Andlardaki masalların devrimci gücü

Andlarda anlatılan “deniz adamı” gibi halk hikâyeleri, düşündüğümüz kadar 'masum' değildi. Ezilen halklar arasında paylaşılan hikâyeler, ezilenlerin sömürüye karşı birleşmesine vesile oldu.

Google Haberlere Abone ol

Di Hu*

1700’lü yıllarda, Ekvador'da bulunan Otavalo adlı dağlık bir kasabada, çok sayıda yerli kökenli kör insan yaşıyordu. Köye yakın bir “obraje” yani tekstil atölyesine karşı 1737'de açılan bir davada, Don Antonio Vera adlı İspanyol bir tanık, insanların bu olaya ilişkin bir halk hikâyesinde anlattıklarını aktardı. Hikâyeye göre, bölgedeki göllerin “mermen”i (Orta ve Güney Amerika yerlilerinde masalsı ‘denizadamları’na verilen isim), erkeklere güzel tınılı sesler vermesi karşılığında onları kör etmekteydi. Kör adamların talebi, tekstil atölyelerinde topluca şarkı söyledikleri esnada bunun ücretli bir iş olarak kabul edilmesi ve bu sayede dilenmek zorunda kalmamaları ve zorlu çalışma koşullarından uzak tutulmalarıydı.

Mermen masalları, bizlere Doktor Faust’unkine benzer bir pazarlığı aktarmaktadır: Birisi arzuladığı bir şey karşılığında güçlü (ve kötü) bir varlıkla anlaşma yapar; ancak bu anlaşma iyi bir şekilde sona ermez.

Vera, ifadesini ayrıntılandırmaya devam ederken, ortaya çok daha karanlık bir gerçek çıkıyordu: Gerçekte, erkekler gelecekteki maruz kalacakları zararlardan uzak tutulmak için anneleri tarafından bebekliklerinde çaresizce körleştiriliyorlardı. Vera, mahkemede, “(annelerin) Daha dindar olan kesimi onları körleştireceklerdi ve diğer annelerse bebeklerini öldürecekler, böylece onların “obraje”lerde esirleştirilmesine izin vermeyeceklerdi.” diyor. Mermen efsanesi, tekstil atölyelerini ve diğer endüstri kollarını borçlandırılan alt sınıfların emeğiyle yürüten İspanyol sömürge yöneticilerinin vahşice zulmü konusunda kinayeli bir efsane olarak üretilmişti.

İspanyol sömürgeciliği süresince anlatılan çeşitli halk masalları, yaşanan sömürü ve çekilen acıya ilişkin gerçeklerin birer göstergesidir. Yaşadıkları duruma dair hoşnutsuzluğu ifade etmek için sadece şiirsel bir yol olmaktan öte, bu masallar ortak bir dil oluşturmaya yardımcı olmuş ve farklı şekillerde ezilen gruplar arasında bir ortaklaşma duygusu yaratmıştır. Neticede, masallar ezilen toplumların sömürgecilere karşı isyan etmesinde rol oynamıştır.

ESARET HİKÂYELERİ

Özellikle Peru’daki And Dağları bölgesinde araştırmalar yürütürken (başta denizadamlarıyla ilgili olanlar olmak üzere) birçok halk hikâyesini araştırdım; ilkin, bunları gizemli ve masumane kültürel hikâyeler olarak düşünmüştüm. Tez araştırmam, sömürge altındaki bölgede tekstil atölyelerinin arkeolojik kalıntılarına odaklanmıştı; ancak araştırma sahalarında rastladığım bu hikâyelerin daha büyük ölçekte İspanyol sömürge yönetimine dair sosyo-politik bağlamla ilişkisini henüz kavramamıştım.

Dinlediğim öykülerdeki ana tema, erkeklerin, özellikle de şarkı söyleyenlerin, tehlikeli görülen sulak yerlerde yaşayan denizadamlarıyla, sevgi, servet veya şöhret benzeri bir şeyler edinmek amacıyla anlık anlaşmalar yaptığını aktarıyordu. Öte yandan, bu denizadamları borç iptali isteklerini kesinlikle kabul etmiyorlardı.

2011 yılında İspanya-Sevilla’da araştırma yürütürken, İspanya'nın sömürge imparatorluğu ile ilgili 80 milyon sayfalık belge ve haritaları barındıran Archivo General de Indias’da (Genel Yerli Arşivi) Vera’nın mahkeme ifadesini içeren belgeye rastladım. Bu belgeyle birlikte, parçalar da yerine oturmaya başladı.

