Theodor W. Adorno ve Kültür Endüstrisi Üzerine
İkinci Dünya Savaşı'nı sürgün edildiği Amerika'da yaşayan Adorno, Frankfurt Okulu aracılığıyla, yükselmekte olan kültür endüstrisi üzerine derinlikli analizler yaptı. Vardığı sonuç, metalaşan kültürün, iktidarlar tarafından bir yönetim aracı olarak kullanıldığıydı.
Jeanne Willette *
Aydınlanma’nın Diyalektiği (1947) Hollywood güneşinin altında, Santa Monica havuzlarının yanında, Amerikan halkını oyalamak ve pasifize etmek için tasarlanmış kitle kültürü başkentinde doğdu. Böyle bir kitabın odak noktası olarak seçtiği popüler kültür, bu kadar ağır bir felsefi söylem için cılız bir konu gibi görünüyor; öte yandan, yazarlar Theodor Adorno ve Max Horkheimer, kitlesel medyanın gücünü çok iyi anlayan Alman kökenli mültecilerdi. “Frankfurt Okulu” ya da Sosyal Araştırmalar Enstitüsündeki ilk yıllarında, bu gruba bağlı akademisyenler Marksist gelenekten gelmekteydi; ne öğretmendiler ne de tutucu insanlardılar. Horkheimer tarafından yönetilen filozoflar, Marksizmi güncellemenin, toplumsal devrimin başarısızlığını aşmanın ve alt sınıflar arasındaki bu isyanın neden bir türlü gerçekleşmediğini anlamanın yollarını aradılar.
Geç Kapitalizm kavramının bir parçası, ekonomik güçlerin yaşanan sosyal hayatın tüm ilişkilerini ve tüm yönlerini işgal ettiği görüşüdür. Başka bir deyişle, kâr güdüsü ile yönlendirilen ekonomik model artık bütünüyle kontrol altındadır. Etki alanları sınırlı olan daha önceki Kapitalizm (veya Feodalizm) modellerinin aksine, Geç Kapitalizm, teknolojinin pek de küçük olmayan bir parçası sayesinde teorik olarak sınırsız hale gelmiştir. Şu anda teknoloji, toplumu kontrol eden baskın grup fikirlerini radyo, film ve yayınlanmış belgeler yoluyla yayan modern bir araçtır. Marx, metanın "arzu" yaratma rolüne sahip olduğunu kesin biçimde öngörmüştü; ancak kapitalist kontrolün teknoloji yoluyla yayılmasını hayâl bile edememişti.
Frankfurt Okulu 1933'de Almancayı terk etmek zorunda kalmadan önce de modern dünyanın Marksizmin eski formunun ötesine geçtiği ve diğer disiplinlerden yeni bir kültüre dair yeni bir eleştiri geliştirilmesi ihtiyacı ortadaydı. 20. yüzyılın kültürü "yönetiliyordu" ve bu yeni toplumun idaresi “kültür endüstrisi” tarafından kolaylaştırılıyordu. Faşizmin Almanya’daki yükselişi sırasında sırasında Adorno ve Horkheimer ve Frankfurt Okulu'nun ilgisini çeken nokta, devlet ve eğlence sektörü arasındaki bu suç ittifakıydı. Ardından sürgüne gönderilen filozoflar, Hollywood Kültür Sektörünün tam ortasındaydı.
Theodor W. Adorno, bir Yahudi olan babasının aile adı olan Theodor Adorno-Wiesengrund ismiyle doğmuştu. İtalyan annesinden gelen (Adorno) adını belki ebeveynlerinin Yahudi olmayan yarısını vurgulamak ve müziğe olan sevgisinden ötürü, belki de New York'taki Frankfurt Okulu'nun Yahudi akademisyenlerden oluşan temellerini perdelemek için kullanmıştı. Walter Benjamin'in bir filozof olduğu kadar bir şair olması gibi, Adorno da bir filozof olduğu kadar bir müzisyendi. Adorno, profesyonel bir piyanist olmayı arzuluyordu; ancak böyle bir kariyer için gerekli yeteneğe sahip değildi. Felsefeye yöneldi ve 20. yüzyılın başlarında Neo-Kantçılıktan etkilenerek Karl Marx'ın teorilerini kendi dönemiyle ilişkili hale getirme görevini üstlendi. Onun felsefesi her zaman praxis (eylem, pratik, uygulama) ilişkindi; yine de çelişkili bir biçimde, kolaylıkla anlaşılabilecek ya da başka sözlerle açıklanabilir bir tarzda yazmayı reddetti. Frankfurt Okulu'nun yetkin bilim insanı Martin Jay'in gözünde yazma tarzı o kadar yoğun ve belirsizdi ki kendine has bir isim vermişlerdi: Kolay çevirmeye karşı koyan “Adorno Deutsch”. Öte yandan, Aydınlanma’nın Diyalektiği, belki de ortaklaşa yazılmış olduğu için okunması oldukça basit bir kitaptır ve okunabilirliği nedeniyle merkezi düşünce olan Kültür Endüstrisi, Neo-Marksist düşünce ve benzer eleştirel bir düşünce olan Eleştirel Teori , ayrıca Jurgen Habermas’tan Guy Debrod'a kadar modern düşünürler üzerinde belirgin etkiler bırakmıştır.
