Irkçılığı durdurmak için sınıf tavrı!
İnsanlar genellikle başkalarıyla mücadele ederken önyargılarını değiştirmek için çaba gösterirler. Emekçiler arasındaki yapay ayrımları ve düşmanlığı yok etmenin temel araçlarından birisi, aslında hepimizin aynı sınıfın birer ferdi olduğumuzu anlatmaktan geçiyor. Bu yolla ırkçı ve cinsiyetçi ayrımcılığı bertaraf edebiliriz.
Gabriel Kristal*
Donald Trump’ın şaibeli bir şekilde seçilmesinden beri, Demokratların Orta-Batı’daki beyaz-işçi sınıfı seçmenleri kaybetmelerinin partiyi kendisine getirdiğini iddia eden birçok makale yazıldı. Bu makaleler, Demokratları eskisi gibi farklılıkları barındıran bir parti haline dönmeye çağıran bazı gazetelerde yayınlandı. Şimdiyse, şişmiş bir zombi gibi ölümden geri dönen Mark Penn ve Andrew Stein’ın New York Times’a yazdıkları yazı, Clinton’un merkezci politikalarına geri dönüş çağrısı yapıyor.
Bütün bu tartışmalar, ilerici kişilerin ya işçi sınıfından seçmenler ya da azınlık grupları için mücadele etmeleri gerektiğine vurgu yapıyorlar; ancak aynı anda iki mücadeleyi birden hedeflemiyorlar. Bu düşünce sistemi, demokrasiye ve seçmenlerin ortadaki saçmalığı fark etme yeteneğine duyulan inancın eksik olduğunun bir işareti olabilir.
Deneyimli bir sendika sorumlusu olarak, sıkça kendime, yukarıda belirtilen görüşleri sunan uzmanların işçi sınıfıyla konuşmaya ne kadar zaman harcadıklarını soruyorum. Bununla, işçi sınıfından olan bütün insanları kastediyorum. Ana akım ve hatta bazı sol medya organlarında anlatılan hikayenin aksine, homofobi, cinsiyetçilik ve ırkçılıkla hesaplaşan en önemli çalışmaların bazıları, emek hareketinde birlikte mücadele eden ve farklı etnik gruplardan gelen işçi sınıfından insanlar tarafından yürütülüyor.
ÖNYARGILAR TANIŞTIKÇA ORTADAN KALKAR
İlk somut emek hareketi çalışmam, “California SEIU Local 250” adlı sendikada “örgütlenme sorumluluğu” göreviyle, teorik olarak hastanelerde ve bakım evlerinde bulunan ve yönetim haricindeki tüm personeli temsil eden sağlık çalışanlarının sektörel örgütlenmesi üzerineydi. Çalışmada sendika, genel olarak Hemşireler Derneği tarafından temsil edilen kayıtlı hemşireler dışındaki çalışanları temsil amacını gütmüştü. Local 250’nin üye profili ırkçılık karşıtı bir şekilde epeyce çeşitlilik barındırıyordu: Afro-Amerikan, Latin, Filipinli ve beyaz işçilerden oluşan güçlü bir temsil sistemi mevcuttu. Çalışma koşulları, sendikal örgütlenmenin olduğu işyerlerinde gayet iyi durumdaydı: Ücretsiz sağlık hizmeti, emekli maaşı, tatil hakkı ve tatmin edici bir ücret söz konusuydu.
Local 250'deki ilk talimatlarım gayet basitti: “Gidin, müzakere ekibinde bulunabilmemiz için hastanede yüzde 10 oranında üye kaydedin ve iki ay içinde tüm hastaneyi greve götürmeye hazırlanın!” Bunlar, incelikli biçimde verilen güçlü talimatlardı. O günlerde sendika, asgari personel standartlarını sağlayabilmek amacıyla kapsamlı ve iyi koordine edilmiş bir sözleşme kampanyası sürdürmekteydi. Bu durumsa, 30 kadar hastanenin koordinasyon içinde iş koşullarına ilişkin pazarlık yapacağı ve belki de greve gideceği anlamında gelmekteydi.
Sendika görevlisi olarak sayısız sorumluluklarımdan biri, “Sendika Nedir?” isimli küçük bir broşür rehberliğinde üyeler ve sorumlularla görüşmekti. Bu broşür, sendikanın “çalışan herkesin örgütlenmesi” fikrini vurguluyordu. Amaç ise “aynı işverene karşı ortak hareket etmek, patronu işçilerin istemediği şeyleri yapmaktan alıkoymak ve işvereni çalışanların taleplerini yerine getirmeye zorlamak için harekete geçirmek” biçiminde tarif ediliyordu.
AYRIMCILIĞIN HER TÜRLÜSÜYLE MÜCADELE
Diğer bir görevim, güçlü bir birlikteliğin önündeki tehlikeli engeller olan ırkçılık, cinsiyetçilik, etnik ayrımcılık, homofobi ve dini hoşgörüsüzlük hakkında açık biçimde konuşmaktı. Sıkı bir sendika üyesi, kendisiyle birlikte mücadele etmelerini talep ettiği Latin kökenli meslektaşlarının “iş buluyor olması” hususunda asla şikayet edemez. (Irkçıların temel argümanlarından birisi, “göçmenler işlerimizi elimizden alıyor” propagandası üzerine kuruludur.)
