'Feminizm yaşanmalı': Sara Ahmed ile röportaj
Çağdaş bir feminist olmak ne demek? Sara Ahmed yeni kitabında kuram ile pratik, akademi ile günlük hayat, ev ile iş arasındaki bağlantıları gözler önüne seriyor. “Çok güzel kaleme alınmış ve ikna edici savlarla dolu Living a Feminist Life (Feminist bir Yaşam Sürmek), çıkar çıkmaz klasikleşen bir eser olmakla kalmayıp kesişimselci feministlerin mutlaka okuması gereken bir kitap,” diye yazıyor Bitch dergisi.
Sara Ahmed’in açık bir dille yazdığı öngörülü eseri Living a Feminist Life, feminist düşünce ile feminist olmak arasındaki bağlantı kopukluğu için çok gerekli bir deva niteliğinde. Kitap, Trump rejiminin yükselişi, tarihî Washington Kadın Yürüyüşü ve Uluslararası Kadın Grevi, feminist aktivizmin sosyal medyada daha görünür olması ve ünlüler arasında feministlerin artmasıyla şekillenen bir siyasi ortamın içine doğdu. “Feminizm,” Ahmed’in ilk sayfalarda yazdığı gibi, “insanları bir yerde toplar.” Öte yandan feminizmin güç kazanması için durup feminist olmanın asıl anlamını düşünmemiz gerekir. Uzun yıllardır feminist yazarlık, akademisyenlik ve aktivistlik yaparak edindiği deneyimlerden yararlanan Ahmed, bizi bu önemli yolculuğa açık sözlülüğü ve zekâsıyla, toplumsal dönüşüm için içten bir adanmışlıkla çıkarıyor. Ahmed’e göre feminizm sadece protesto gösterilerine ve toplantılara katılmakla ya da akademide kuramlar yazmakla olmuyor; hatta feminizm uygun şartlar altında güçlenip zayıflayan bir sorumluluk olarak da anlaşılmamalıdır. Her şeyden önce, nasıl yaşanması gerektiği ile ilgilidir feminizm.
Ahmed, kitabın başından sonuna değin […] feminist politikamızı, toplumsal dünyamızın gündelik boyutlarında yaşamanın radikal etiği olarak benimseyebilir miyiz, tüm mekanların politik olduğunu iddia edebilir miyiz, hareketlerimizi abluka altına alıp zapt eden “tuğla duvarlar”ı stratejiyle yıkabilir miyiz, diye sorarak bize meydan okuyor. Kısacası Living a Feminist Life, hepimizin içindeki “feminist oyunbozan”ı hem uyandırmayı hem de özgür kılmayı amaçlıyor.
Jaskiran Dhillon: Kitabın ana temasıyla, yani feminizmi gündelik hayatı yaşama yöntemi haline getirmek ile ilgili düşüncelerinizle başlayalım.
Sara Ahmed: Ben feminizmi bir yaşam meselesi olarak görüyorum; dönüştürmek istediğimiz yapıların inatçı yapılar olduğu gerçeğiyle nasıl yaşadığımıza dair bir soru olarak. Dönüştürmek istediğimiz şeyle yaşamak zorundayız. Akademide çalışan bir feminist olarak bile “feminist teori” olarak öğretilenlerin ve bilinenlerin, “nasıl yaşamalı?” sorularından biraz koptuğunu ve soruların kendisinin zamana uymayan eski bir feminizm tarzına doğru geri adım attığını hissettim. Feminist teoriyi de hayata döndürmek istedim; özgün feminist teori yaratısı ile feminist teoriyi yaşatan bir hayat sürmek arasındaki bağları güçlendirmek istedim.
Feminist olmak demek, her yerde feminist olmak demektir. Feminizm, uygun olmayan yerlerde ara verebileceğiniz bir bağlılık değildir. Ama bu, feministler aynı bağlılıkta birleşecek ya da bu bağlılığın ifade edilme şekli her zaman açık olacak demek de değildir. Çalışmak gündelik hayatın bir parçası. Feminist bir hayat yaşıyorsak iş yerinde de feminist oluruz. Feminizm demek, evde ve işte iktidar ilişkilerine karşı dikkatli olmak, iktidarın kötüye kullanılmasına karşı çıkmaya istekli olmak, iktidarın kötüye kullanılmasına karşı mücadele edenleri desteklemeye hazır olmak demektir. Bu da işi, özellikle de ev işlerini (kurumlarda, ev işlerine idare deniyor) kimin yaptığının farkında olmak demek; iş yüklerini daha eşit hale getirmek için çaba göstermek demek (iş yüklerindeki eşitsizliklere dikkat etmek de dâhildir buna); düzenlenme veya içinde bulunulma koşulları nedeniyle bir ortama kimlerin girebildiğine (ve kimlerin giremediğine) duyarlı hale gelmek demek. Feminizmde mesele, ortak toplumsal dünyamız ile ilgili her şeyi sorgulamaktır. Bir külfet değildir bu. Kapatılarak işleme yönünde meyli olan şeyleri açmak için bir davettir.
