İlişkilerde ilk izlenim değişmiyor

Eşimizi kendimize uygun bir hale getirmekten ziyade, eş seçme konusunda yaptığımız hatalar hususunda sorumluluğu üstlenmeliyiz. Yaptığımız tercihler, mutlu ya da mutsuz bir birlikteliğin anahtarları niteliğinde.

Google Haberlere Abone ol

Tim Lott *

Carol Tavris ve Elliot Aronson’ın “bilişsel uyumsuzluğa” ilişkin yazdığı bir kitabı okuyordum; “zihinsel uyumsuzluk” rahatsız edici duygularla ortaya çıkan ve derinlerden gelen, farklı bakış açılarının birbiriyle çatışmasına ilişkin bir olgu. Bu çeşit duyguları engellemek için genelde “kendi kendini meşrulaştırma” yoluna başvururuz.

Kitap, evliliklerde yaşanan “zihinsel uyumsuzluklar” hakkında bir bölüm içeriyor ve bu süreçleri, ilişkilerin yüz yüze kaldığı sonuçlarda asıl suçlu olarak görüyor. Yazarlar, “Yanlış anlaşılmalar, çatışmalar, karakter farklılıkları ve hatta öfkeli kavgalar bile sevgiyi öldürmez; sevgiyi öldüren şey, kendini haklı çıkarma çabası,” diyorlar.

Peki, bilişsel uyumsuzluk nasıl ortaya çıkar? Var sayalım ki partner A, partneri B’nin paraya ilişkin vurdumduymazlığıyla ilişkili bir sorun hissediyor, ikisinin de bildiği üzere... Belki de A için B’yi çekici kılan şeylerden biri, onun “cömert ve kendiliğinden” davranışlarıydı. Ancak bir ilişki içine girdikten sonra bu davranış sorumsuzluk olarak görülmeye başlanır. A, B hakkında yanlış bir karar verip vermediğini nasıl anlar?

NASIL ANLARIZ?

Bunun bir yolu, A’nın yanlış bir değerlendirme yaptığını ve sorumluluğun bir kısmının ona ait olduğunu kabullenmesi olabilir. Diğer bir yol, A’nın “olumlu” uyumsuzluğun sürüp gitmesini kabullenmesi ve ortak banka hesapları yine eksiye düşmüş olmasına karşın, kendisini B’nin harika, neşeli ve cömert bir insan olduğuna ikna etmesi olabilir.

Ancak A açısından, öz-güvenini kaybetmemesinin en kolay yolu, B’nin kendisini aldattığına ve “kötü bir insan” olduğuna karar vermesi. Bu retrospektif (içe bakışçı) özeleştiri, ev işlerinden tutun da çocuk bakımına dek tüm ev içi davranışlar için geçerli. “Görmemiş olsaydım, buna inanmazdım” değil, “Buna inanmasaydım, görmemiş olurdum” durumu söz konusu.

Bir çift arasındaki “gerçek” durum nedir? Bilişsel uyumsuzluk ve bununla ilgili bir diğer psikolojik ilke olan “doğrulama sapması”, her zaman faaliyettedir (hafızaya kaydederken ve yeniden hatırlarken her ikisi de belirli bir durumu etkiler) ve “doğruyu” bilmek neredeyse imkânsız hale gelir. Ancak genelde bu gerçeğin karşılığı, “en azından biraz hatalı” olduğumuzun anlaşılmasıdır; genelde uyumsuzlukları çözmenin en acı verici yolu ve dolayısıyla en tatsız yolu budur.

Bilişsel uyumsuzluk ne denli uzun sürerse, hafızanın derinliklerine de o denli işler ve neler olup bittiğine ilişkin anlayışımız, çatışmalar hususunda önyargılı bir etken haline gelirken öyle güçlenir ki; o vakit ilişki, bir kişinin “yaptıkları”ndan ziyade “olduğu” şeyle tarif edilir. Bu önyargıyla çelişen herhangi bir davranış önemsenmez ve tercih edilen herhangi bir başka kanıt abartılır.

YARGILARIMIZ BELİRLEYİCİDİR

Partnerinizle olan ilişkinizde bir kanı oluşturursanız ve bu kanıyla çelişen bilgileri elemek için her fırsattan faydalanırsanız, tutarlı bir dünya görüşüne sahip olursunuz; öte yandan, eşinize dair güvenilmez bir kanıya ulaşırsınız; bu kanı ister onu iyi bir insan yapmak, isterse geliştirmek adına olsun, önyargılarınızla üzeri kapatılmış olur.

Bu sorun karşısında elimizde tek bir çözüm yolu var, daha doğrusu üç çözüm: Tevazu, dürüstlük ve iyi niyet.

Tevazu, “yanılıyor olabilirim” diyebilme yeteneği ve cesaretini işaret eder; bu sebeple, olaylar ters gittiği zaman kendinizi haklı göstermezsiniz. İyi niyet, eşinizin “iyi” olduğunu varsaydığınız durumdur ve başarısızlığa uğrasa dahi denemek gerekir. Zihnimizin içerdiği tüm sağlıksız fikirler göz önünde bulundurulduğunda, dürüstlük en zor olan tutumdur; ancak, en azından, kendini doğrulama takıntısının çekiciliğine karşı bir güvenlik duvarı veya bir ideal tutum olarak görülmesi gerekir.

Eşlerden birisi iyi niyet sahibiyken diğeri değilse veya bir taraf gururluyken diğeri mütevazıysa, bu kendini haklı görme durumunun sürmesine vesile olduğu için, tutumların karşılıklı olması başarıya ulaşma noktasında elzemdir; aksi halde taraflardan biri ya da her ikisinde kızgınlık ve öfke oluşmasına yol açar.

Kendini haklı görme, tek taraflı veya karşılıklı olarak, en sık başvurulan yoldur. Öte yandan, diğer seçenekler de tercih edilebilir. Yapılacak tercih, mutlu veya mutsuz bir birliktelik arasındaki farkı oluşturan bir unsurdur.

* Yazının aslı The Guardian'da yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)