Muz yaptı evet… Hepsini o yaptı!
Muz, darbeler yapmış, yüzlerce işçiyi kurşunlamış, 'cumhuriyeti' bile olmuş ve Latin Amerika'nın tarihini değiştirmiştir. Hatta Berlin Duvarı'nı bile aslında bu 'sarı şeytan' yıkmıştır!
DUVAR - Birbirinden bağımsız görünen tarihsel olayların suçunu bir meyveye mi atıyoruz? Evet ama o da her seferinde hepsinin ‘özüne’ gelip oturuveriyor! İlk olarak Papua Yeni Gine'de yetişen muzun üretimi, tarih içinde Hindistan, Arap Yarımadası derken Afrika'nın batı kıyılarına kadar uzanır. Portekizliler ve İspanyolların kolonizasyon faaliyetlerine başlamasıyla birlikte buradan Amerika kıtasına götürülür.
İklimin elverişliliği sayesinde yaygın olarak yetiştiği bölge giderek Orta Amerika olur. Günümüzde yaygın olarak yapılan genetiğiyle oynama ya da buzdolabında koruma teknoloji ve teknikler o dönem olmadığı için, bu bölgede yetişen muzlar henüz Avrupa'ya taşınacak durumda değildi. Yüksek kalorisi ve daha da önemlisi düşük maliyeti nedeniyle Latin Amerika'daki kölelerin temel yiyeceği olarak üretiliyordu önceleri.
‘KÖLE YİYECEĞİ’ BATI YOLCUSU
Bu durum, Sanayi Devrimi sonrası ulaşımın araçlarındaki gelişmeyle birlikte değişmeye başladı. ‘Köle yiyeceği’ yavaş yavaş Batı'ya açıldı. 19'uncu yüzyılda ABD merkezli Tropical Trading and Transport Company ve Boston Fruit Company'nin, soğutma özelliği bulunan yük gemileri geliştirmesiyle birlikte, muz ticaretinin kontrolü de bu şirketlerin eline geçti. 1899 yılında bu iki şirket birleşti ve dünyanın -özellikle de Latin Amerika'nın- ismini çok iyi bildiği United Fruit Company (UFC) kuruldu.
Muz ticaretinde tekelleşmesiyle birlikte UFC, Orta Amerika'dan Kolombiya'ya kadar trenlerle, gemilerle, limanlarla ve istasyonlarla bütün kıtaya ağını ördü. Kontrol ettiği toprakların büyüklüğü bir buçuk milyon hektara kadar ulaştı ve zamanla Orta Amerika'nın küçük ülkelerinin ticaretinde neredeyse tek kapı haline geldi. Dolayısıyla siyasetten toplumsal hayata kadar her alanda belirleyici hale geldi. Dünya siyasetinin en bilinen kavramlarından biri olan 'Muz Cumhuriyeti' sözü de işte böyle doğdu...
Şilili şair Pablo Neruda, Orta Amerika'daki işçilerin azılı düşmanı UFC hakkında yazdığı şiirinde şöyle diyordu:
"United Fruit Company / Dünyamın orta sahillerinin en ağız sulandıran parçasını / kendine sakladı / Amerika'nın narin belini... / Topraklarını yeniden vaftiz etti / 'Muz Cumhuriyetleri' diye..."
'MUZ CUMHURİYETİ' TOPRAK REFORMU YAPARSA
Peki ‘Muz Cumhuriyetleri'nde işler nasıl yürüyordu? UFC başa geçecek liderleri belirliyor, onlar da muzların taşınması için gerekli altyapıyı hazırlıyor ve korkunç koşullarda çalışan işçilerin taleplerini bastırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Olur da bu işleyiş bozulursa UFC, hemen ABD'yi devreye sokuyor, askeri darbeyle söz konusu ülke tekrar muz tekelinin çıkarlarına göre düzenleniyordu. Orta Amerika'nın hemen tüm ülkelerinde olay örgüsü böyle oldu. Guatemala ise UFC'yi tanımak için belki de en iyi örnek…
1930'lu yıllarda ülkenin Atlantik sahilindeki tek limanı, elektrik üretimi, demiryolları, telgraf hatları... Hepsi UFC'nin elindeydi. Sahip olduğu topraklar ve siyasi gücü de tahmin edileceği üzere az buz değildi. Ancak ordu içindeki solcu subayların 1944 yılında diktatör Jorge Ubico'yu devirmesiyle işler biraz karıştı. Darbe sonrasında kurulan Juan Arevalo iktidarı boyunca, Guatemalalı işçiler sendika kurabilme gibi önemli haklara kavuştu. Sendikasını kuranlar arasında, o dönem UFC için çalışan 40 bin Guatemalalı işçi de vardı.
