İslam geleneğinde bilimkurgu ve fantastik edebiyat

İslam’ın 'Altın Çağı', çok sayıda bilimkurgu ve fantastik eserin yeryüzüne yayılmasına ve dünyayı aydınlatmaya hizmet etti. Günümüzün Ortadoğu coğrafyası her ne kadar yaşadığı çağdan kopmuş ve içine kapanmış bir halde çöküş yaşasa da yeni öykülerde bambaşka bir hayal evreni hayat buluyor.

Google Haberlere Abone ol

Muhammad Aurangzeb Ahmad*

Görünmez insanlar, zaman yolculuğu, uçan makineler ve diğer gezegenlere yapılan yolculuklar (yalnızca) Avrupa ya da ‘Batı’ hayâl gücünün mü ürünüdür? Bir “Binbir Gece Masalları” açın -İslam’ın Altın Çağında, 7'inci yüz yıldan 13'üncü yüz yıla kadar anlatılan halk masallarından oluşan bir koleksiyon- ve bu tür anlatılarla dolup taştığını göreceksiniz.

Batılı okuyucular, sıkça Müslüman dünyanın hayâl ürünü kurgularına göz atarlar. Bu terimi, gerçek veya hayâl edilmiş kültürel veya bilimsel gelişmelerin sonuçlarını hayâl eden herhangi bir hikayeyi dahil edecek biçimde, oldukça geniş bir anlamda kullanıyorum. Tür içindeki ilk gelişmelerden bazıları, 'Altın Çağ'a ait kültürel canlanma döneminde düşlenen ütopyalardı. İslam İmparatorluğu Arap yarımadasından çıkıp, İspanya’dan Hindistan’a uzanan toprakları ele geçirmek için genişlediği dönemde, edebiyat, böylesine geniş bir kültürel ve insani alanın nasıl bütünleştirileceği sorununu ele aldı. Bilgin el-Farabi tarafından 9. yüz yılda yazılan “Faziletli Kent” (El Madina Fadila), doğmakta olan Müslüman uygarlığının ürettiği en eski hayranlık uyandırıcı metinlerden biridir. Platon’un “Cumhuriyet” adlı eserinin etkisi altında yazılmış ve Müslüman filozoflar tarafından yönetilen mükemmel bir toplum -İslam dünyasında yönetim biçimi için bir şablon- öngörmekteydi.

YALNIZCA SİYASET DEĞİL

Siyaset felsefesinin yanı sıra, aklın değeri hakkında yapılan tartışmalar da o zamanlar Müslüman literatürünün damgasını taşımaktaydı. İlk Arap romanı, “Kendi Kendine Öğrenen Felsefeci” adlı eser (Hayy ibn Yakzan), 12. yüz yıl İspanya’sında Müslüman bir doktor olan İbn Tufail tarafından yazılmıştır. Kahramanı, bir çeşit Arap Robinson Crusoe’dur ve akıllı bir varlığın evrende bir dışsal etki olmadan nasıl öğrenilebileceği konusunda fikirsel bir deney bağlamında okunabilir. Uzaktaki bir adada bir ceylan tarafından yetiştirilen ve kazazede insanlarla tanışana dek insan kültürüne veya dine ilişkin fikri olmayan yalnız bir çocuğun hikayesidir. Eserdeki temaların çoğu -insan tabiatı, ampirizm, hayatın anlamı, bireyin toplum içindeki rolü- John Locke ve Immanuel Kant da dahil olmak üzere, daha sonraki Aydınlanma çağı filozoflarının çalışmalarını anımsatmaktadır.

Öte yandan, feminist bilimkurgunun ilk eserlerinden birini hatırlamak için yine Müslüman dünyaya bir göz atabiliriz. Bengalli bir yazar ve aktivist olan Rokeya Sakhawat Hussain’in “Sultana’nın Rüyası” (1905’te yazılmıştır) adlı kısa öyküsü, “Ladyland” adlı kadın efsaneleri aleminde kendisine yer bulmuştur. Öyküde, toplumsal cinsiyet rolleri tersine çevrilir ve kadınların bilimsel becerilerini erkek iktidarını yıkmak için kullandığı bir devrimin ardından, dünya kadınlar tarafından yönetilir. (Aptalca bir şekilde, -daha eskilerde- erkekler kadınların öğrenim görmesini ‘duygusal bir kabus’ diye yaftalayarak reddetmişlerdir.) Neticede, dünya çok daha huzurlu ve keyifli bir hale gelmiştir. Bir noktada, ziyaretçi durumundaki Sultana insanların kendisine güldüklerini fark eder ve rehberi durumu kendisine izah eder:

“Kadınlar çok erkeksi göründüğünüzü söylüyorlar.”

“Erkeksi mi?” dedim, “Bununla ne kastediyorlar?”

“Erkekler gibi utangaç ve ürkek olduğunu kastediyorlar.”

Daha sonra, Sultana cinsiyet eşitsizliği hakkında daha da fazla merak uyandırır:

“Erkekler nerede?” diye sordum.

