İklim değişikliği, kapitalizm ve sol

Gündemimiz iklim değişikliği üzerine yoğunlaşıyor; ancak iklim değişikliği sadece birkaç yılda bir konuşulacak bir mesele değil. Temel sorun, üretim süreçlerinin ve ekonomik örgütlenmenin her şeye zarar veriyor oluşu.

Google Haberlere Abone ol

Alyssa Battistoni *

Kitle siyaseti açısından iklim değişikliği hakkında konuşmak uygunsuz görünüyor olabilir. Karmaşık ve anlaşılması zor bir konu. Nedenleri öylesine derinlere gömülü ki, devasa felaketler gerçekleşene kadar bunları fark etmek zor olabilir. Bugün sorun bütün gezegeni ilgilendiriyor: Dünyanın bir kısmında alınan kararlar, insanların yaşamlarını darmadağın ediyor. Bu esnada zengin ve güçlü şirketler ve bu soruna yol açan kişilerse, sorunu çözmekle görevlendirilen kuruluşları yönetmeye devam ediyorlar.

Aslında, sorun ziyadesiyle kapitalizmle bağlantılı...

Ancak iklim değişikliğinin siyasi gündeme girdiği zamandan bu yana, dünyada neoliberalizm egemen hale geldi. Bu gerçek, günümüzde seçkinler arasında süren tartışmaların soruna ilişkin sahte çözüm önerileriyle geçiştirildiği manasına geliyor: Kendileri suçlu olan kişiler, insanları bireysel tüketimleri konusunda sorumluluk almaya çağırıyorlar; kamu fonları ile üretilen yeşil teknolojilerin patentleri özel şirketler tarafından alınıyor; yok edilmesi gereken endüstriler tarafından yeni pazar mekanizmaları tasarlanıyor; yöneticiler, kamuoyunda fazla gürültü çıkmasın diye tepkiler karşısında yumuşak başlı bir tavır sergilenmesini emrediyor... Aynı esnada, kamu mallarının ve hizmetlerinin eksikliği söz konusuyken, bunları yaygınlaştırmamız gerekirken kemer sıkma önlemleri alınıyor ve yeniden güçlenen milliyetçi hareketler, sınırları kapatarak bu hizmetlere ulaşmamızı engelliyor.

FELAKETİ YARATANLAR ZENGİNLER VE BÜYÜK ŞİRKETLER

Felakete yol açan ve küresel ısınmadan en az zarar görenler, siyah veya esmer tenli fakir ve işçi sınıfından insanları, yani bizleri, en zorlu yollara doğru yönlendiriyorlar ve ırkçı sağ hareketler, anlaşılabilir bir korkuyu yabancı düşmanlığına evrilterek bir tepki hareketi doğurup daha sert ve yoğun biçimde gerçekleşecek toplumsal felaketlere yol açarken, zenginler, lüks sığınaklarına kapanıyorlar.

Ancak toplanan fırtına bulutlarının can alıcı yanını teşkil eden iklim tartışmalarına hâkim olan liberal kararsızlıkla geçen yılların ardından, eğilim Sola yönelmeye başlıyor. Bu yönelimin denizlerin yükselişinin üstesinden gelip gelemeyeceği ise başka bir mesele.

Eğer kapitalizm iklim değişikliğini yönlendiriyorsa, bunu durdurmak için bir devrime mi ihtiyacımız var? Böyle olmamasını umut etmeliyiz. Solun radikal değişim anlayışı, iklim sorunu karşısında belirgin bir cevap sağlıyor gibi görünebilir. Fakat sol, tarihsel açıdan cılız kalıyor ve gereken ölçekte gerçek güce ulaşmaksa muhtemelen uzun zaman alacak; ancak maalesef, ciddi anlamda harekete geçmemiz gereken zaman ölçeğinde bu olamayacak. Sosyalizmi inşa etme hedefindeki uzun vadeli projeyi çabuklaştıramayız; ancak bu hedefe ilerlerken iklim değişikliğini yok sayamayız da. Aksi halde, en iyi senaryoda bile, sol yalnızca iklimin çöküş sürecini yönetmek amacıyla iktidarda olacaktır.