'ÜSTÜN' ALMAN KÜLTÜRÜ FİKRİ
Adorno, meslektaşlarına benzer biçimde, Amerika gibi diğer ulusların ticarileştirilen “sivilleşmesinin” (kültürel üretim, kentlileşme biçimi) aksine, Alman Kültürü'nün üstünlüğü kavramını miras almıştı. Kültürün Almanya'daki rolü popüler kültüre ya da eğlence endüstrisinin kitle kültürüne karşı çıkan bir “yüksek kültür” biçiminde de adlandırabilirdi. “Düşük kültür” ya da popüler kültür, halkın “zevkini” sığlaştırıp tek düzeleştirirken, Pierre Bourdieu on yıllar sonra, “tat” denilen şeyin aslında, düşük sınıf ile yüksek sınıfı birbirinden ayıran, sosyal bir ayrım işareti olduğunu belirtecektir. Belki böylesine sınıfsal bir bölünme yüzünden, belki de klasik müzik çalan bir piyanistlik geçmişi olduğu için Adorno'nun popüler kültür hakkında sınırlı bir perspektifi bulunmaktaydı.
Etrafına aldırmaz bir züppeydi ve Birleşik Devletler’de yıllarca yaşamış olsa bile cazın değerini anlayamadı. Bazıları Adorno'daki bu kör nokta nedeniyle ırkçılıkla suçladı; ancak, belirli bir formu veya kalıcı bir kompozisyonu olmaması nedeniyle bu kadar esnek görünen bu müzik biçimini, doğaçlamayı sevmediği için beğenmemesi daha muhtemeldir.
Hollywood'da yaşayan Adorno, Walt Disney'in Stravinsky'yi kullanmayı uygun görmesini, ayrıca savaştan sonra yüksek bir “kültür” kurulması olasılığını ve kültürü “tarafsız ve hazır” bir düşünce biçimiyle reddetti; çünkü bu çeşit bir kültürün herhangi bir amaç için ödünç alınıp tekrar kullanılabileceğini belirtti. Yaşayan, yaratıcı bir organizma, kültür, herhangi bir isme göre (yüksek, düşük, popüler) biçim almaktan ziyade kendini çoğaltır. Bununla birlikte, Adorno kendi görevini “kültür eleştirmeni” olarak sürdürdü ve müzik eleştirmeni olarak geniş bir külliyat üretti.
Aydınlanma’nın Diyalektiği'nin bakış açısı, halk yığınlarının Weimar Cumhuriyeti'nde ve Nazilerin yükselişinde oynadığı rolden de etkilenmiştir. New York'taki Frankfurt Okulu, Nazi propagandası adına yayın yapan kurnaz ve tehlikeli medya aracını güvenli bir mesafeden takip ediyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında akademisyenler, Amerikalıları uzun ve pahalı bir savaşa sokmak için kitlesel eğlence ve bilgi dağıtımının Amerika'daki kapsamlı faaliyetine de tanık oldular. Max Horkheimer 1943 yılında sağlık sorunları nedeniyle New York'tan ayrılmak ve Los Angeles'a gitmek zorunda kaldı. Burada, Theodor Adorno ile bir araya geldi ve iki büyük Alman göçmen Hollywood'da sürgün hayatlarına devam ettiler. Orada “yerel endüstri”yi -çok amaçlı eğlence- üretim yerinde gözlemleyebildiler. Ortaya çıkardıkları Aydınlanma’nın Diyalektiği adlı kitap, çağdaş kitle iletişim araçlarını inceleyen “Kültür Endüstrisi: Kitlesel Bir Aldatma Olarak Aydınlanma” adlı bir makale içermekteydi. Savaşın bitmesinin hemen ardından Adorno ve Horkheimer tarafından yazılan kitap, Hollywood deneyimlerini yansıtmaktadır. Ancak yazdıkları denemeler de faşizmin yükselişine tanık oldukları deneyimlerini aktarmaktadır. Kitap ilk olarak Hollandalı bir yayınevi tarafından basıldı ve Adorno'nun ölümünden bir yıl sonra, 1970 yılında yeniden yayınlandı.