Vera’nın sözlerini okuduktan sonra, tekstil atölyeleriyle ilgili bağlantılar açıklığa kavuştu. İspanyol sömürge tekstil atölyeleri birer ölüm tuzağıydı. İşletmeler, çoğunlukla büyük miktarda nakit para veya içki gibi krediler vererek, özellikle de yerli erkekleri borçlandırarak esaret altına alıyor ve borçlular geri ödeme yapamadığında tekstil atölyesi yöneticileri onları yakalayıp çalıştırarak borçlarını ödemeye zorluyorlardı. Bununla birlikte, borcun ödenmesi imkânsızdı; çünkü işçiler aynı zamanda barınmak ve beslenmek için fahiş ücretler ödemek zorundaydılar. Bir işçi öldüğünde, borç aile üyelerine devrediliyordu; bu aile fertleri daha sonra tutsak ediliyor ve çalışmaya zorlanıyorlardı.

 Bir Pomacocha tekstil atölyesinde 17. ve 18. yüz yıl sonlarına ait bu çöp höyüğünün kazılması, işçilerin yetersiz beslenmelerini atölye tesisi içinde yetiştirdikleri veya çöpten topladıkları gıdalarla takviye ettiklerini ortaya çıkardı. (Di Hu) Bir Pomacocha tekstil atölyesinde 17. ve 18. yüzyıl sonlarına ait bu çöp höyüğünün kazılması, işçilerin yetersiz beslenmelerini atölye tesisi içinde yetiştirdikleri veya çöpten topladıkları gıdalarla takviye ettiklerini ortaya çıkardı. (Di Hu)

İspanyol sömürge tekstil atölyelerindeki koşullar genellikle korkunçtu; görgü tanıkları, en kötü atölyelerdeki işçileri “iskeletler” olarak tanımlıyorlardı. İşçiler, kendilerine yeterli kıyafet bile alamazken, başkalarını zenginleştirmek için dokuma tezgâhlarında çalışmaya zorlanarak işkenceye maruz kaldılar. Peru’daki yerli Pomacocha topluluğunun yaşadığı bölgede bulunan (tez araştırmamın konusunu teşkil eden) bir tekstil atölyesinin arkeolojik kalıntılarından, işçilerin yetersiz beslenmelerini, duvar yapımında kullanılan kerpiçlerin içinde bulabildikleri veya çiğneyebildikleri herhangi bir şeyle tamamladıklarını keşfettik. İncelediğimiz çöp höyüğü, Gine domuzlarının ve henüz olgunlaşmamış tavukların kemikleri ile yumurta kabukları ve şeftali çekirdekleri gibi mutfak çöplerini içeriyordu. Tekstil atölyeleri genellikle bir mezar gibi karanlık ve nemli olarak nitelendiriliyor. Çoğu annenin, erkek bebeklerini böyle bir kadere maruz kalmamaları için öldürmek ya da sakatlamak için acı veren bir karar almasına şaşmamak gerek...

İş koşulları çok kötü olmasına ve ezilenlerin sömürenlerden kalabalık olmasına rağmen, silahlı bir isyan eğilimi düşüktü. İspanyollar 16. yüzyılda bölgeyi kolonize ettiler; ancak organize ve yaygın isyanlar 18. yüzyılın sonlarına kadar gerçekleşmedi. Peki, insanların hükümdarlarına karşı topluca ayaklanmasını tam olarak engelleyen şey neydi?

On binlerce sömürge dokümanını inceledikten ve Pomacocha’daki saha kazısından sonra, direniş konusunun arkasındaki karmaşık noktaları anlamaya başladım. Tekstil atölyeleri kadar kötü oldukları için cıva madenleri gibi ölümcül yerlerde genellikle ücret, iş kazalarından korunma ve tarım faaliyetleri için küçük ölçekli arazileri kullandırma biçiminde ödeniyordu. Bazı tekstil atölyesi yöneticileri nispeten yardımseverdi. Bazı durumlarda, işçiler “iyi” olduğunu düşündükleri yöneticileri savundu ve daha vicdansız yöneticilerin bu kişilerin yerini alması durumunda, önceki yöneticinin “costumbre”ye (çalışma düzeni, geleneksel sistem) veya insanlara saygı duyduğunu söyleyerek eski görevine döndürmek için dilekçe verdiler. “İyi” terimi, derhal ödeme yapmak, tatil günlerinde içki veya başka hediyeler vermek, insanları bir binada kilitli tutmamak ve işçilere destek olmak için arazi kiralamak benzeri anlamlar içeriyordu.

