Dune: Korkmamalıyım, korku katilidir aklın

'Dune' aslında bir liderin şahlanış süreciyle, bu şahlanışın nasıl ayağına dolandığının hikâyesini sunar okurlarına. Kitabı okurken aklımızda dönen özlü cümle çoğu zaman şu olur: İnsan gücü kullanmaz, güç insanı kullanır.

Google Haberlere Abone ol

1920’de Washington’da doğan Frank Herbert, bilim kurgu denince akla gelen ilk isimlerdir biri. Küçük yaşlardan itibaren yazar olmayı hedefleyen Herbert, Startling Stories adlı dergide yayımlanan Looking for Something adlı öyküsüyle yola çıkar ve ilk kitabı 'The Dragon in the Sea’yi yayımladığı 1955 yılına kadar pek çok dergide öykü yazmaya devam eder.

Herbert, her ne kadar başka bilim kurgu kitapları da yazmış olsa hiçbirisi Dune serisinin yanına bile yaklaşamaz. 'Dune', sadece bilim kurgu dünyası için değil, kendi kariyeri açısından da aşılması güç bir çıta olarak okurların zihnine kazınır.

Ne var ki 'Dune'un okurla buluşması pek kolay gerçekleşmez. Bir söylentiye göre yirmiye yakın yayınevi tarafından reddedilen Herbert yazdığı romana o kadar güvenir ki, aldığı her ret cevabından sonra morali bozuk olsa da bir sonrakini denemeye devam eder. Ta ki 1965’e kadar.

'Dune'un ortaya çıkışıyla kısa sürede çok satanlar raflarına yükselen Herbert, birkaç yıl sonra işinden ayrılıp “profesyonel” yazarlığa geçer. Verdiği emeği ve yeteneğini taçlandıran şeylerden bir başkası da 'Dune' serisiyle Hugo Ödülü’ne ve ilk kez verilen Nebula Ödülü’ne layık görülmesidir.

Herbert, yaşamının son yıllarında pankreas kanseriyle uğraşmış, tedavi sürecinde kaptığı bir virüs nedeniyle 1986’da dünyaya veda etmiş olsa da yarattığı evrenin derinliklerinde ve okurlarının zihninde yaşamaya devam etmektedir. Hâlâ.

DUNE FİLMLERİ

'Dune’un hem nitelik hem de ticari yönden başarılı bir seri olması Hollywood’un hâlâ daha ilgisi çektiğinden olacak, başrollerinde Timothée Chalamet, Rebecca Ferguson, Zendaya gibi isimlerin olduğu, senaryosunu "Prometheus"un yazarlarından Jon Spaihts ile "Forrest Gump"ın yazarlarından Eric Roth'un kaleme aldığı "Dune" isminde bir film ortaya çıktı. Filmin yönetmen koltuğundaysa "Blade Runner 2049"un yönetmeni Denis Villeneuve oturuyor. Pandemi nedeniyle gösterimi ertelenen "Dune", serinin hayranları tarafından büyük bir merakla beklense de, aslında bu evrenin sinemayla kurduğu ilişki epey eskilere dayanıyor.

'Dune’u gerçek anlamda uyarlamaya ilk niyetlenen kişi, "El Topo" ve "Holy Mountain" gibi avangart filmlerin usta yönetmeni Alejandro Jodorowsky’ydi.

“Dune için hevesim muazzamdı. Çünkü bir peygamber yaratmak istiyordum. Dünyadaki tüm genç beyinleri değiştirmek için bir peygamber yaratmak istiyordum. Benim için, Dune bir tanrı olmak anlamına gelecekti. Artistik ve sinematografik bir tanrı! Benim için, bu film çevirmek değildi. Çok daha derin bir şeydi. Kutsal, özgür, yeni bakış açısı olan bir şey yapmak istiyordum. Akıl açan bir şey! Çünkü o zamanlar ben şahsen kendi içimde hapis hissediyordum. Egomu, zekamı açmak istiyordum. Bu yüzden Dune’u çekmek için savaşmaya başladım. Bunu yapmak için deliliğin dokunuşuna ihtiyacınız var. Delilik olmadan bir başyapıt oluşturamazsınız.”

2013’te gösterime giren, Frank Pavich’in yönettiği "Jodorowsky’s Dune" adlı belgeselin açılışında bunları söyleyen Jodorowsky, 'Dune’a bütün varlığıyla bağlanmış bir yönetmendi. Öyle ki kamera önü/arkası tüm ekibin sadece yetenekli olmalarını değil, hepsinin “savaşçı” olmalarını arzulayarak yol çıktı. Yolu, önce büyük çizer Moebius’la (Jean Giraud) kesişti. Hazırlanan storyboard’lar, kostüm ve mekân tasarımlarından sonra bir yandan yapımcı ararken bir yandan da diğer bağlantıları kurmaya başladı. Oyuncu kadrosunda yer alanların başında Salvador Dali, Mick Jagger, Orson Welles gibi isimler geliyordu. Müzikler için de Pink Floyd’la toplantı yaptığını yine bizzat kendisi söylüyor.