Adından da anlaşılacağı üzere Kültür Endüstrisi, endüstriyel teknolojinin bir ürünü olan Sanayi Devrimi'nin bir parçasıdır. Endüstriyel yönü, “kültürel” alanı ele geçirmesinden çok önceleri oluşmuştu ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarından beridir “kültür”, muazzam bir kapitalist kâr sağlama aracı olarak biçimlendirilmiştir. Adorno açısından sonuç, insanlık adına büyük bir kayıptır. Arkadaşı Walter Benjamin'in aksine Adorno, teknolojinin kitleleri uyandırmak ya da özgürleştirmek için kullanılabileceği olasılığını düşünmemişti. Bu nedenle zamanında kültür, müzik, dans ve sahne sanatları, kâr sağlama amacıyla şirketlerin kullandığı bir esirdi. Bu kârın sağlanması için, halka sunulan kültürün en fazla sayıda insana hitap etmesi gerekiyordu. Sonuçta, “yüksek” kültür, onu değerlendirebilecek eğitime sahip olan küçük ve zengin bir grup tarafından desteklenmekteydi. Ses kaydetme teknolojisini yaratanlar, kayıtlar daha geniş bir kitleye satılmak için kullanılıncaya dek, bu elitist kültür çevresinde çok az kâr elde etmişti.
SANAYİLEŞEN KÜLTÜR ÜRETİMİ ÜZERİNE
Kitlesel kültür ya da kitleler için üretilen kültür, çok daha popüler ve kârlıydı. Popüler kültür alt ve orta sınıf halktan geliyordu; fakat bu ayrımlar, en fazla sayıda alıcıya satmak için farklılıkları törpülemek zorunda olan endüstrinin tekleştirici etkisi nedeniyle yok edildi. “Kültür”ü “endüstriyel” ölçekte üreten, tanıtan ve satan işletmeler doğası gereği kapitalisttir ve ürünlerini satma sürecinde kapitalizmi ve kapitalist ideolojiyi de satarlar. Örneğin bir sanat yıldızının etrafında yıldızın ve ibadet edecek “tarikatın” yaratılması, yıldızlara yükselmesi, kendisinde veya içinde hayat bulduğu putperestler arasında bir illüzyona yol açar. Böylece, sınıflar arasındaki ayrım ve eşit olmayan insanlara tanınan fırsatların donuk gerçekliği, gerçekçi olmayan umutlarla gizlenir.
Deborah Cook, Adorno'nun Kültür Endüstrisi'ni konu alan Yeniden Keşfedilen Theodor W. Adorno adlı kitabına Platon'un Mağara Allegorisi ile başlar ve “Adorno, eski mağaran alegorisini geniş ama net vuruşlarla patlayıcı bir eleştiriye dönüştürdü. İnsanlar mağarayı ve gölgelerini parlak güneş ışığının altındaki, dıştaki gerçeğe tercih ederler, ancak asıl soru neden?” İnsanlar neden ticari bir meta olan ürünü tercih ediyor? İnsanlar neden karanlık bir tiyatroda saatler boyunca oturuyor? Freud'dan çok önce Marx, metanın başka bir şey amaçlayan bir arzunun “semptomu” olduğunu fark etmişti ve Adorno, Marx ve Freud'u kitlelerin mağarası olan Kültür Endüstrisiyle bağdaştırdı. Adorno'nun aktardığı üzere “Bu hayâl kurmayan sanat (akımı), insanlar için kritik bir önemdeki idealizm yolunda çok ileri gitmiş olan hayâl idealizmini gerçekleştiriyor.” Kültürel endüstrinin “psikolojisi”nin Almanya ve Amerika arasında farklılık göstermesi oldukça dikkat çekicidir. Almanya'da, özellikle Nazi yönetimi altındaki kültür endüstrisi, vatandaşları gerici eğlencelere ve “Führer” Adolf Hitler’in narsistik ibadetlerine taşıdı. Amerika'daki kültür endüstrisi, halkın görüşünü ekonomik ve sosyal konulardan uzaklaştırmakta ve onları hayâl kurma keyfinden uzaklara doğru yönlendirmektedir.