“Ait oldukları yerdeler, nerede olmaları gerekiyorsa...”

“Lütfen bana ‘ait oldukları yer’ ile ne demek istediğinizi açıklayın.”

“Ah, hatamı anladım, daha önce hiç burada bulunmadığınızdan, âdetlerimizi bilmiyorsunuz. Erkeklerimizi kapalı alanlara kilitledik.”

Müslüman dünyasında hayâlperest kurgu, 20. yüz yılın başlarından itibaren Batı sömürgeciliğine karşı bir direnme biçimi olarak ortaya çıktı. Örneğin, Nijeryalı bir ‘Hausa’ (yerel bir kabile) olan yazar Muhammadu Bello Kagara, Batı Afrika’nın alternatif bir romanı olan “Gand’oki” (yayın tarihi 1934) adlı bir eser yazdı; hikayede yerli halklar İngiliz sömürgeciliğine karşı bir mücadeleye katılıyorlar; ancak cinler ve diğer mistik yaratıklarla dolu bir dünyada yaşamaktalar. Bundan sonraki on yıllarda, Batılı imparatorluklar parçalanmaya başlayınca, siyasi ütopyaların teması çoğu kez belli bir siyasi sinizmle (değerlerden arınmış, hiççiliğe benzeyen bir öğreti) kaplıydı. Örneğin Faslı yazar Muhammad Aziz Lahbabi’nin “Hayat İksiri” (Iksir al-Hayat) (yayın yılı 1974), ölümsüzlüğü verebilecek bir keşfin üzerine odaklanıyor. Fakat toplumu umut ve sevinçle doldurmaktan ziyade, sınıfsal bölünmeler, isyanlar ve toplumsal dokunun çözülmesine yol açıyor.

FRANKENSTEIN BAĞDAT’TA

Bugünün Müslüman kültürlerinden daha koyu bir kurgu markası ortaya çıkmıştır. Ahmed Saadawi’nin “Frankenstein Bağdat’ta” (yayın yılı 2013) adlı eseri, Frankenstein’ı, modern çağın istikrarsız Irak’ında, 2003 işgalinin yarattığı yıkıntıların arasında yeniden kurguluyor. Canavar, bu yeniden anlatımda etnik ve dini şiddet nedeniyle ölen farklı insanların vücut parçalarından yaratılıyor ve sonuçta kendine has bir varoluşsal kopuşa gidiyor. Roman, bu süreçte savaşın anlamsızlığının ve masum tabiatın ölümü hakkında bir araştırma haline geliyor.

Noura Al Noman’ın Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayınlanan genç-yetişkinlere yönelik romanı “Ajwan” (yayın yılı 2012), kaçırılmış oğlunu kurtarabilmek için mücadele eden genç, amfibi (su ve karada olmak üzere iki-yaşamlı) bir yabancının yolculuğunu anlatıyor; kitap bir TV dizisi haline getiriliyor ve mülteciler ve siyasi üslûp dahil olmak üzere mühim temalar üzerine odaklanıyor. Suudi Arabistanlı İbrahim Abbas ve Yaser Bahjatt’ın ilk bilimkurgu romanı olan HWJN (yayın yılı 2013) cinsiyet ilişkilerini, dinsel bağnazlığı ve cehaleti kendine konu ediniyor ve paralel bir boyutta yaşayan cinlerin varlığına ilişkin natüralist (doğacı) bir açıklama sunuyor. Bu arada Mısırlı yazar Ahmad Towfiq’in umutsuz romanı Ütopya (yayın yılı 2008), 2023’te ülkenin toptan ekonomik ve toplumsal çöküşünün ardından Mısır toplumunun seçkinlerinin kendini toplumdan soyutladığı bir kapılı toplum öngörüyor. Ve Arap Baharı sonrası Mısırlı romancı Basma Abdel Aziz, başarısız bir isyanın ardından çaresiz durumdaki vatandaşların baş döndürücü bir anlamsızlıkla ve günahkâr diktatörlükle mücadele ettiği bir hikayeyi aktaran “Kuyruk”ta (yayın yılı 2016) Kafkaesk (karamsar ve umutsuz) bir dünya anlatıyor.

Hayâlperest kurgu, çoğunlukla Avrupa Romantizmiyle birlikte anılır ve Sanayi Devrimi’ne karşı bir tepki olarak görülür. Diğer taraftan, yüzyıllar boyu Müslüman çabasıyla dörtnala ilerleyen bir çaba söz konusuysa, ütopyacı toplumsal düzenlemeleri hayal etmek, fantastik teknolojileri düşünmek, makine ve hayvan arasındaki bulanık sınırları çizmek yalnızca Batı’nın tekelinde değildir.

*Muhammad Aurangzeb Ahmad, Washington Üniversitesi’nde bilgisayar bilimleri çalışmaları yürüten Groupon adlı ekipte kıdemli bir veri-bilimci, mucit ve sanatçıdır. Araştırmaları, davranışsal modelleme, makine öğrenimi ve doğal dil işleme üzerine odaklanmaktadır.

Makalenin aslı aeon sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)