Feminist yaşamın şekillendirilmesinde kuşaklar arası bilgi birikimi üzerinde durmanız çok hoşuma gidiyor. Sizin feminist olmanızda kimlerin etkisi var?
Halam Gulzar Bano benim için çok önemliydi. Kendini feminist olarak tanımlardı ve Pakistan’da kadın hareketinin içindeydi. Kadın gücü dediği güce büyük inancı vardı. Öncelikli olarak kız çocuklarının okuma yazma öğrenmesiyle ilgileniyordu. Hayatını yaşama şekliyle de esin kaynağıydı. Evlenmediği ve çocuğu olmadığı için zamanını ve enerjisini her tür feminist projeye adayabiliyordu. Feminist şiirler yazdı. Yayımladığı kitaplar kadar şiirlerinin yer aldığı derlemeleri de çok değerli buluyorum. Sözcüklerine hep şiddet ve adaletsizliğin etkileri konusundaki endişeleriyle hayat verdi. Siyasi görüşümüzle ilgili yazmanın önemini ondan öğrendiğimi düşünüyorum. Yakın akraba çevresinde, kız kardeşleri ve yeğenleri olan kadınlar arasında da güçlü bir ağ kurdu. Bazen onun kızıymışım gibi hitap ederdi bana; sanırım aramızda derinden bir bağ olduğunu düşünüyordu, sanki benim hayatım bir şekilde onunkini takip ediyormuş gibi. Umarım öyledir. O her anlamıyla benim feminist halamdı. Hepimize feminist halalar gerek!
Sizi bu kitabı yazmaya iten ne oldu?
Kitabın büyük ölçüde şekillenmesini sağlayan olay, İngiltere’de çalıştığım üniversitede cinsel taciz ve cinsel suistimal ile ilgili birden fazla sorguda tanık olarak ifade verme sürecinde öğrencileri desteklememdi. Bu deneyim, birçok şeyi anlamamı sağladı: Travmatik olan bir konuda tanık ifadesi vermenin ne kadar travmatik olabileceğini, bir kuruluş içindeki mevkisi veya mevkileri nedeniyle daha büyük güce sahip bir insan veya grup aleyhinde şikâyette bulunmanın ne kadar zor hale getirildiğini, feministlerin bile kendi kuruluşları içinde gücün kötüye kullanılması olaylarına nasıl sessiz kalabildiklerini, kuruluşların itibarlarını korumak için nasıl da her şeyi yapabildiklerini gördüm. Kitapta da dediğim gibi bu süreç, “ardı ardına duvara toslamak” gibiydi. Ve bana öğrettiği (eminim tekrar öğrenirim) şu oldu: Bir sorun tanımlamak, o sorunun bulunduğu yer haline gelmektir. Kurum içi şiddeti (ve kurumların şiddeti gizlerken uyguladığı şiddeti) açığa çıkarmanın maliyeti nedeniyle feminist sığınma evleri, gidilebilecek yerler inşa etmemiz gerekiyor.
Her çeşit sömürge şiddetiyle mücadele eden toplumsal hareketlerde gençlerin yeri çok önemli. Genç feministlerin bu konuda aklında tutması gereken bir şey var mı?
Feminist oyunbozan figürü: İçeri bakabilen bir gözdür ve içeridekileri anlar. İlk başlarda basmakalıp bir feministtir; keyif kaçıran feministlerden. Ona sahip çıktığımızda ise bize enerji verir, hatta bazen mutlu eder bizi. Bu sebeple çoğunlukla feminizmin tehlikeleri konusunda uyarılar alırız. Feminizmin sizi nasıl mutsuz, yalnız ve daha az başarılı yapacağı anlatılır. Feminist olarak nasıl bir hayat istediğinizi yeniden düşünebilirsiniz, ulaşabileceğiniz başarı ve mutluluk biçimlerinin kabul ettiğiniz türden olup olmadıklarını sorabilirsiniz. Ama ne olursa olsun vazgeçmeyin. İktidar genellikle uyarılarla yolunu bulur ve ben bunu, öğrencilerin taciz şikâyetinde bulunarak başkaları kadar kendilerinin de zarar görebileceğine dair uyarılar aldıklarını görünce öğrendim. Uyarı, çoğu zaman tek seçeneğin alışmak olduğunu ima eder. Genç feministlerin alışmaması çok önemli. Normalleştirmeyin. Feminizmin risklerle birlikte geldiğini kabul edebiliriz. Katlanmak zorunda olduğumuz sonuçlar var; bir anti-feminizm dünyasında yaşıyoruz. Feminist olmanın bir parçası da sizin için destek sistemi olacak başkalarını bulmaktır. Ve unutmayın, feminist olmak size bilgi sağlar. Ortaya attığımız konu ve deneyimlere karşı aldığımız tepkilerde görünenlerden çok fazla şey öğreniriz. Feminist olarak bizim her zaman haklı olduğumuz anlamına gelmez bu. Feminist olunca hayatınızın nasıl olabileceğini deşmeye başlarsınız ve açtığınız pencereyle sizden önce gelen feministlerle bir bağlantı kurarsınız.