Pomacocha’daki tekstil atölyesi tesisini çevreleyen sömürge dönemi duvarları 10 metre yüksekliğinde ve işçileri içeride tutmak için tasarlanmıştı. (Di Hu) Pomacocha’daki tekstil atölyesi tesisini çevreleyen sömürge dönemi duvarları 10 metre yüksekliğinde ve işçileri içeride tutmak için tasarlanmıştı. (Di Hu)

Ancak bu tür atölyelerde bile emekçiler istismar ediliyordu: Atalarına ait olan toprağa kira ödüyorlardı ve uzun saatler boyunca çalışmalarına rağmen asla refah seviyeleri yükselmiyordu. Örneğin, 1800'lü yıllarda ABD’li kölelik karşıtı lider Frederick Douglass’ın belirttiği üzere, kölelere uygulanan iyi muamele, yalnızca bir yalandan ibaretti. “My Bondage and My Freedom” (Esaretim ve Özgürlüğüm) adlı otobiyografisinde ifade ettiği gibi “Adamların ‘başarılı’ ve ‘güvenli’ bir şekilde kölelik yapması için, zihinlerini yoksun bırakıldıkları özgürlük dışındaki düşünce ve özlemlerle doldurmaları gerekiyor. Elde edilebilecek faydalar belli bir seviyede, özgürlüklerden öncelikliymiş gibi gösterilmelidir.”

Birlikte yaşayan insanlar arasındaki ortaklaşa direniş eksikliğini büyüten bir başka etken, yerli işçilerin, borç köleliğine ve diğer kötüye kullanımlara karşı teorik olarak yasal korumaları olmasıydı. (Bu nedenle, bu atölye çalışmalarının en kötü uygulamalarını anlatan ayrıntılı mahkeme davalarına sahibiz. Otavalo’daki tekstil atölyesine yönelik dava, işçiler lehine müdahil olan İspanyol sömürge devletinin bir örneğidir.) Fakat bu yasalar potansiyel huzursuzluğa karşı önlem alsa bile, bunlar evrensel bir geçerlilik göstermiyordu; zira, uygulanmaları oldukça zordu. Yerel çıkarlar ve düzmece kararnameler, eski Çin sözlerinde aktarıldığı üzere, uzaktan nâme okumaktaydı: “Dağlar yüksek ve imparator çok uzakta,” idi.

İspanyollar böl ve yönet yönetim taktikleri kullanarak örgütlü bir isyan olasılığını da yok ettiler. Bölünmüş bir toplumsal yapı yaratmışlardı: And Bölgesi, genellikle siyasi sebeplerle birbirleriyle çatışan farklı etnik gruplardan oluşan bir mozaikti. Sömürgeciler, ayrıcalıklı seçkin bireyler veya gruplar vasıtasıyla, sadece müreffeh ve yoksul yerli Andlılar arasındaki bölünmeleri arttırmakla kalmayıp gruplar arasındaki bu siyasi bölünmeleri de kendi çıkarları doğrultusunda kullandılar.

Daha şeytani politikalar, farklı ırk gruplarından insanları birbirlerine karşı pozisyon almaya teşvik ediyordu. Örneğin, tekstil atölyelerinde, madenlerde ve haciendalarda (büyük tarımsal mülkler) fiziksel cezayı öne çıkarmaktan sorumlu olan fiziksel kas gücü, hemen hemen her zaman Afrika kökenli kişilerden seçiliyordu ya da yerli ve İspanyol karşımı bir “mestizo” (melez) idi. Buna ek olarak, genel anlamda mestizolar, büyük “domoslar” yani işçilerin günlük görev yöneticileri ve denetçileri olurlardı. Dayatılan bu ırk hiyerarşisi, farklı geçmişlerden gelen insanları birbirlerine karşı daha fazla güvensiz kıldı ve bu da İspanyolların sömürge sistemini devam ettirmesine yardımcı oldu.