Bir dinleyicinin ulusal farklılıkları ne olursa olsun, sonuç aynıdır; kitlelerin, efendilerinin ihtiyaçlarına hizmet eden bir aynılıkta biçimlendirilmesi. Yazarlar, “Bütün dünya kültür endüstrisinin filtresinden geçiriliyor” demişlerdi. Adorno'ya göre, birey var olamıyor ve kapitalizm tarafından yönetilen dünya için şekillendirilmiş bir “toplumsal nesne” haline getiriliyor. Frankfurt Okulu’ndaki bilim insanlarının daha önceki çalışmaları, ataerkil toplumdaki baba rolünü artık devletin yerine getirmekte olduğunu gösteriyor; bu da Kültür Endüstrisiyle birlikte günümüzdeki kollektif kültür ruhunu kontrol etmektedir. Toplumun totaliter mi yoksa “totaliter olmayan” bir formda mı olması önemli değildir, sonuç aynı olacaktır: Büyü etkisi altında olan ve yetkililerle çatışmaktan kaçınmak üzere, eğlenmek için eğitilmiş bir toplum. Soru şu ki; toplum kim kontrolündedir?
YÖNLENDİRİLEN KİTLELER
Kültür Endüstrisinin arkasındaki ekonomik motoru yaratan güçler bilinmemekle birlikte, daha kesin söylemek gerekirse, soyuttur. Kültür Endüstrisi, insanlar tarafından değil, kâr ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla tekelci bir konum edinme ihtiyacı tarafından yönlendirilmektedir. Marx'ın “motor” benzetmesi, hiç kimsenin kontrol etmediği veya komuta etmeyeceği bir güç hissi uyandırması bakımından oldukça uygundur. Tanımı gereği, kültür endüstrisi kesinlikle verimlidir; çünkü içinde bulunan birçok insanın hayatını kazanmak, bir tekerleğin içindeki dişliler gibi çalışmak, “sanatçı” olduklarını düşünmek ya da yalnızca eğlenmek arzusuyla oluşturduğu işbirlikçi bir oluşumdur.
Kültürün gerçek işleyişi kendileri için görünmezdir; çünkü herhangi bir sistemin asıl amacı kendisini korumaktır ve Kültür Endüstrisi, “daha fazla keyif” amacıyla üretkendir ve yapay bir arzuyu körükleyen duygular uyandırarak kendini korur. Sektörde, ister (kamusal) film, isterse pornografi olsun, sonuca ulaşma yolu aynıdır. Birey, insanlar değil, “şeyler” arasındaki soyut ilişkilere dönüştürülür. Bu sözde “sosyal şeyler”, artık bu bölünmüş kişiler tarafından sınıflandırılıp etiketlenerek hizmetlerine ihtiyaç duyan kapitalist sistem tarafından kontrol edilebilir. Kapitalizm “akılcı” ve “mantıklı” görünür ve "kaçınılmaz" olduğunu iddia eder; oysa, işleyebilmesi için insanlardaki psikolojik motivasyonların bastırılması ve yönlendirilmesi gerekmektedir.
Kültür, duygusal müzik ve heyecan dolu filmlerle gerici ve çocuksu dürtülerini ve içgüdülerini ifade etmesine izin verilen duyguları bastırılmış kitlelere eğlence ve keyif sağlayan bir ürün haline getirilir. Sonuçsa, kitlelerin takip edeceği sosyal eleştirilerin üretilmesidir. Bu yöntemle, izleyiciler, seyirciler, gösteri yoluyla belirli düşünce alışkanlıkları doğrultusunda eğitilir ve kendi en iyi çıkarlarına karşı düşünmek, harekete geçmek ve birey olmak yerine, kendilerini siyasi sloganlarla yöneten soyut kapitalizm güçleriyle hizaya gelmek öğretilir. Filmlerde en çok siyaset izletilir. Adolf Hitler’in kendisi bir film yıldızı ve “yönetmeni” Albert Speer Nürnberg ise lider için muhteşem setleri yaratan adam olarak tasarlandı. Makalede ayrıca, Führer'in yeni propaganda aracı olan radyonun kullanımı üzerine yorum yapılıyor:
“Nasyonel Sosyalistler, basının bilgiyi yeniden işlerken yaptığı üzere, yayının amaçladıkları veriyi sunduğunu biliyordu. Führer'in din sosyolojisi tarafından icat edilen metafizik karizması, sonuçta ilâhi bir ruhla örtüşen radyo yayınlarının her yere ulaşmasını amaçlamıştır.”
