'Döverim seni! Hepinizi döverim ulen!'

Cüneyt Arkın'ın 'Benim Kahramanım Türk Halkıdır' adlı anı kitabı Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, Arkın'ın çocukluğundan sinemaya ilk adım attığı güne kadar birçok anıdan oluşuyor.

Google Haberlere Abone ol

Yeşilçam’ın duayen isimlerinden Cüneyt Arkın, yediden yetmişe hepimizin kahramanı olarak hafızalarımızdaki yerini koruyor: "Vatandaş Rıza", "Yıkılmayan Adam", "Maden" filmleriyle yılmaz bir hak savunucusu; "Kara Murat", "Battal Gazi" serisiyle koca imparatorlukları tek başına dize getiren bir cengâver; "Vahşi Kan", "Dünyayı Kurtaran Adam", "Üç Süpermenler"le sınırlarını aşan bir savaşçı; "Cemil", "Vazife Uğruna", "Kanun Günü" filmleriyle de uyuşturucu satıcılarına, katillere karşı mücadele eden bir polis… Siyah-beyaz dönemin salon beyefendisi, renkli dönemin kahramanı olan Cüneyt Arkın (IMDB’ye göre) üç yüzden fazla filmde oyunculuk yapmış, kırktan fazla filmin senaristliğini ve yönetmenliği üstlenmiş, on filmin de prodüktörlüğünü yapmış bir sinema emekçisidir.

84 yıllık hayatına sığdırdığı başarıları saymakla bitmeyen Arkın, geçtiğimiz günlerde sevenlerinin karşısına bir kitapla çıktı. 'Benim Kahramanım Türk Halkıdır' adlı anı kitabı Kırmızı Kedi Yayınları etiketine sahip.

BU BİR YEŞİLÇAM TARİHİ

'Benim Kahramanım Türk Halkıdır', Arkın’ın çocukluğundan sinemaya ilk adım attığı güne, efsaneleştiği film setlerinden ailevi ilişkilerine kadar bir dizi anının toplamından oluşur. Ancak anılar başlangıçtan günümüze uzanan düz bir sıralama yerine, çeşitli başlıklar halinde, kendi iç düzenine sahiptir.

Dili de buna paralel olarak son derece samimidir. Bir dost meclisinde başından geçenleri anlatır gibi yazan Arkın yer yer gülümsetirken yer yer de eleştirel dilini kullanmaktan çekinmez. Kendisinin geçtiğimiz aylarda “Fahrettin Cüreklibatır” imzasıyla A dergisinin 28. sayısında (1960) yayınlanan bir öyküsü sosyal medyada çok konuşulmuştu. Arkın’ın kelimelerle arasının iyi olduğu söylemek adına 'İnsan Çiti' adlı bu öyküyü de anmış olalım.

Caption

Kitabın başında küçük oğlu Kaan Polat’la bir anısından bahseder Arkın: Beraber çay içerlerken bir kitap yazmak istediğini söyler. Kaan Polat temkinlidir. “Sen doğru, dürüst bir insansın. Mutlaka kitapta doğruları yazacaksın. Şu günlerde doğru söyleyeni hapse atıyorlar,” der.

Arkın da ironik şekilde gülümser, “Madem doğruları yazamayacağım, ben de yalan yazarım,” der ve başlar ülkenin içine düştüğü felaketi özetlemeye: İşsizlik, ekonomik kriz almış başını gitmişken eğitim, adalet, tarım, hayvancılık can çekiyor der. Sonra da kızmayın, öfkelenmeyin diye ekler: “Yalan yazıyorduk ya! Bunların hepsi yalan.

GURBET KUŞLARI’NA DOĞRU

Küçük bir köyde doğup büyüyen, babasıyla beraber tarlada çalışıp hayvan otlatan Arkın, geceleri de annesinin anlattığı masalları, destanları dinleyerek uyur. Battal Gazi Destanı’nı özellikle çok sever. Yıllar sonra Battal Gazi olarak Yeşilçam’a nam salacağından habersiz şekilde rüyasında kendisi at binip kılıç kuşanırken görür.

