Berlin’de anti-semitizm karşıtı bir Türk öğretmen

“Çalışma grubumuz, bu öğrencilere yönelik bir öğrenme süreci başlattı. Kendilerini doğru biçimde ifade etmeye ve farklı bakış açıları kazanmaya teşvik edildiler. Kendilerinin dışlandığını hissettikleri durumları hatırlayarak, bu gibi yorumların insanlara zarar verdiğini idrak ettiler. Bu yolla, başkalarına karşı empati kurmaya başladılar.”

Google Haberlere Abone ol

Derviş Hızarcı - Leonhard Landes

Derviş Hızarcı, Berlin’in en kozmopolit mahallelerinden biri olan Kreuzberg’de yaşayan bir ortaokul öğretmeni ve Kreuzberg Anti-Semitizm Karşıtı Girişim’in (KIgA) de başkanı.

Türk ve Müslüman kökenli bir Berlinli olarak, son zamanlarda rahatsız iki edici gelişmeyi ilk elden gözlemlemiş: Müslümanlara karşı büyüyen nefret ve Müslümanlar arasındaki endişe verici Yahudi düşmanlığı.

Bir gün, sınıftaki bir öğrenci diğer bir öğrenciye “Yahudi” diye seslenmiş. Her iki öğrenci de Müslümanmış. Fakat Hızarcı açısından, bu olay genç Müslümanlar arasında derin kökler salan bir anti-Semitizm’in kanıtı olmaktan ziyade, aşağıdaki söyleşide de belirttiği üzere, hiçbir vakanın umutsuz olmadığının bir kanıtı.

Hızarcı'nın bu konudaki görüşleri şöyle:

‘YAHUDİ,’ BİR HAKARET SÖZCÜĞÜ OLAMAZ!

Olaydan hemen sonra duruma müdahale ettim. Öğrenciye, diğerlerini aşağılayan ve nefret uyandırıcı yorumlara sınıfımda yer olmadığını açıkça ifade ettim. Ancak onun bu olumsuz yaklaşımının nereden kaynaklandığını da anlamak istedim. Düşüncesizce söylenmiş bir söz müydü? Böyle şeyler söyleyenler, diğer çocuklar arasında “havalı” mı kabul ediliyordu? Yoksa derinlerde kök salmış bir anti-Semitizm mi söz konusuydu?

Bu sınıftaki öğrencilerin genelde Yahudiler hakkında aşağılayıcı türden konuşmalar yaptığı açıkça görülüyordu. Bu davranışların nereden kaynaklandığını tüm ayrıntılarıyla öğrenmek istedim. Bu, kabul edilemez bir durum. “Yahudi” sözcüğü artık Almanya’da bir daha hakaret ifadesi olamaz.

NEFRETLE YÜZLEŞMELİYİZ

KIgA, antisemitizmle mücadele amacıyla eğitim temelli yöntemler geliştirmek isteyen bir sivil toplum kuruluşu. 30 üyeden oluşan çok yönlü bir ekibimiz var. Çalışmalarımız da çok çeşitli alanlarda yürütülüyor: Öğrencilere ve öğretmenlere yardım sağlamanın dışında, Yahudi-Müslüman toplumları arasında kültür alış-verişi faaliyetleri düzenliyoruz; Berlin’de bulunan modern Yahudi hayatı hakkında bir sergi planlıyor ve siyasetçilere, yöneticilere ve sivil topluma çeşitli önerilerde bulunuyoruz.

Bahsettiğimiz olayın yaşandığı sınıfta da bir haftalık bir çalışma gerçekleştirdik. Diğer şeylerin yanı sıra, Berlin’deki Yahudi Müzesi’ni ziyaret ettik; kimlikleri ve Yahudilerin çeşitliliği hakkında konuştuk, Yahudi düşmanlığı meselesini tartıştık ve bazı öğrencilerin maruz kaldığı ayrımcılık deneyimleri hakkında konuştuk.

