Ayrı devlet: Kolay değil!

Irak’ın Kürt bölgesinden ve Katalonya’dan ulusal bağımsızlık hareketlerine ilişkin bir ders: Ayrılmak için baskı yapmanın maliyeti çok yüksek olabiliyor.

Google Haberlere Abone ol

Arnav Neil Sengupta *

Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan iki etnik grup, bu yıl gerçekleştirdikleri tartışmalı bağımsızlık referandumları nedeniyle yalnızca merkezi hükümetlerin şiddet içeren uygulamalarına davetiye çıkarmadılar, en sağduyulu siyasi uzmanlar dahi çifte standart veya ahlaki karmaşa nedeniyle ihanet yoluna sapmadan yargılanmak için çabaladılar. İki tartışmalı referandum nedeniyle kışkırtılan ayrılıkçılık ve aksi yönde yürütülen tartışmalara karşın, meselenin özünde hâlâ çözülemeyen bir nokta var: Irak Kürdistanı ve İspanya Katalan bölgesinde neler olduğu düşünüldüğünde, ulusal egemenlik, çekilen bunca acıya gerçekten değiyor mu?

Başka bir fırtınalı zamanı anlatan Bob Dylan’ın şarkı sözlerindeki gibi bu sorunun cevabı rüzgârda uçuşuyor (bkz. Blowin’ In the Wind adı eser). İpuçlarını bulmak zor değil: Sadece kötü bir neticeye ulaşan referandumların sonuçlarına bakmak yeterli. Kürtler, bağımsızlık referandumunu gerçekleştirmek için bile göze alınamayacak kadar yüksek bir bedeli zaten ödemiş durumdaydı. İran destekli Şii milislerle eşzamanlı hareket eden Irak federal hükümet güçleri, cezalandırma amacıyla düzenlediği operasyonda, Kürt güçlerinin İslam Devleti’ni 2015 yılında yenilgiye uğrattığı sırada peşmergeler aracılığıyla kontrol altına aldığı bölgelerden birçoğunu zorla geri aldı. Irak askerleri ve Şii müttefiklerinin, ABD merkezli koalisyon tarafından kendilerine verilen silah ve teçhizatı kullanarak, İslam Devleti savaşçılarına karşı savaşan 75 Peşmerge’yi öldürdüğü açıklandı.

Tanınmış Fransız entelektüeli Bernard Henri-Levy, Irak ordusu “İslam Devleti tsunamisi” karşısında bölgeden ayrıldıktan sonra, 2014’ten bu yana Irak Kürtleri “barbarları bizden uzakta tuttu ve böylece Kürdistan’ı, Irak’ı ve bizim ortak uygarlığımızı korudu” diyor. Ancak referanduma verilen tepki, Kürdistan Demokrat Partisi’nin uzun süredir yönetimde olan lideri Mesud Barzani’yi kılıcını elinden bırakmak zorunda bıraktı. 5 Eylül seçimlerinin ardından Irak’ta yaşayan Kürtlerin petrol zengini olan bölgelerini, kazanç kaynaklarını ve sınır kontrollerini yitirmesi, Ortadoğu’nun 30 milyon nüfuslu Kürt halkının başına gelen sonsuz talihsizlikler dizisinin en sonuncusu oldu.

KATALANLARIN HİKAYESİ DAHA FARKLI

Tabii ki Katalanların tarihsel hikâyesi, çekilen acılar, ihanetler ve kahramanlıklar gibi öğelerle bezeli Kürt destanından oldukça farklı. Fakat Irak’taki Kürtlerde olduğu gibi, kendi diline, kültürüne ve tarihine sahip olan ve İspanya’dan kurtulmak isteyen Katalan nüfusunun önemli bir kesimindeki derin arzuyu inkâr etmek mümkün değil. İspanya nüfusunun yüzde 16’sını oluşturmasına rağmen, Katalonya, Londra Üniversitesi’nin aktardığı kadarıyla, İspanya’nın GSYİH’sının (Gayri Sâfi Yurt İçi Hâsıla) yüzde 19 ilâ 25'ini üretiyor. Hem İspanya hem de Avrupa Birliği pazarlarına erişimi elinde tutabilseydi, bağımsız bir Katalonya diğer herhangi bir AB üyesi devlet kadar geçerli bir ülke olabilirdi. Ayrıca, Katalonya’da bulunan Barcelona kenti, önemli bir turistik cazibe merkezi ve birinci sınıf bir şehir. Bu avantajlara rağmen, ayrılıkçı Katalan siyasi partileri, İspanya’nın geri kalanını ve Avrupa’daki bağımsızlık davasını, yüzde 42’lik katılım oranı Kürtlerin yüzde 72’si ile karşılaştırıldığında, oldukça yüksek bir referandum katılımı temelinde ortaya koyamadı.

1 Ekim’e dek, İspanya’daki Katalanlar kendi parlamentolarıyla geniş bir siyasi özerkliğe sahipti. Şimdiyse ayrılıkçı partiler karışıklık içindeler; liderleri tutuklanmış ya da kaçak durumda. Geriye bakıldığında hem Kürt hem de Katalan bağımsızlık referandumları, daha ziyade, dünyanın ahlaki vicdanını temel alarak en kötü durum senaryolarına yönelik planlama yapılmış fikirlere benziyor.