Kitabın sonunda bir çeşit feminist hayatta kalma paketi (Oyunbozan Hayatta Kalma Paketi), bir de feminist hayata yön vermeye ve demir atmaya yardımcı bir dizi ilke (Oyunbozan Manifestosu) var. Trump döneminde somut siyasi direniş stratejileri geliştirmek için bunları nasıl kullanabiliriz?
Bu soruya uzun uzun da yanıt verebilirim. Ama birkaç noktaya dikkat çekeyim. Oyunbozan hayatta kalma paketimin esin kaynağı, insanın kendisini önemsemesinin siyasi refah için hareket etmek olabileceğini çok güzel bir şekilde ifade eden Audre Lorde'nin çalışmalarıydı. Lorde, meme kanserine yakalanmış, siyahi, lezbiyen, mücadeleci bir anne olarak yazıyordu. Bedensel kırılganlık kadar derin siyasi güçsüzlüğü yaşamış biri olarak yazıyordu. Lorde, hayatta kalmanın bir direniş stratejisi olabileceğini gösteriyor; var olmak için yaptıklarımız, direniş stratejisi olabilir. Ve direniş birçok şekil alabilir; yürüyüşler önemli olsa da yalnızca yürüyüşe katılmak değildir direniş. Ailenizle oturduğunuz sofrada ırkçı görüşlere karşı çıkmanız da direniş olabilir. Katlanıp durduğunuz şiddeti sineye çekmeyip öfkeyle parladığınız an olabilir. Bir sistem içinde sisteme öfkenizi ifade etme şekliniz olabilir; bunu ister sözlerinizle yapın isterse itirazınızı duyurmak için bedeninizi kullanarak, belki grev yoluyla, belki de bir yeri işgal edip oranın olağan kullanım amacını aksatma yoluyla.
Mesajı duyurmak için farklı yöntemler kullanmamız, devletin anlattıklarına adaletsizlik öyküleriyle karşılık vermemiz gerekebilir; örneğin mültecilere karşı şiddeti, İslam fobisini, siyahilere karşı ırkçılığı ve yerli toplumlara karşı sürekli sömürge şiddetini anlatan öykülerle. Çalışmaya devam etmemiz gerek. Nerede olursanız olun, çalışın. Sorunun sadece “oradaymış” gibi görünmesine izin vermeyin; sorun burada. Bulunduğunuz yerden sesinizi yükseltin. Kaynaklarınıza ve yetilerinize göre yapabildiğinizi yapın. Sizi anlayan insanlarla çalışın. Konuşun. Haykırın. Var olun.
Sizin “feminist bir yaşam sürme” modeliniz ile “kurumsal çeşitlilik” (çoğu üniversitenin sloganı) arasında ne fark var?
Kurumsal çeşitlilik, genelde kuruluşların hiçbir şey yapmadan çeşitlilik iddiasında bulunmasıdır. Çeşitlilik kanıtı olarak da çoğunlukla beyaz olmayan bedenlerin kullanılmasıdır. Kurumsal çeşitlilik, ırkçılığın daha mutlu bir şekilde temsil edilmesidir. Beyaz olmayan feministler için “kurumsal çeşitlilik” bir başka duvardır. Araştırmalarımdan bir örnek: Bir kuruluşun beyaz olarak algılandığını gösteren bir araştırma projesine kuruluşun verdiği yanıt, beyaz olmayan yüzlerin daha çok kullanıldığı yeni bir tanıtım broşürü hazırlamak oldu. Olanı sürdürmek için görüntüyü değiştirebilirsiniz. Böylece çeşitlilik, kuruluşun beyaz kalma yöntemi oluyor. Çalışmalarımız, yapıların çoğaltılmasını sağlayan mekanizmaları açığa çıkarmakla ilgili; çeşitlilik de bu mekanizmalardan biri olabilir.
