Toplumun dayattığı rollerden nasıl kurtuluruz?

Her an siz sosyal rollerinizi değil sosyal rolleriniz sizi oynamaya başlayabilir. Peki, içine hapsedildiğimiz sosyal rollerimiz tarafından ele geçirilmekten nasıl kurtulabiliriz?

Google Haberlere Abone ol

Roman Krznaric *

Bir an için durun ve günlük yaşamda farklı roller oynamak meselesini düşünün: Sorumluluk sahibi bir kız çocuğu, mükemmel bir anne, ciddi bir avukat, bir partinin gözdesi, sadık bir dost, ev sahibi...

Sıradan bir çalışma toplantısında, bir mezuniyet partisinde veya çocuklarınızla oynarken roller arasında geçişler yaşarsınız. Her rolün kendi sosyal kişilik tanımı ve gerekleri vardır; konuşma, oyunculuk, beden dili, giyim ve duygusal ifade, belirli şekillerde meydana gelir.

Parti boyunca yaptığınız şakalarla göz doldurur ve dans pistine insanları sürükleyerek, havalı ve gözde bir konum elde edersiniz. Saygılı bir kız olarak düzenli biçimde (kardeşleriniz nadiren yapsa da) bakım evindeki yaşlı annenizi ziyaret eden birisinizdir. Mükemmel anne olarak, her zaman kariyerinizin önüne çocuklarınızı ve eve gelen eşiniz için yapacağınız temizliği koymanız gerekir.

Rolleri oynamakla ilgili yanlış bir şey yok; ancak, önemli olan rollerin bizi oynadığını fark etmektir. Zaman geçtikçe, bazen içinde yaşadığımız farklı karakterler bilinçaltımıza sızar, konuşma, düşünme ve davranış tarzımızı şekillendirir. Carpe Diem: Kaçık Bir Dünya’da Günü Zaptetmek adlı kitabım için araştırma yaparken, henüz yirmili yaşlarında dünyanın en büyük şirketlerinden birinde çalışmış bir danışmanla görüştüm. Bana, rolünün kendisini nasıl ele geçirmeye başladığını anlattı:

“Bunun, bana anlatıldığı kadarıyla bir yönetim danışmanlığı işi olması gerekiyordu ve bu sebeple bir tuzağa düştüm. Yeni bir projenin başlangıcını yaptığımız toplantılarda, kişisel gelişim hedeflerime ilişkin düşüncelerimi anlatmıştım: ‘Bu projede daha fazla sorumluluk almak istiyorum’ benzeri şeyler söyledim. Buna gerçekten inanıyor olsanız da olmasanız da sizden beklenen sözler bunlardı. Ardından tüm diğer danışmanların yaptığı gibi tatilde kayak yapmaya başladım; zira tüm diğer danışmanlar bunu yapıyorlardı. Bu, sportif ve biraz maço olan imajın bir parçasıydı. Önceleri bir rol oynadığınızı bilirsiniz ama sonrasında repliğiniz sizin bir parçanız haline gelir ve herşey ‘normal’ gelmeye başlar.”

ROLÜMÜZÜ OYNARKEN NE KADAR ÖZGÜNÜZ?

Bu tür davranış motifleri biz onları fark etmeden kökleşmiş bir hale geldiği zaman, ilginç bir soru ortaya çıkar: Oynadığımız çeşitli rolleri ne kadar özgün bir şekilde gerçekleştiriyoruz? Bu, ünlü felsefeci Jean-Paul Sartre tarafından rol yapıyor gibi görünen bir kafe çalışanını tarif ettiği meşhur kitabı Varlık ve Hiçlik’te sorduğu en bilindik sorudur. Davranışları oldukça abartılıdır -büyük bir hevesle müşterilerinin önünde eğilir- ve sesiyle yüz ifadeleri oldukça hevesli bir izlenim bırakmaktadır. ‘O bir kafede garson olarak oynuyor,’ diyor Sartre, ‘burada bizi şaşırtan hiçbir şey yoktur.’ Farklı bir deyişle, ortadaki gerçekten de ‘kendisi’ değildir. Neredeyse bir garson karikatürüdür. Zira özgür değildir.