Vera tarafından aktarılan türden bir hikâyenin yaşanan talihsizliklerinin suçunu efsanevi varlıklara atfetmesi nedeniyle, zalimlere yardım edeceğini düşünebilirdik. Fakat halk hikâyeleri ve tekstil atölyelerinin korkunç koşulları karşılıklı olarak ender rastlanan olgular değildir. Aksine, halk hikâyeleri, Faustvari pazarlıklarla ilişkilendirilen atölyelere karşı bir korku dalgası yaratmaya başladı. Bu halk hikâyeleri, ayrıca birleştirici bir güç görevi görmekteydi. Yerli And halkları, mestizolar, Afrika kökenliler ve hatta yoksul İspanyollar da dahil olmak üzere tüm emekçiler tarafından paylaşıldılar. Halk hikâyeleri, tekstil atölyelerinde yaşanan sistematik haksızlığa dair genel bir bilinç yaratmış ve insanların kişisel ya da yerel şikayetlerin ötesine geçen, daha geniş bir anlatı oluşturmalarını sağlamıştır. İspanyol egemen sınıf gruplar arasındaki bölünmeleri teşvik ederken, halk hikâyeleri farklı kökenden gelen ve sıradan insanları ortak düşmanla yüzleşmek için teşvik ediyordu: İspanyol emek kurumları!

İKİ FARKLI HİKÂYE TÜRÜ

O zamanlar Ekvador, Peru ve Bolivya’yı içeren bölgede iki tür halk hikâyesi dolaşıma girmişti. Birinci tür öyküler, mervelanlara ilişkin aktardığım türden, Faust’vari pazarlıkların kişinin gücünü zayıflattığını ve ayrıca doğurganlığın azaltılmasını vurguladı. Vera tarafından tanımlanan hikâyelerde kör edilerek, görme duyusundan ve muhtemelen bir aile kurma olasılığından mahrum kaldılar. Bu hikâyeler, sömürgeci sosyo-ekonomik sistemin işleyişi hakkında daha yüksek bir bilinç yaratmaya yardımcı oldu. Bir kişinin gücünün tükenmesi konusunda uyarılarda bulunan benzer hikâyelere örnek olarak, Quechua bölgesinde bazen “pishtaku” olarak adlandırılan ve insan yağından beslenen açık tenli vampirimsi bir yaratığı anlatan bir And hikâyesi vardır. Daha önce bir tekstil üretim bölgesi olan Cacamarca adlı eski bir köyün eski başkanı Aureliano Quispe’den edindiğim bu hikâyenin versiyonu, dökümhane kilisesinin tekstil atölyelerinde çan çalarken, yakıt olarak insan yağı kullanmasına dairdi. Ne kadar çok insan yağı yakılırsa, kilisenin çan sesi de o kadar yüksek çıkıyordu.

1780'de Peru'da İspanyollara karşı başlayan bir isyana öncülük eden II. Tupac Amaru, son yıllarında İnka Hükümdarı Tupac Amaru'nun reenkarnasyonu olarak görülüyordu. Kaynak: Wikimedia Commons 1780'de Peru'da İspanyollara karşı başlayan bir isyana öncülük eden II. Tupac Amaru, son yıllarında İnka Hükümdarı Tupac Amaru'nun reenkarnasyonu olarak görülüyordu. Kaynak: Wikimedia Commons

İkinci öykü sınıfı, insanları umutlandırmaya ve onları harekete geçmek yolunda teşvik vermeye hizmet etmektedir. (Hiçbir koşula bağlı olmaksızın bereketlilik vaat etmişlerdi; ayrıca adaletsizliğin ya da emek sömürüsünün ağır boyunduruğunun ortadan kalkacağı ve yakında yeni bir dünya düzeni kurulacağı sözü vermişlerdi. Örneğin, 18. yüzyılda anlatılan popüler bir halk hikâyesi, İnka’nın adil bir dünya düzenini geri getirmek üzere yeryüzüne döndüğünü anlatıyordu. Jafé Gabriel Condorcanqui veya bilinen adıyla II. Tupac Amaru, son İnka Hükümdarı Tupac Amaru’yu kendine göre şekillendirerek, 1780'de Peru’daki İspanyollara karşı bir yerli ayaklanmasını örgütledi. Birçok sıradan insan, II. Tupac Amaru’nun onları kurtarmak için geri dönen efsanevi İnka lideri olduğuna inanıyordu.

Güneydeki bölgelerde, Bolivya’da bulunan Tomas Katari ve Tupac Katari, II. Tupac Amaru isyanından esinlenerek kendi genel isyanlarına liderlik ettiler. Tekstil atölyeleri bu And genelindeki ayaklanmaların başlıca hedefiydi ve çoğu zaman yöneticiler kovuldu ve atölyeler ateşe verildi.