Bu durumda, kapitalizmden kopmamız ne denli zorunlu olursa olsun, iklim değişikliğiyle en iyi şekilde başa çıkabilmek için, bir süreliğine onunla bir anlaşmaya varmamız gerekiyor. Bu, sürdürülebilir bir sosyalist toplum için gereken koşulları oluşturana dek, mümkün olduğunca çabuk bir şekilde karbon salınımının düşürülmesi konusunda baskı yaratmamız gerektiği anlamına geliyor.

Bunu sadece, hareketlerimizin güçlü bir kapitalizm karşıtı özü varsa gerçekleştirebiliriz. Neyse ki çevre hareketleri, iklimsel adaleti ön planda tutarken hem topluluklarla hem de fosil yakıt çıkaran ve iklim değişikliğinin öncelikli sorumluları olan kesimlerle bağlantılar kurarak, Sola doğru yönlendiriyorlar. Yerli halk hareketleri, fosil yakıt şirketlerinin aç gözlülüğüne küresel ölçekte dikkat çeken ve insan topluluklarının refahı ile bağımlı oldukları ekosistemler arasındaki ilişkiyi öne çıkaran “Standing Rock” (ABD’de yerli topluluğunun, kendi topraklarından geçen boru hatlarına karşı direniş gösterdiği bölge) gibi yerlerde mücadelenin önünü açtı. Sosyalistler, bir yandan eko-apartheid’ı (çevresel ayrımcılık) gündeme getiren ve eşitsizliğe karşı savaşan bu hareketlere katılmak zorundayken, diğer yandan fosilleşmiş kapitalizmi aşmamızı sağlayacak temelleri atmak amacıyla, mücadele edecek bir halk hareketini örgütlemeye devam etmeliler.

İKLİM SORUNUZU ERTELENEMEZ BİR MESELE

İklim değişikliği, herhangi bir başka konudan çok daha acil biçimde sosyalizme duyulan ihtiyacı ortaya koyuyor. Endüstri, teknoloji ve altyapı tesisleri üzerinde daha fazla demokratik-siyasal kontrol ihtiyacına işaret ediyor; ayrıca dünyamızı nasıl, neden ve kimin için inşa ettiğimiz noktasında daha bilinçli bir yaklaşımı gerekli kılıyor.

Büyük ekonomi sektörlerinin bilinçli biçimde planlanması ve teknolojiye büyük bir değer atfetmek, aslında “Eski Sol” yaklaşımın temel bir parçasıydı; ancak “doğaya hükmetmek” şeklindeki eski kibirli yaklaşım, artık sol anlayışın bir parçası değil. Bizim sosyalizmimiz, birçok insan için sürdürülebilir bir mutluluk ve bolluk yaratma siyaseti içeriyor. Bize ekmek ve güller, parklar ve okyanuslar lazım.

Kuraklık buğday başaklarını ve çiçek bahçelerini kavururken, ormanların yanması ve okyanusların asitleşmesine ilişkin klasik sorunlar bile daha da karmaşıklaşıyor. İklim değişikliği meselesi, yaratıcı biçimde düşünmek, geniş alanda örgütlenmek ve hızlıca harekete geçmek için sola doğru yönlendirilmeli.

Bu, iklim değişikliği hakkında bir yazı ama iklim değişikliği yalnızca birkaç yılda bir bahsedilecek bir mesele değil elbette; önümüzdeki dönemdeki hareket planlarımızın ve örgütlenmemizin merkezinde olması gerekiyor. Şu andan itibaren her tartışma, iklim meselesini de içermeli.

* Alyssa Battistoni, Jakobin dergisinde editör ve Yale Üniversitesi Siyasal Bilimler bölümünde doktora öğrencisidir.

Makalenin aslı Jacobin dergisinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)