Peki derinden içselleştirdiğimiz rolleri nasıl çatlatır ve içinden çıkarız? Dahası, günü zaptetmek için yapmamız gereken şeyler nelerdir? Eve Hoare’nin açıklamasına izin verin.

Yetmişli yaşlarında olan Eve, (Mississippi değil İngiltere’deki) Oxford’da yürüttüğüm ve insanların hayat anlayışlarını nasıl değiştirdiği hakkındaki bir proje kapsamında görüşmeye geldi. Söylediğine göre “Hayatının en iyi yılları altmış ile yetmiş yaşları arasındaki dönemmiş.” Peki neden böyle?

“Altmış iki yaşındayken bir hayat değerlendirme kursuna gittim; çünkü gerçekten büyümüştüm ve gerçekte kim olduğumu bilmiyordum. İtaatkâr bir çocuk, işçi, eş, öğretmen ve anneydim. Tamamen rollerimden ibarettim. Bu, benim için gerçek bir şok oldu.”

Eğitim kursu, kendini yansıtma amacıyla fiziksel çalışmalar dahil bir takım olanaklar sunuyordu. Katılımcılar, bir vadiye çapraz duran dik bir uçurumdan aşağı birkaç yüz adım inmek, yaklaşık otuz metreden denize atlamak ve yaklaşık on sekiz metre uzunluğundaki ateşten bir platform üzerinde bir yürüyüş yapmak zorundalardı. Sonunda Eve bu kursta asistan oldu ve tam yedi defa ateş üzerinde yürüme egzersizi yaptı.

Öte yandan, gerçekte öğrendiği şey şuydu; o, tamamen kendi seçimi gibi görünen ve oynadığı bu rollerin bir yansıması değildi. Genç yaşlardan itibaren hasta annesi için saygılı bir bakıcı olmak zorunda kaldı ve annesi sinir krizleri geçirirken ona yardımcı olabilmek için Edinburg Üniversitesi’nde kazandığı burstan da vazgeçti. Eve sonraları bir katip oldu, ardından on yıl boyunca bir ev hanımı oldu ve daha sonralar da ailesine bakmak için bir ilkokulda öğretmen olarak çalıştı.

Sonrasında Eve’in hayatındaki sorunlar azaldı ve o da büyük bir heyecanla kendi hayatını kontrol etmeye başladı. Koleje başlayarak edebiyat, şiir ve resim dersleri aldı; Bosna Savaşı’nda yaralanan çocuklar için gönüllü olarak çalıştı ve ölümcül hastalığı olan insanları desteklemek için dostluk gruplarına katıldı.

“Şunu fark ettim ki şayet yaşadığınız hayatı sevmiyorsanız, onu doğru yöne çevirmek zorundasınız; işte bu sebeple de öğretmenlikten emekli oldum. Genç insanların nasıl yanlış bir dengeye kapıldığını kolayca görebilirsiniz; hayatlarının en değerli yıllarını umarsızca yaşarlar. Diğer insanlara önlerine çıkan fırsatları değerlendirmeleri gerektiğini aktarmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum; zira hayat su gibi akıp gidiyor.”

Pink Floyd’un şarkısı Time’dan (Zaman) bir alıntı yapıyor: “Kimse sana koşunun ne zaman başladığını söylemedi / Sen çıkış işaretini kaçırdın.” Eve Hoare başlangıç işaretini uzun zaman önce gördü ve derhal kendi hız koşusuna başladı. Peki sessizliğini bozan şey neydi? Hayatının oynadığı roller tarafından şekillendirildiğini ve kişisel hayallerini sınırlandırdığını anlamasıydı. Sonunda, rollerini yırtıp attı ve kendini yeni tür bir özgürlüğe adadı.

*Poman Krznaric; Carpe Diem: Kaçık Bir Dünya’da Günü Zaptetmek adlı kitabın yazarıdır. Aynı zamanda Londra'da bulunan Yaşam Okulu’nun üyesi ve dünyanın ilk Empati Müzesi’nin kurucusudur.

Makalenin aslı Psychology Today sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)