Aydınlanma’nın Diyalektiği'ni okuyan birisi, Adorno'nun Horkheimer’ın yazdığı pasajlara ilişkin ses ve düşünce faaliyetlerini de algılamaya başlar. Kültür endüstrisiyle ilgili makale boyunca Adorno'nun estetik üzerine fikirleri sunulur. Bir zamanlar patronları tarafından “piyasa”dan korunan sanatçılar hakkında ve kültür endüstrisinde var olan “sanat”ın kendisi hakkında daha çok şey yazmıştır. Her ne kadar Adorno'nun estetik bakış açısı, müzik kitaplarında daha iyi anlatılmış olsa da sanatın artık ayrıcalıklı bir nesne değil, yalnızca tüketim dünyasındaki bir başka ürün olduğu gerçeğinden bahsetmektedir. Walter Benjamin'in “aura” (hale, etki alanı) kavramından etkilenen Adorno, sanatın bir kısmını gizemli bulduğunu ancak sanat ile pazar arasındaki ilişkinin gizlenerek sanat izleyicisinden uzakta tutulduğunu hissettiğini aktarmaktadır. Müzeler, sanat galerileri kadar, yapay olarak “kutsal” bir alanda eğlence ve sergi amacıyla değer yaratan unsurlar kâr amacı gütmeyen bir sanayi yaratırken, büyük kültür endüstrisinin de bir parçasıdır.
Adorno, internetin doğuşunu ve ardından “insanlar”ın elinin altındaki (tehlikeli ve tartışmalı olan) bilgi teknolojisinin yükselişini görecek kadar uzun yaşamadı. Kendi zamanındaki kültür endüstrisinin bir yanıt vermeye olanak tanımamasından oldukça haberdardı; ancak şimdi iletişimin tek taraflılığı değişti. Şu an, bir izleyici ve yanıtlayıcı söz konusu. Adorno kesinlikle, “demokratik” olabilecek internet ortamında, şirketler için ana kaygının potansiyel kâr olanaklarından nasıl para kazanılacağı olduğunu da belirtirdi.
INTERNET ÇAĞI
Dünya bilgi, gerçek ya da bilinç ile dolup taşsa da insanlar Kültür Endüstrisi tarafından öğretilen düşünce alışkanlıklarını çoğaltırlar. Birinin kabul etmediği yöndeki bir bilgi ile karşı karşıya kalması, izleyicinin “bilişsel uyumsuzluk” yaşamasına neden olur ve her grubun diğer grupların fikirlerinden korunması için, çeşitli ekonomik kuvvetler bölünmüş ve hepsine ayrı alanlar yaratmıştır; böylece, farklı kesimler, kendilerine sunulan ve duymak istedikleri şeyleri duyarak, görmek istediklerini görerek keyif alabilirler. Adorno'nun işaret ettiği totaliter bir Kültür Endüstrisi makro görünümünün yerini, kablolu televizyon kanalları, belirli eğilimdeki gazeteler veya Web üzerindeki internet siteleri gibi birçok mikro “kültür” olgusu almıştır.
Martin Jay'ın Diyalektik Hayalcilik kitabında aktardığına göre, Horkheimer ve Adorno'nun kitabı, altmışlı yıllarda burjuva karşıtı öğrencileri harekete geçiren bir yeraltı metni haline geldi. Öğrenciler Frankfurt Okulu'nun akademisyenlerini anlamış olsun ya da olmasın, bu bağlantı uygun olsun ya da olmasın, belki de sağcı felsefeye karşı on yıllar boyunca süren bir muhalefetin aracı oldu. Adorno'nun ölümünün, birçokları tarafından eski bir devrimciyi yeterince devrimci olmamakla suçlayan isyankâr öğrencilerinin saldırılarıyla hızlandığı da iddia edildi. Öğrencilerinin kendisine karşı çıkışları ve Walter Benjamin'e kötü muamele ettiğini öne süren suçlamaları, belleğini ve eserlerini korumak için çok çalışmış olan bilim insanının kalbini kırdı. Benjamin'in yazıları, birçok açıdan popüler kültür üzerine yaptığı çalışmaları sürdüren Adorno'nun düşüncesini derinden etkiledi. Adorno, Karşı Kültür’e maruz kalma şokundan asla bütünüyle kurtulamadı ve 1969'da hayata veda etti.
* Makalenin aslı Heathwoodpress sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)