Dostumuz Hayyam
Ömer Hayyam’ın günümüze kadar büyüsünü hiç yitirmemesi onun dehası kadar aklıyla kurduğu tavizsiz ilişki ve tabii ki cesaretiyle alakalı… Sanıyorum Fazıl Say’ın onu bu kadar çok seviyor, hatta konserinde ‘dostum Hayyam’ diye takdim ediyor olmasının nedeni de bu.
Akılla bir konuşmam oldu dün gece / Sana soracaklarım var dedim. / Sen ki her bilginin temelisin, / Bana yol göstermelisin. / Yaşamaktan bezdim, ne yapsam? / Birkaç yıl daha katlan dedi. / Nedir dedim bu yaşamak? / Bir düş, dedi; birkaç görüntü. / Evi barkı olmak nedir dedim; / Biraz keyfetmek için / Yıllar yılı dert çekmek dedi. / Bu zorbalar ne biçim adamlar dedim; / Kurt, köpek, çakal makal dedi. / Ne dersin bu adamlara, dedim; / Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar dedi. / Benim bu deli gönlüm, dedim; / Ne zaman akıllanacak? / Biraz daha kulağı burkulunca dedi. / Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin dedim: / Dizmiş alt alta sözleri, / Hoşbeş etmiş derim, dedi.
Ömer Hayyam’ın ünlü şiiri bu. (Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu) İnsan bu şiiri dinlerken, bin yıl önce bir şairin günümüzün tüm varoluşçu meselelerine, bireysel hatta toplumsal çatışmalara dair böyle sade ve güçlü dizeler yazabilmesine şaşırıyor. Ömer Hayyam’ın günümüze kadar bizler için büyüsünü hiç yitirmemesi onun bu coğrafyadan çıkmış olmasıyla, aklıyla tavizsiz bir ilişki kurmasıyla ve tabii ki cesaretiyle alakalı… Sanıyorum Fazıl Say’ın onu bu kadar çok seviyor, hatta konserinde ‘dostum Hayyam’ diye takdim ediyor olmasının nedeni de bu.
Akra Caz Festivali’nde cuma gecesi gerçekleşen Fazıl Say konserinde Türk şiirinin ustalarıyla birlikte çalınan Hayyam şarkılarını dinlerken düşündük bunları. Fazıl Say’ı çağdaşı diğer büyük müzisyenlerden ayıran önemli özelliklerinden birisi onu sevenleri düşüncelerine ve duygularına da kulak vermeğe davet etmesi. Böylece müzik aracılığıyla çok daha geniş ve zengin bir dünyanın kapılarını da aralıyor Fazıl Say. Antalya konserinde de Serenad Bağcan’ın yorumladığı şarkılar arasında iki Hayyam şiiriyle birlikte yine Türk edebiyatının unutulmaz isimleri Can Yücel’i, Aziz Nesin’i, Metin Altıok’u, Turgut Uyar’ı hatırladık; onların akılcılığa, hümanizme davet eden insanlığın güzel birikimini hatırlatan şiirlerine dalıp gittik. Konserde Fazıl Say’a, daha önce yüzlerce kez birlikte sahneye çıktığı vurmalı sazlar sanatçısı Aykut Köselerli ve yeteneği övgüye değer genç viyolonselci Jamal Aliyev eşlik etti.
Konserin sürprizi ise Fazıl Say’ın son dönem bestelerinden biri, ‘Dört Şehir Sonatı’ydı. Fazıl Say’ın ‘hikaye anlatıcısı’ yanını ortaya koyan bu sonat Sivas, Hopa, Ankara ve Bodrum şehirleri üstüne. Sivas bölümünde Aşık Veysel’in ezgilerini, Anadolu’da bir çobanın kavalını (burada enstrümanıyla bazen bir kaval bazen bir kemençe çalan Aliyev’e dikkat çekmek gerek…) ve tabii ki Madımak’ın karanlığını hissediyorsunuz. Ama esas karanlık bölüm Fazıl Say’ın çocukluğunun geçtiği, Türkiye’nin ve bugünkü halimizin simgesi başkent Ankara. Neyse ki arada Fazıl Say’ın yine çocukluk anılarında bir aile düğünündeki çılgın horonla yer edinmiş neşeli ve enerjik Hopa bölümü var. Kısa Bodrum bölümü ise Bodrum’un barlar sokağına uğrayan içinden Zeki Müren’in de geçtiği ve sonunda piyanoyla viyolonselin atıştığı bir bar kavgasıyla sona eren tatlı bir final. 18 aylık pandemi kapanmasından sonra tekrar konserlere dönmekten duyduğu mutluluğu sahneden de dile getiren Fazıl Say Antalya için güzel bir program hazırlamış. Çeşitlilik içeren, işbirliklerine açık, caz festivali dinleyicisi için çok güzel bir program seslendirmiş oldu.
Antalya’da Akra Otel’in düzenlediği Caz Festivali’nde Fazıl Say’dan iki gece önce de İlhan Erşahin’i ‘İstanbul Sessions’ projesiyle dinledik. 6 Ekim’deki bu konserin büyük sürprizi ise benim nadiren sahnede dinleme fırsatı bulduğum Arto Tunçboyacıyan’dı. Sahneye ‘Dersim’ yazan bir tişörtle çıkan nevi şahsına münhasır müzisyen Arto’yu, umuyorum ki ileride kendine has vurmalıları ve vokaliyle daha uzun dinlemek fırsatı da olur...
Antalya’da bu yıl festivaller iç içe geçmişti. Akra Caz Festivali’ni düzenleyen Kadir Dursun’dan öğrendiğimize göre bütün biletler kısa sürede tükenmiş. Hem kentin caz hali için, hem de bilet gelirlerinin bağışlanacağı yanan Manavgat Ormanları için çok iyi bir haber bu. Hemen hemen aynı tarihlerde düzenlenen Antalya Film Festivali’nin de biletlerinin çıkar çıkmaz bittiğini biliyorum; çünkü ben de bir filme bilet almak istedim ve bulamadım. Neyse ki basın ekibi yardımcı oldu ve Tayfun Pirselimoğlu’nun kendi romanından uyarladığı ‘Kerr’i seyretme olanağı buldum. (Çok beğendiğim bu filmin En İyi Yönetmen dahil üç ödül almasına da ayrıca pek sevindim.)
Zaman zaman iki festivalin ekiplerinin birbirine karıştığı ve kaynaştığı farklı bir ortam vardı Antalya’da. Dönüşte Altın Portakal’ın ödül törenini, İstanbul’da Halk TV yayınından izledim. (Tören devam ederken iki kez uzun reklam arası vermelerine ve belgesel ödülleriyle Avni Tolunay Ödülü’nü yayımlamamış olmalarına hayret ettim.) Antalya Altın Portakal Ulusal Yarışma AK Parti’nin son döneminde yapılamamıştı, CHP’li başkan Muhittin Böcek’in ilk işi Türk sinemasının bu en güzel geleneğini geri getirmek oldu. Festival gerçekten de ‘gelenekselleşmiş bütün güzellikleri ve dertleriyle’ geri geldi. Ama bu konuyu burada bitireceğim; çünkü festivalin kendisi ve en iyi yönetmen ödülü alan Tayfun Pirselimoğlu’nun yaratıcı evreni, iki ayrı yazı konusu…