Onca yoksulluğa rağmen doktorluğu kazanıp İstanbul’a geldiğinde canını dişine takıp çalışmaya devam eder. İnşaatlarda amelelik yapar, işçilerle beraber aynı odada yatıp kalkar. Sonraki günlerde okuldaki hocalarının desteğiyle hasta bakıcılığı yaparak hayatını kazanır ancak doktor çıkıp Anadolu’nun en ücra beldelerine gittiğinde bile mücadeleyi bırakmaz. Görev yaptığı yıllarda hastalıklardan çok cehaletle savaşır; onca insanın pisi pisine ölümüne tanık olur. (Nedense bana bu anılar hep "Öğretmen Kemal" (1981) filmini hatırlatır. Orada da idealist bir öğretmen olarak köye geldiğinde çocuklardan çok köylüyü aydınlatmaya çalışır. Dilek ağacını kesme sahnesi Yeşilçam’ın ikonik anlarından biri olarak hatırlanır.)

Arkın’ın ilk rol adlığı film "Gurbet Kuşları"dır (1964). Sinemaya Halit Refiğ gibi usta bir yönetmenin elvermesiyle başladıktan sonra da gerisi gelir. Fahrettin Cüreklibatır işte böyle Cüneyt Arkın olur.

SANATÇI DİK DURUR

Arkın deyince ilk olarak tarihi filmler akla gelir. Dövüş sanatlarındaki yeteneği akrobasiyle birleşince en zorlu sahneleri bile dublör kullanmadan -onca kırık kemiğe rağmen- kendisi oynar. Bu ve benzeri filmlerde en büyük rol arkadaşı ise atıdır. Çok değer verdiği, onun için özel ahır ve seyis tuttuğu atı Hasret bir gece kapısına dayanır. Arkın apar topar kalkıp atını eve, salona sokar, onunla ilgilenir. Ertesi gün hesap sormak için seyise gidince işin rengi belli olur. Seyis, Hasret’i başka filmlere gizlice kiraladığı yetmezmiş gibi ata da kötü davranmış. Nevri dönen Arkın, kaçan seyisi -tıpkı filmlerdeki gibi- oku yaya yerleştirir ve kıçından vurur.

Onca film çevirse de içlerinde kendine en yakın bulduğu filmin "Vatandaş Rıza" (1979) olduğunu söyler. Bunun sebebi filmin hem yapımcısı, hem yönetmeni hem de başrolü olması değildir sadece; Arkın bu filmde kendi eşi ve çocuğuyla oynar. Oyuncu seçmelerinde role çok uygun anneler ve çocuklar bulur ancak bu ikisini yan yana getirdiğinde istediği sıcaklığı bir türlü yakalayamaz. Derken eşi Betül Hanım’la oğlu Murat Bey’in bu rol için ideal olduğunu fark eder. "Vatandaş Rıza"yı söylemleriyle olduğu kadar sıcaklığıyla da unutulmazlar arasına sokan giz işte budur.

Arkın buna benzer pek çok anısını anlattığı kitabında geçmişe ve şimdiye dair de çeşitli eleştiriler yapmaktan çekinmez. Belki de içlerinde en kıymetlisi Sanatçı Dediğin başlıklı anısıdır: Bir gün Şah’ın davetlisi olarak İran’a gittiğinden bahseder. Misafirlerin kabulü esnasında ülkenin bütün kalburüstü kesimi yaltaklanmak adına eğilip Şah’ın eteğini öperler. Bir tek sanatçılar hariç. Anının devamında Batı’dan bir örnek verir ve İngiltere’de de Peter O. Tool’un Kral’a dimdik şekilde durarak selam verdiğini, onunla eşit şekilde el sıkıştığını söyler ve yazıyı şu sözlerle noktalar: “Bu yazı Türkiye’de birinin peşine takılıp giden ‘sanatçılara’ ithaf edilmiştir."

Ben de yazımı Arkın’ın nezdinde bütün dik duran sanatçılara minnetle bitiriyorum.