Jodorowsky’nin Dune’u gerek atmosfer gerek kurgu olarak her ne kadar etkileyici olsa da yapımcıların onu finanse etmelerine engel küçük bir detay vardı; film yaklaşık on iki saat sürecekti.

Jodorowsky yapımcı bulamayıp da, filmi yapamayacağını büyük hayal kırıklığıyla kabul etmesinden yıllar sonra Dune’u beyazperdeye uyarlamak başka bir ustaya emanet edilir. "Lost Highway"in yönetmeni David Lynch, 'Dune’u hem yazıp hem yönetir. Film 1984’te gösterime girdiğinde onu hem delicesine merak eden hem de ondan nefret eden belki de tek kişi vardır.

Jodorowsky, o günleri şu şekilde anlatır:

“David Lynch’in yöneteceğini duyunca canım yandı çünkü David Lynch’e hayran oluyordum. Yapabilirdi. Bu çağda bunu yapacak tek kişi vardı ve oydu! Acı çektim çünkü benim hayalimdi bu. Başka biri yapacaktı, belki de benden iyi yapacaktı. Sonradan filmi buralarda gösterime soktular, izlemeye gitmeyeceğimi söyledim çünkü ölür biterim. Oğullarım, ‘Hayır. Biz savaşçıyız. Gelmen ve görmen gerek,’ dediler. Sonra beni, hasta birini sinemaya götürür gibi götürdüler. Hatta ağlayacağımı sandım. Filmi izlemeye başladım... an be an, an be an daha mutlu oldum çünkü film berbattı! Başarısız! İnsani bir tepki bu, değil mi? Hoş değildi tabii ama tepkim buydu. Dedim ki ‘İmkânı yokmuş. David Lynch yüzünden değil, o büyük sanatçıdır bunu yapan yapımcı.’”

1992’yle beraber video oyunları da çıkmaya başlayan 'Dune’nun daha sonraki yıllarda, 2000’lerde, küçük çaplı, pek ses getirmeyen ancak kitaba daha bağlı bir uyarlama serisi yapıldı. Bugüne kadar yapılan uyarlamaların hemen hepsinde var olan problemleri düşününce Denis Villeneuve’un sınavı hem kolay hem de çok daha zor aslında.

Neden mi? Her ne kadar "Drive" filmiyle popülerleşse de benim kalbimde hep "Pusher" üçlemesiyle yer alan Nicolas Winding Refn, Jodorowsky’nin stortyboard’larına baktıktan sonra çıtanın çok yüksek olduğunu şu şekilde açıklıyor:

“Karımla Paris'te Jodorowsky'nin evinde yemekteydik. Gecenin geç saatlerinde 'Dune’u görüp görmek istemediğimi sordu. ‘Çekebildiğini bilmiyordum,’ gibi bir şey dedim. Yaptığını yapmıştı. Ve ünlü 'Dune' kitabını çıkardı. Evrende sadece iki kopyası kaldı. Onunla oturamadım. Uzun süre önümde kaldı. Kitaba uzandı, düşünce ve fikirlerini açıkladı. Bu takımı yapmak için düşündüğü temayı duyunca... Gecenin ikisinde onun evinde kitabı görüp resimlere bakıp, Jodorowsky her sahnenin nasıl olacağını anlattı. Yani bir nevi Jodorowsky’nin Dune’unu gören tek kişiyim. Filmi gören tek izleyici benim. Size bir şey söyleyeyim, harikaydı. 'Dune' büyük ihtimalle çekilmeyen en iyi film. Hâlâ bizi etkilemeye devam ediyor.”

Dune, Frank Herbert, Çevirmen: Dost Körpe, 712 syf., İthaki Yayınları, 2016.

DUNE KİTAPLARI

Arthur C. Clarke’ın, “Yüzüklerin Efendisi dışında bu kitapla kıyaslanabilecek başka bir kitap yok” açıklamasını yaptığı 'Dune' serisinin kaba konusu ise şekilde:

Günümüzden binlerce yıl sonra, galaktik bir imparatorluğun yönettiği ve bir sürü gezegene yayılmış halde yaşayan bir toplum vardır. Bu evrendeki en önemli şeyse özel bir tür baharattır. Baharat, onu kullanan insanlara bir tür süper güç vermektedir. Onu kullanan insanlar geleceği görme yetisine sahip oldukları gibi, baharatın sağladığı güçle gezegenler arasında seyahat de edebilmektedirler. Diğer bir deyişle evrendeki en kıymetli şey, gezegenleri birbirine bağlayan ve bütün düzenin devamlılığını sağlayan şey baharattır.

