk ve eğlenceli işler çıktı ortaya.
Derken pandemi sürecinde biz dört kadın ‘Hadi bir dükkân açalım’ dedik. Kendi profesyonel alanlarımızın dışında bir alanda üretmek ve bunları küçücük bir dükkânda sergilemek hepimizi çok heyecanlandırdı.
Aramızda sadece Zeynep Homan seramik sanatçısı. Belit, anneannesinden devraldığı elin büyüsüyle etaminler işliyor. Jehan, yıllardır sahnelere çıkarken kendisi için ürettiği o çılgın takıları yapıyor. Ben sağa sola çizip durduğum rengârenk hayali hayvan figürlerini taşlara, karolara, kumaşlara çizmeye başladım. Yaptıklarımızı bir araya getirdik ve ortaya karnaval gibi bir dünya çıktı. O dünyayı Gümüşlük’te küçücük bir dükkâna sığdırdık ve adını da Kırmızı Dükkân koyduk. Yarısı atölye, yarısı dükkân olan mekânımızda bir araya gelip, şu olağanüstü zamanları biraz daha katlanılır kılmaya çalışıyoruz.
‘AYNI ÇİNGENE KARAVANINDAYIZ SONUÇTA’
Zeynep Homan: Asar adasının* arkasından dev bir akrep ile yelkovan batık uygarlık Myndos’un bütün zamanlarını batan günün ışığına kaydederek ağır ağır dönüyor. Deniz, birazdan karşı adadan havalanacak su kırlangıçlarını uğurlamak için gri-mavi pelerinini usulca kuma seriyor. Günün kızıllığı arttıkça zamanın sessizliği her yere yayılıyor. Sanki birazdan antik kent suların içinden yükselip kıyıdakilere selam verip tekrar derinlerde kaybolacakmış gibi… Gümüşlük, her günbatımında sırlarını vermek istemeyen bir simyacı gibi perdesini biraz aralayıp şimdiki zaman sakinlerini gözetler. Myndos (Gümüşlük), yaşadığım yer, işte böyle bir zihnin içindeymişim hissini uyandırır bende. Yeryüzüyle gökyüzünün arasına kurulmuş kendine ait zamanı olan bir ada gibi.
Gümüşlük’e ilk sekiz yaşında geldim. Ablamla yağmurun altında Kadıkalesi’nden Gümüşlük’e kadar yürümüş, eski adıyla Asar adası şimdiki adıyla Tavşan adasının arkasındaki uçurumdan denize atlamıştık. O eşsiz günün hatırası bana hep moral vermiştir. Yıllar sonra İstanbul’dan Gümüşlük’e taşınıp kendime yepyeni bir hayat kuracağım aklıma gelmezdi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Seramik ve Cam bölümünden mezun olduktan sonra İstanbul yolculuğum başladı. Yıllarca editörlük ve reklam yazarlığı yaptığım, harfler ve kelimelerle ördüğüm İstanbul’u geride bırakıp toprağın, çamurun peşinden heykellerimi yaratmaya, Gümüşlük’e yerleşme kararı aldım. Burada her geleni mandalina bahçelerinin etrafına birer arkaik heykel gibi dizilmiş selvi ağaçları karşılar ilk. Seramik atölyem ‘Zeynep Homan Art Studio - Çamurdan Çingene’ işte böyle bir mandalina bahçesine kuruldu. Mavi başlı merge kuşları, 150 yaşındaki ihtiyar kuyum, kuyuma şarkı söyleyen Baykuşum, zamansız öten horozum Yorgo Horozyannis atölyemin müdavimleri.