1780’lerin And bölesi isyanları, kısmen İspanyollar tarafından yüzlerce yıldır kullanılan bölücü taktikler nedeniyle genel anlamda başarısız oldu. Örneğin II. Tupac Amaru hareketi, başlangıçta farklı gruplar arasındaki ittifaklar üzerinde yürümekteyken, neticede dağıldı. Bununla birlikte, halk hikâyeleri hem Faustvari hem de ilham verici yeni türler halinde devam etti ve halkın sosyal ufuklarını genişletmeyi sürdürdü.

1800’lerin başındaki Güney Amerika Kurtuluş Savaşı sırasında isyancı orduların çeşitli halkları birlikte yedi, şarkılar söyledi ve birlikte dans etti. Ayrıca kendi köylerinden hikâyeler anlattılar. Ayakucho gibi yükseklerde bulunan bölgeler, Peru gibi bölgelerdeki isyancı ordunun bileşimine dair genel demografik verileri yansıtıyordu. Yaklaşık dörtte üçü yerli Andlılardan, bir sonraki en büyük grup Afrika kökenli insanlardan oluşuyordu ve geriye kalanlar çoğunlukla liderlik rolleri olan mestizolar ve birkaç Avrupalı beyazdı. General William Miller gibi İngiliz komutanlar askerler arasında popülerdi; çünkü askerlerinin kültürel geleneklerinden çoğunu kabul ediyordu; örneğin bir panço ve çakıllı koka yaprakları gibi yerel ürünler kullanıyordu. Miller’ın anılarında aktarılana göre şarkı söyleme, dans etme, yemek yeme ve hikâye anlatma şeklindeki kültür alışverişi, kamp hayatının temel unsurlarıydı. Hikâyeler insanları bir arada tutan bir tutkal görevi görüyordu.

Bekleneceği üzere, And bölgesi Latin Amerika’sında günümüzde devam eden adaletsiz çalışma koşullarına eşlik eder biçimde, halk hikâyeleri de hâlâ anlatılmaktadır. Örneğin, antropolog Michael Taussig, madenciler ve “hacienda” çalışanları tarafından yaygın olarak kullanılan bir şeytani anlaşmanın kapitalizmin tuzaklarıyla nasıl bir benzerlik içerdiğini yazmıştı. Deniz adamlarının hikâyelerine benzer bir hikâyede, bir işçi şeytani yaratıktan üretimlerini ve zenginliklerini artırmasını ister; ancak karşılığında şeytani yaratık , kişinin yeni kavuştuğu parasını aşırı değerli şeylere harcamasına ve erken yaşta ölmesine yol açıyor. Ve insan yağının çıkarılmasıyla ilgili eski hikâyenin küreselleşmiş bir benzerinde, Peru yaylalarında yaşayan yerli insanlardan gelen vücut yağının Batı’da kozmetik merhemlerde kullanıldığı sık sık anlatılır.

Günümüzde tekstil atölyeleri azaldı ve 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında, Sanayi Devrimi sırasında ucuz ithalatlarla rekabet amacıyla çoğunlukla kapatıldı. Bu noktada faaliyetlerini tarımsallaştırarak ziraat tesislerine dönüştüler. 1960’lı yıllarda, hâlâ İspanyol sömürge dönemindeki biçimiyle çalışmakta olan “hacienda”lar, nihayetinde işçiler tarafından şiddet kullanarak dağıtıldılar. O zamanlar Pomacocha’da bulunan işçiler, en sonunda, 17. yüzyılın başlarındaki sömürge hükümdarlarından kalan Santa Clara manastırının boyunduruğundan kurtuldular.

Bu isyan kısmen de olsa etkili oldu; çünkü bazı işçiler ve toplumdaki diğer insanlar politik olarak küresel komünist hareketlerin farkına vardı ve komşu topluluklarla dayanışma yoluna gittiler. Ancak halk hikâyeleri tarafından maruz kaldıkları sömürüye ait sistemsel durumla ilgili bir bilinç geçmişten beri şekillendirilmekteydi. Öyleyse tek başına hikâyeler sömürünün üstesinden gelmek için yeterli değilken, Andlıların ezilen halkları arasında farkındalık yaratmada ve modern zamanlarda isyan tohumları dikmek için hayati önemli bir rol oynamaya devam ettiler.

*Di Hu, Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde antropoloji araştırmaları yürütmektedir

Makalenin aslı Sapiens.org sitesinde yayınlanmıştır.  (Çeviren: Tarkan Tufan)