Her şeyin temeli olan baharatlarsa evrende sadece tek bir gezegende yetişmektedir. Çöllerle kaplı bu gezegen Arrakis adıyla bilinse de yerlilerce Dune şeklinde adlandırılır. Çölün altında yaşayan devasa kum solucanlarının ürettiği ve çok ama çok değerli olan baharatlara, dolayısıyla Arrakis’e hâkim olanlarsa bütün evrenin hâkimi konumunda olacaklardır kuşkusuz.

İşte her şey bu çekişmenin etrafında şekillenir… Evrende yer alan üç büyük hanedandan biri olan Harkonnenler, Arrakis’in yöneticisidirler. Ancak Padişah İmparator IV. Shaddam, birtakım komplo girişimlerinde bulunarak, gezegenin yönetimini bir başka büyük hanedan olan Atreideslere verir. Sürekli baharat kullanan ve çölde yaşadıklarından dolayı su kaybetmemek adına ağlamayı bile yasaklayan Fremenlerin buna tavrıysa ayrıca önemlidir. Tüm bunlar olurken, bir de “kurtarıcı”nın geleceği müjdesini üzerine varlıklarını kuran Bene Gesserit rahibeleri vardır ki, bu başat aktörlerle her şey yerli yerine oturmaya başlar.

DUNE’UN GİZEMLERİ

Çok spoiler vermemek adına kitabın başlangıç hikâyesini hızlıca anlatmakla yetindiğim Dune serisi için bir röportajında şöyle bir açıklamada bulunur Herbert:

“Liderlerin her zaman haklı olduğuna inanmayın. Bu kitapta yarattığım bir lider üzerine çalıştım. Ki gerçekten çekici, karizmatik bir kişilik olabilir. Doğru sebeplerle, kötü sebepten de değil. Sonra güç eline geçiyor. Kararlar alıyor. Bu kararların bazıları milyonlarca kişi için veriliyor, milyonlarca, milyonlarca kişi. Pek başarılı olamıyor.”

Evet, 'Dune' aslında bir liderin -kurtarıcının mı demeli- şahlanış süreciyle, bu şahlanışın nasıl ayağına dolandığının hikâyesini sunar okurlarına. Kitabı okurken aklımızda dönen özlü cümle çoğu zaman şu olur: İnsan gücü kullanmaz, güç insanı kullanır.

Tam da buradan hareketle, 'Dune'un 1965’te yayımladığından beri, hâlâ daha yeri göğü oynatma meselesi daha bir belirginleşmeye başlar. Dune’u diğerlerinden ayıran temel fark, meseleye yaklaşımında gizlidir.

Bu seride ne büyük savaşlar, ne şaşalı "Star Wars" sahneleri bulunur; bildik bilim kurgunun dışına çıkıp peşinden pek çok yazarı da sürükleyen Herbert, oldukça politik bir alt metne sahip, dinin çok yönlü şekilde tartışıldığı, en büyük savaşların insanların kendi içlerinde yaşandığı, psikolojik derinliği yüksek, ekolojiyi öne çıkaran bir işe imza atmıştır.

İlk elden düşündüğümüzde bile Arrakis gezegenin Orta Doğu’ya benzerliği, -bu benzerliği sürdürürsek- baharatın da petrolle ilişkilendirilebileceği akla gelir. Yanı sıra hanedanların hikâyeleri açıldıkça, her birinin yakın geçmişteki alakalı karşılıkları tahmin edilebilir. Pek tabii bu tarz bir okuma, meselenin sadece bir çizgisini oluşturur. Zaten edebiyatı edebiyat yapan şeylerden biri, eserin çok yönlü okunması, tartışılması değil midir?

“Korkmamalıyım. Korku katilidir aklın. Korku, mutlak yıkım getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiğinde, onun izlediği yolu görmek için iç gözümü kullanacağım. Korkunun geçtiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım.”

'Dune' serisi Türkçeye ilk defa 2000’li yıllarda Sarmal Yayınları tarafından çevrildi. Devamında Kabalcı Yayınları’nın sırtlandığı bu görevi şimdilerde İthaki Yayınları sürdürüyor. Seriyi çeviren isimse Dost Körpe.

'Dune'u yeni bir edisyonla karşımıza çıkaran İthaki, umarız yakın zamanda Herbert’ın diğer kitaplarını da okumamızı sağlar.