Bir yerde şöyle diyorsunuz: “Bunca politik çalışmanın başlangıcında yolunu kaybetme anları vardır.” Öğretmeyi politik bir eylem olarak gören bir eğitimci olarak düşüncelerimi desteklemiş oldu bu söz. Biraz açabilir misiniz?
Kitabın o bölümü, daha önce ilk kez Queer Phenomenology: Orientations, Objects, Others (Queer Fenomolojisi: Yönelimler, Nesneler, Ötekiler, 2006) kitabımda paylaştığım bazı fikirlerin geliştirilmiş hâli. Dünyada evimizde olduğumuzda ya da bizi içine alacak bir dünya inşa edildiğinde o dünya geri çekilme eğilimindedir ve arka plan olur. Nerede olduğumuzu biliriz, aradıklarımızı nasıl bulacağımızı biliriz. Yönelim genellikle, bir yönelim krizi yaşamama deneyimidir. Oysa yer değişiklikleri olunca ya da sizi içine alacak şekilde inşa edilmemiş bir dünyaya girdiğinizde koşullar yabancı, verevli, hatta tuhaf olur. Bir dünyayı sorgulamak için ya da dünya sorguladığınız bir yer haline geldiğinde, fırlatılıp atılmış olma hissi sizin başlangıç noktanız olur. Cisimler atılarak havada uçuşmaya başladığında da kim bilir neler olur.
Adalet ve özgürlük için feminist düşünüz nedir?
Dünyanın şu an nasıl olduğunu, adaletsizliklerin genellikle nasıl her zaman somut olmayan yöntemlerle işlediğini, var olması gerekenler nedeniyle bazı insanların nasıl yıprandığını ve tükendiğini çok anlattım. Bana göre feminist özgürlük düşünde herkes için özgürlük olmalı, birinin tükenmişliğini diğerine aktarmak değil. Bireylerin, kuruluşların, polisin ve devletin uyguladığı şiddetten arınmış bir özgürlük olmalı. Bir hayatın nasıl kurulacağına karar verme özgürlüğü, başkalarının olduğu yerlere girme ve onlarla birlikte yaşama özgürlüğü, kişinin kimliğini cinsiyetlendirilmiş varlıklar olarak kendi diliyle ifade etme özgürlüğü, birbirimizin özgürlüklerine katılabileceğimiz koşulların yaratılması şeklinde bir özgürlük olmalı. Böylece feminist bir özgürlük ve adalet düşünde yere yakın, var olana yakın olunmalı: Düşümüz, var olma mücadelelerinden doğuyor.
Adalet ve özgürlüğü olanaksız hâle getiren koşullara ad koyuyoruz: Beyazların üstünlüğü, ırkçılık, engellilere yönelik ayrımcılık, cinsiyetçilik, homofobi, transfobi ki bunların hepsi geç kapitalizmin merkezindeki, insanların değeri ve yaşam fırsatları arasında fark gözetme yolları. Koşullara ad koymak, daha çok, sözcükleri kullanmakla olur. Ad koymak aynı zamanda fark etmek demektir. Şiddet fark edilmediği için bu kadar çoğaldı. Fark edilmeyen bir şeye adını koyduğunuzda çokça olumsuz bir kişi olmakla yargılanırsınız. Üniversitelerde bu koşulları değiştirmeye çalışırken şunu da gözlemledim: Olumlu olma, bir çözüm sunma, pratik ya da yararlı olma gerekliliği de zaman zaman koşulların görünmez olmasına yol açabiliyor. Bu koşullara ad koymak, onları tekrar dile getirmek ve bilmek, etkilerini anlamaya çalışmak: Bu bir yaşam projesi. Arkasında durduğumuz düşlerimizin, karşısında durduğumuz yıpranma ve tükenmişlikten çıkması mümkündür.
Beyaz feministlerin bu kitaptan ne öğrenmelerini umuyorsunuz?
Bu kitap, beyaz feministlere hitaben yazılmadı. Hitap ettiği bir feminist topluluğu varsa o topluluk, genellikle beyaz kadınlarla başlayan bir konuşmayı bölen kişiler konumuna düşürülenler, yani beyaz olmayan feministlerdir. Bölünme kopmayla, kırılmayla olur. Ben konuşmaya beyaz olmayan feminizm ile başlıyorum. Ama bu demek değildir ki beyaz feministlerin bir şeyler öğrenmesini umut etmiyorum.
Çeviren: Burçin İçdem
Kaynak: Truthout
Bu söyleşinin çevirisi ilk olarak farazidergi.com'da yayınlanmıştır.