Benzer biçimde, Afrika’daki Batı Sahra’dan Filipinler’deki Mindanao’ya dek, ayrılıkçı ve ulusal kaderini tayin etme talebini dillendiren hareketlerin gerekçeleri, daha fazla kan ve servet kaybetmeye değmeyecek nedenler olarak mı görülmeli?

BELKİ DE CEHENNEME GİDEN YOLDUR

Kürt ve Katalan bağımsızlık referandumları öncesi yakın tarihin 21. Yüzyıl'da milliyetçilik akımı için açık bir mesajı varsa, o da şudur: Dikkat! Egemen bir devlet olmaya giden yol iyi niyetle döşenmiş olabilir ama cehenneme gider.

Endonezya’nın 1975 yılında eski Portekiz sömürgesini istila etmesini ve 200 binden fazla kişinin ölümüne neden olan bir işgal başlatmasını engellemek için yeterli güce sahip olmayan uluslararası topluluğun müthiş yardımıyla, 20 Mayıs 2002’de dünyanın en genç ulusu olarak kabul gören Doğu Timor’u ele alalım. Uzun süren ve travmatik mücadelenin bağımsızlıkla sonuçlanmasının üzerinden on beş yıl geçti; ancak gelir eşitsizliği ve yüksek işsizlikle ortaya çıkan toplumsal gerilim, Timor-Leste Demokratik Cumhuriyeti’nde sürekli biçimde iç çatışmalara neden oluyor.

Hükümet rakamlarına göre, 2014 yılında nüfusun yüzde 41.8’i, günlüğü 1.52 Dolar gibi düşük ücretlerle yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Petrol gelirleri Timor-Leste bütçesinin yüzde 90’ını oluşturuyor ve milli gelirinin yaklaşık yüzde 80’i petrolden elde ediliyor. Doğu Timor’un Dili kentinde bulunan bir düşünce kuruluşu olan La’o Hamutuk'un yayınladığı araştırmaya göre, yeni gelir kaynakları ve sürdürülebilir olmayan harcama düzenini terk etme yönünde siyasi bir iradenin oluşmaması durumunda, ülke 2027 yılına dek iflas etmiş olabilir. “Başarısız bir devlete” dönüşme olasılığı, Güneydoğu Asya ülkesi olan Timor-Leste’yi, Kosova ve Güney Sudan arasındaki bir yere koyarak, dünyanın “kırılgan devletleri” listesine ekliyor.

2011 yılında Afrika’nın en uzun süren iç savaşını sona erdiren bir anlaşmanın sonucunda Sudan’dan ayrılan Güney Sudan’la ilgili konuştuğumuzdaysa, dünyanın en genç ülkesi yetersiz bir liderlik, etnik temizlik, cinsel şiddet ve ekonomik çöküşle birlikte anılır oldu. Bağımsız bir Güney Sudan’da siyasal iktidarı paylaşması beklenen etnik gruplar, kendi halkları üzerinde kelimelere sığmayacak acımasızlıklarını sürdürdüler. 2013-2015 yılları arasında 2.2 milyon insanın yerinden olmasına neden olan iç savaş, aynı zamanda yüz binlerce Sudanlının canını aldı ve ekonomiyi neredeyse yok etti. Sahra Güneyi Afrika’nın üçüncü en büyük hidrokarbon rezervine sahip olan Güney Sudan’ın bağımsızlığın ertesinde refah içerisinde bir ülke olması bekleniyordu.

Tam aksine, güvenlik kaygısı ve iç savaş sebebiyle, son yıllarda ülkenin kuzey petrol bölgelerinde ham petrol üretimi aksayarak yarıya düştü. Kısacası, altı milyon insan, yani Güney Sudan’ın nüfusunun yarısı, BM'ye göre şu anda insani yardıma muhtaç durumda ve 1.2 milyonun üzerinde kişi için açlık tehlikesi söz konusu.

Hiçbir şekilde, dünyanın dört bir yanındaki halkların haksızlık, ayrımcılık, eşitsizlik, etnik temizlik veya devlet şiddetini bir kader olarak kabullenmesi ve yanı sıra bağımsızlık isteklerini rafa kaldırması gerektiğini söylemek mümkün değil. Bunun yerine liderlerine, düşük düzeyli bir iktidar siyaseti çağında, gerçekten önemli olan şeyin siyasi sloganların somut söylemi ya da ezilen halkların ahlaki hakları değil, egemen devletlerin ve başlıca güçlerin acil çıkarları olduğunu anlatmaları gerekiyor.

New York Times yorumcusu Bret Stephens’ın aktardığı üzere, ne denli dolambaçlı olursa olsun, dostane bir ayrılmaya götüren en pratik yaklaşımı benimsemek önemli; çünkü “Liderlerinin akılsızlığının bedelini uluslar öder; Kürtler bunu geçtiğimiz günlerde öğrendi.”

Irak’taki Kürtler ve İspanya Katalanları derslerini zor yoldan öğrendi. Karşımızdaki büyük soru, deneyimlerinin, diğer rahatsızlık yaşayan toplumların ve vatansız halkların her ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyecekleri bağımsızlık taleplerini ne yönde etkileyeceği.

* Yazının aslı The Indian Express sitesinde yayınlanmıştır.  (Çeviren: Tarkan Tufan)