Toprak-çamur bütün zamanları içinde barındırır. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği… Elinize bir parça seramik çamuru aldığınızda aslında hafızası olan ve bütün bilgilerini hazırsanız sizinle paylaşmak isteyen bir evreni tutarsınız avucunuzda. Parmaklarınızın zihninde ne varsa, şekillendirmeniz için hazırdır. Yıllardır toprağın büyüsüyle heykeller, hikâyesi olan tasarımlar yapıyorum. Yazma tutkum toprakla buluştu ve kendi alfabem ‘Axis Mundi’yi (Evrenin Direği) tasarladım. Anadolu’nun kadim bilgilerini, doğanın tekrar hatırlamamızı istediklerini bu sefer toprakla oluşturduğum kelimelerimle; heykellerime, tabletlerime, seramik kitaplarıma, tabaklarıma yazıyorum… ‘Geleceğe Notlar’ seramik kitap serim işte böyle doğdu. Toprak hiçbir şeyi saklamaz, içinde ne varsa dışında da onu görürsünüz. Ne sunarsanız onu yeşertir, can verir. Bir gün ulu bir kayın ağacı çıkar içinden bir gün tüm ihtişamıyla Willendorf Venüsü, yemeğinizi ısıttığınız terracotta bir kap, zeytinyağınızı sakladığınız antik bir amfora… Hayatı delidolu yaşayan Çingeneler de (Romanlar) aynı toprak gibidir benim için. İçlerinde ne varsa şarkılarında, danslarında, sattıkları çiçeklerde, sözlerinde, dillerinde de o vardır. Kadınların gözü pektir. Takıp takıştırdıklarında, şallarının çiçeklerinde, bakışlarının endamında hayat vardır. Erkekleri çaldıkları akordeon gibidir. Bir gün bir tango çalınır kulağınıza, bir gün zilli bir oyun havası… İşte uzun zaman yaşadığım kent İstanbul’da çiçekçisi, balıkçısı, şarkıcısı, çalıp söyleyeni, susup dinleyeni bir sürü Roman arkadaşım oldu. ‘Çamurdan Çingene’ adım da böyle doğdu… Onlardan aldığım ilhamla ‘Çingene Palamutu’ serimi tasarladım. Hikâyelerini çizdim, heykellerini yaptım, yazdım… Torik leyla, Aşık Fenâri, Pala Osman, Piçuta Saadet, Savra Suzan, Güverte Zeynep-Reis Altıparmak… Her biri hayatlarının bir kısmında eşlik ettiğim arkadaşlarım…
Kısaca yaşadığım, gördüğüm, dinlediğim ne varsa Gümüşlük sofrasına bir bir serildi… Sofranın etrafında da ‘Çetin Ceviz’ kadınlar, dostlarım; Mine Söğüt, Belit Sünear, Jehan Barbur… Jehan şiirleri, şarkıları, kitapları, sahnesiyle; Mine, köşe yazıları, kitapları ve anlattıklarıyla; Belit, oyunculuğu ve verdiği dersleriyle yıllardır bu köyde insanlara ilham oluyor. Biz de madem aynı sofrada buluştuk o zaman sofraya kırmızı bir örtü serelim ve yaptıklarımızı herkesle paylaşalım istedik. Mine, ‘Çizmiş Bulundum’ serisi ile bir bir topladığı çakıl taşlarına çizdiği desenleri, arkaik figürleriyle boyadığı resimleri; Belit, ‘Belit işi’ ile el aldığı anneannesi Jale’nin hatırasıyla işlediği etaminleri, lavanta keseleri, muzipçe şeyler yazıp tasarladığı kanaviçe çantaları; Jehan, ‘Jehan’ın Takıları’ ile şiirleri gibi hayata geçirdiği takıları, taşları, boncukları, kolyeleri, küpeleri, halhallarıyla ve bendeniz de dinlediğim, gördüğüm, hissettiğim ne varsa seramik heykellerim ve hikâyesi olan tasarımlarımla ‘Kırmızı Dükkân’dayız…
Asar adasının arkasından dönmeye devam ediyor akrep ve yelkovan. Gümüşlüğün saati kaçı gösterir belli olmaz… Bir sabah kızıllığında buluşup, gece Karakaya’da dolunay vakti dans ederiz yıldızlarla… Hikâye bu ya aynı çingene karavanındayız sonuçta, kırmızı bir karnavalda, küçücük bir dükkânda…”
HER GELEN KİŞİ BİR KUTLAMA
Muğla’nın Gümüşlük ilçesinde, Turgutreis Caddesi, 17/9 numarada açılan Kırmızı Dükkân, Nizam Market’in ve veteriner kliniğinin yanında… Pandemi sebebiyle açılış yapılmıyor ama onlar “Her gelen kişi bizim için bir kutlamadır” diyorlar. Uzakta olanlar Kırmızı Dükkân'a ve dört kadına şu Instagram hesaplarından ulaşabilirler:
https://www.instagram.com/kirmizidukkan_gumusluk/
https://www.instagram.com/jehanintakilari/
https://www.instagram.com/belitisi/
https://www.instagram.com/cizmisbulundum/
https://www.instagram.com/karmancormansofiagargarella/