UFC'nin üst üste gelen darbe tehditleri, ultimatomları derken 1951'de ülke ilk kez sandık başına gitti. Seçimlerde toprak reformu ve kamulaştırma yanlısı Jacobo Arbenz yüzde 60 gibi bir oyla başkanlık koltuğuna oturdu. Arbenz, ülkesinin ekonomik bağımsızlığını kazanmasını ve ABD-UFC egemenliğinin sonlanmasını isteyen bir liderdi. Onu sosyalizme yakın bir reformcu olarak tanımlamak yanlış olmaz. Başkan seçildikten hemen sonra toprak reformu için kolları sıvadı ve yaklaşık 100 bin aileyi toprak sahibi yaptı. 46 çiftlik kendi arasında kooperatif şeklinde örgütlenen köylülerin denetimine bırakıldı. Toprak zengini bir aileden gelen eşi Maria (Aynı zamanda onu sosyalizmle tanıştıran kişiydi) sayesinde Arbenz'lerin sahip olduğu topraklar da bu uygulamadan muaf tutulmadı. Başkanın 1700 dönüm tarım arazisi de toprak reformuna dahil edildi.
ABD HÜKÜMETİNDE ÜÇ MUZ HİSSEDARI
UFC elbette gidişattan hayli rahatsızdı. Arbenz'i devirmek için 20'yi aşkın darbe girişimi yapıldı. Bu sırada hız kesmeden devan eden reformlarda Arbenz’in, Guatemala İşçi Partisi ile birlikte gerçekleştirdiği başarılı kamulaştırma ve kooperatifleşme projesi ABD ve UFC'nin sabrını tüketti.
1954 yılında doğrudan UFC eliyle düzenlenen darbe bu kez başarılı oldu ve Guatemala'yı 1986'ya kadar askeri diktatörlükler yönetti. Darbeye CIA ve ABD desteğini söylemeye gerek yok. Ancak UFC ve ABD yönetimi arasındaki organik ilişkiden bahsetmek gerekiyor: Dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower'ın Dışişleri Müsteşarı Walter Bedell Smith, ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ve kardeşi CIA Başkanı Allen Welsh Dulles... Bu üç isim de UFC'nin hissedarıydı ve hatta bir dönem yöneticilik başvurusu dahi yapmışlardı!
Orta Amerika, onun gölgesinde işçi katliamları ve darbelerle boğulurken aynı dönemde ABD'de de muz reklamları yer almaya başladı. Bu meyvenin ABD'deki bugün de devam popülerliği 1950-1960 arasında yapılan yoğun reklam kampanyaları sayesindedir. UFC'nin üzerinde tüfek bulunan şirket logosunun yerini muz taşıyan yerli bir kadına, isminiyse kulağa son derece sıcak gelen 'Çikita'ya bırakması da bu kampanyanın bir ürünüydü. Zamanla muzun ‘şanı’ ABD'yi de aştı ve bu meyvenin herhangi bir türünü yetiştiremeyen ülkeler muzun yeni pazarları haline geldi.
MUZDAN PUSULA: BERLİN DUVARI
"Bir muzu pusula olarak nasıl kullanırsın? -Muzu Berlin Duvarı'na yerleştirirsin ve yenmiş tarafı Doğu'yu gösterir". Almanya ikiye bölünmüşken Federal Almanya’da yaygın olarak yapılan bu 'şaka', Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra bile sıkça yapılmaya devam etti. Duvarın yıkılışı Batı ideolojisinin üreticileri tarafından öylesine işlendi ki artık bu tarihi olayı düşündüğümüzde akıllara sadece 'ailelerin kavuşması', 'sınırların kalkması', 'özgürlük' gibi şeyler geliyor.
Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra insanların süpermarketlere hücum ettiği ve muz karaborsasının oluştuğu, duvardan bir parça kullanılarak yapıldıktan sonra turistlere satılan anahtarlıkların 'duygu yükü' karşısında unutuldu gitti... Muzun genel anlamda dünyada ne ifade ettiğini biliyoruz. Almanya bu karşıtlığı tüm çıplaklığıyla görebildiğimiz iyi bir örnek. Ancak öncesinde kısaca daha eskilere, Roma İmparatorluğu'na gidelim.
ABD VE ROMA İMPARATORLUĞU'NUN 'MUZU'
Roma, Kartaca karşısında kazandığı zaferden sonra Kuzey Afrika'nın içlerine doğru ilerlerken yerli çöl kabileleri karşısında oldukça zorluk çekti. Kabileler Roma'nın hakimiyeti altında yaşamaya şiddetle karşı çıkıyor ve yerel sosyo-ekonomik sistemlerini devam ettirmek istiyordu. Roma tüm askeri müdahalelerine rağmen bölgenin coğrafi zorluğu ve kabilelerin gücünden dolayı başarılı olamadı. Bunun üzerine yeni bir strateji geliştirildi. Roma, kabilelerin yaşadığı bölgenin hemen yakınına ‘hiç bir yere benzemeyen’ bir yerleşim kurdu. Havuzlar, köprüler, çevre düzenlemeleri... Böylece gelip burayı gören yerli halkın ‘Roma izlenimi’ değiştirildi. Kartaca'nın başkentini ele geçirdikten sonra, kelimenin tam anlamıyla yerle bir edenin Roma olduğu bile çabucak unutuldu.
Soğuk Savaş döneminde lüks üretim kartını elinde bulunduran ABD, aynı oyunu Asya ve Avrupa'da iki 'çöl yerleşimi'yle oynayacaktı: Japonya ve Almanya! İkinci Paylaşım Savaşı sonrası bu iki ülke verilen ‘cömert’ ABD kredi ve yardımlarıyla birlikte kapitalizmin vitrini haline gelmişti. Savaşta her ikisinde de taş taş üstünde bırakılmamış olması ise Kartaca ile paylaşılan bir başka benzerlikti.
Yapılan akıl almaz pazarlama kampanyaları ve ticaretteki ABD tekelinin önemli bir parçası da muzdu. Doğu Almanya’dan yola çıkıp dönemin sosyalist ülkelerinin vitrinlerine bakalım: Herkese ücretsiz olarak sunulan eğitim, sağlık, konaklama ve kültür hizmetlerinin bir insanın insanca yaşaması için muzun varlığından çok daha hayati ve önemli olduğuna basit bir mantık yürütmeyle ulaşabiliriz. Ancak canlı renkler ve neşeli yüzlerle ‘süslenen’ bir lüks tüketim propagandası karşısında tüm bu ayrıcalıklar geri planda kalabildi işte!
Muz işte tam da bu nedenlerden dolayı bugün bir semboldür. Dünyanın aşağı yukarı her yerinde muz, lüks tüketimin pazarlanması ve beslenme hakkında ayrıcalık demektir. Tüm bunlardan dolayı tarihi karanlık yazılmıştır. Yüksek kalorili ve eli kanlıdır...
Kaynaklar ve daha ayrıntılı bilgilere ulaşılabilecek linkler:
Pablo Neruda - Canto General (1950)
Play Ground - Maldicion del Platano
http://www.cienciahistorica.com/2016/09/18/surgio-la-republica-bananera/
https://www.evrensel.net/haber/83105/muz-iscileri-katliaminin-yuzyillik-yalnizligi
https://www.wikiwand.com/tr/Jacobo_Arbenz_Guzm%C3%A1n
http://contemporaryfoodlab.com/hungry-world/2016/06/yes-we-have-bananas/