Benim tecrübelerime göre sendika üyeleri, ayrımcılık karşıtlığını ciddiye alıyorlardı. Beyaz erkeklerin, diğer erkeklere, sendikada cinsel tacize müsamaha gösterilemeyeceğini söylediğine tanık olmuştum fakat (daha da önemlisi) insanların diğer kültürlerden gelen insanlara karşı gerçek bir merak geliştirdiklerine de şahit oldum. Latin kökenli kat hizmetleri çalışanı, Filipinli hemşirelik departmanı personeliyle yemek yemeye ve diğer çalışanların nereden geldiğine ilişkin daha fazla bilgi edinmeye başladı.
Aklımda kalan ilginç bir hikaye var. Grev hazırlığı sürerken, bir kısım Afro-Amerikan mutfak çalışanı, Filipinli hemşirelik departmanı çalışanlarının “zayıf karakterli” olduğunu ve idareye karşı direnişe katılmayacaklarını iddia etmişti. Neyse ki, kadın malzemeleri satan market görevlisi ve harika bir Afro-Amerikan olan Phyllis, bunu söyleyenleri bir kenara çekti ve bu etnik köken kaynaklı tartışmaya sendikamızda yer olmadığını açık biçimde söyledi. Nihayet grev gerçekleştiğinde, tek bir Filipin kökenli işçi bile yan çizmedi. İşin gerçeği, Filipinliler sendikadaki herkesten övgü alan en dirayetli çalışanlardı.
CİNSEL AYRIMCILIK DA TEHLİKELİDİR
Benzer şekilde, homoseksüellik hakkında olumsuz duygulara sahip, dini inançlarına bağlı bir sertifikalı hemşire asistanı olan Gracie’yi ele alalım. Sendikada yetkili olarak öne çıkan, iki erkek ve iki kadın olmak üzere, toplamda LGBTQ (Lezbiyen-Gay-Biseksüel- Transseksüel-Kuir cinsiyetlerden olan) sorumlumuz vardı. Homofobinin sendikada yeri olmadığı üzerine, Gracie’nin papazın eşcinsel olduğuna inandığını söylediği bir sohbet başlattım. Herkes, yönetimle mücadele etmek için güç birliği yapmak istediğinden, LGBTQ sözcüleri diğer üyelere insani beklentilerini, umutlarını, hayallerini ve Gracie’nin yapabildiği şeylerin çoğunu nasıl da çok yapmak istediklerini oldukça samimi bir şekilde anlattı. Gracie, zamanla ve meslektaşlarıyla yan yana yürüttüğü mücadele vesilesiyle, meslektaşlarına ilişkin olumsuz algısını değiştirdi aynı zamanda sendikadaki LGBTQ çalışanlar açısından iyi bir yoldaş haline geldi.
Bir örgütlenme sorumlusu olarak, çoğu zaman insanların başkalarıyla mücadele ederken, aynı anda önyargılarını yıkmak için çaba gösterdiklerine de şahit oldum. Bu, Trump’ın yürüttüğü seçim kampanyasının içeriğindeki sağcı popülizmle daha da kötü hale gelen ırk ve cinsiyet ayrımcılığını mazur gösterecek bir iddia değil elbette! Bunun yerine, mahallî sol kanat popülizmle faaliyet yürüten insanlara ulaşmamız gerekiyor; bu tavır, her seferinde sahtekâr sağa meyil verilmesine karşı etkili bir yoldur.
Irkçılık karşıtı hareketi en geniş ölçekte yaygınlaştırmak için, toplu olarak yoksullar ve emekçi insanlar hususunda duyarlılık ve sezgi sahibi olan sol bir platformda örgütlenmiş, popüler bir mücadeleye dahil olmamız gerekiyor. Direniş hareketini genişletmek ve halkçılık taklidi yapan, tehlikeli milliyetçiliği yok etmek için, bir an önce örgütlü bir çoğunluk yaratmamızı sağlayacak, kazanma hedefi taşıyan, umut dolu ve geniş tabanlı bir hareketin oluşturulması gerekiyor.
İnsanları kazanmak için uygulanabilir bir planla popüler sol akımı kucaklayarak, temel haklar konusunda bir dayanak noktası yaratabiliriz. Neticede, mühim olan sadece seçimlerde kazanmak değil: Asıl mesele, kazanmak için birlikte hareket eden bir toplumsal hareket yaratmak olmalı. Yeni ilişkiler kuralım, örgütlenelim ve politik alanda yeniden heyecanlı ve dürüst insanlar var edelim. İnsanın kalplerini ve akıllarını ırk, cinsiyet, cinsel kimlik ve etnik köken konularında değiştirmek için yürütülmesi gereken asıl faaliyet budur. (Çeviren: Tarkan Tufan)