ANTİ-SEMİTİZM NEREDEN KAYNAKLANIYOR?

Müslüman-göçmen kökenli çocuklar ve gençler arasında anti-Semitizm’in kaynağına ilişkin farklı görüşler bulunuyor:

1- Arap-İsrail çatışması: Anti-Semitist fikirler İsrail-Filistin çatışmasına dayandırılıyor.

2- Komplo teorileri: Anti-Semitist düşünceler, dünyayı gizlice yöneten bir çeşit “büyük Yahudi gücü” olduğuna duyulan bir inanıştan kaynaklanıyor. Bu, yanlış bilgi ve bir hezeyan seliyle harmanlanan bir karışım.

Öte yandan, bu genç göçmenler arasında anti-Semitizm’in yayılmasıyla ilgili kesin bir bulguya sahip değiliz. Anılan teoriler, temelde anne-babadan, camilerdeki imamlardan, uydu TV üzerinden yapılan yayınlar veya Arap ülkelerinden kaçan insanlardan yayılıyor. Tüm bunlar mantığa uygun görünebilir; ancak gerçek olarak kabullenmeden önce ayrıntılı olarak incelenmesi gerekir. Bildiklerimizden emin olmalı ve buna uygun davranışlar geliştirmeliyiz.

ÖĞRENME SÜRECİNİN BAŞLANGICI

Bu öğrencinin olayında, onu bu davranışa yönlendiren unsur ailesi değildi. Çocuk camiye de gitmiyordu. Futbol maçları esnasında insanların birbirlerine “Yahudi” diye seslendiğini ve bunu yalnızca bir tür hakaret olarak algıladığını ifade etti. Durum yeterince sorunluydu!

Çalışma grubumuz, bu öğrencilere yönelik bir öğrenme süreci başlattı. Kendilerini doğru biçimde ifade etmeye ve farklı bakış açıları kazanmaya teşvik edildiler. Kendilerinin dışlandığını hissettikleri durumları hatırlayarak, bu gibi yorumların insanlara zarar verdiğini idrak ettiler. Bu yolla, başkalarına karşı empati kurmaya başladılar.

Bir öğrenci farklılıklara karşı anlayış geliştirerek, başkalarını ve diğer varoluş biçimlerini kabullenip kendi önyargı ve fikirlerini gözden geçirirken, hoşgörüye ve açık fikirliliğe ulaşır. Bu durum elbette öğretmenler için de geçerli. Hepimiz için geçerli.

YANLIŞ FİKİRLERE MÜDAHALE ETMELİYİZ

Bu olayı görmezden gelebilirdim. Onları sadece cezalandırabilirdim de. Ama öğrencilerle etkileşime girmek ve onları anlamaya çalışmak için çaba gösterdim.

Her öğretmen, her vatandaş bu yaklaşımı benimsemeli, müdahale etmeli ve bu nefretle yüzleşmeli. Bu, “modern ahlaki cesaret” anlamına gelir. Mücadele, gündelik hayatta ve çevrim içi ortamda hissedilir bir değişim yaratacaktır.

Mesleği, inancı veya kökeni ne olursa olsun, herkese çağrıda bulunuyorum: Anti-Semitizm ne zaman ve nerede ortaya çıkarsa çıksın, bunu önlemek zorundayız. Bir sohbet başlatıp karşınızdakinin bir “cahil” mi olduğunu, “genç argosu” mu kullandığını, yoksa derinlerde kök salmış bir düşmanlık mı olduğunu tespit edin. Sonra da duruma uygun bir cevap verin.

Umarım imamlar, papazlar, kilise ve cami görevlileri de bu biçimde davranır. Umarım herkes bunu ister. Anti-Semitizm’e tanık olduğunuzda görmezden gelmeyin. Birçok kişinin genel tutumu her zaman böyle. Aksine, herkes için yol gösterici bir prensip yaratmalıyız.

Yazının aslı Huffington Post'da yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)