Slovenya seçimleri, Trump ve Roseanne
Trump’ın, AB, Kanada ve Meksika’dan yapılan çelik ve alüminyum ithalatına dönük yeni gümrük tarifeleri uygulama kararı alarak, en büyük ticaret ortaklarından üçüne karşı ticaret savaşı başlatmasının ardından, (yanıt bekleyen) soru şu: Yaptıklarının cezasını çekecek mi?
Slavoj Zizek*
Slovenya seçimlerinde beklenmedik bir şey yaşanmadı: Janez Jansa’nın göçmen karşıtı milliyetçi ve popülist Sloven Demokrat Partisi (SDS) en güçlü parti olarak sahaya çıkmasına karşın, iktidarda bulunan merkez-sol koalisyon daha fazla oy aldı. Koalisyon, uzun pazarlıkların ardından, büyük ihtimalle yönetimde kalmaya devam edecek ve vizyon eksikliği, yolsuzluk skandalları gibi hususlar karşısında çoğu seçmenin aynı “anti-faşist” sözde solu seçmeleri için bir şantaj aracı olan SDS uygun bir “faşist” tehdit olarak kalacak ve dört yılda bir uyarılmaya hazır bir korkunun tetiklenmesi için kullanılacaktır.
Şu halde, öncelikle SDS’nin ideolojisine bir göz atalım. İki yıl önce (25 Ağustos 2016) SDS’nin haftalık yayını Demokracija’da, başlıca ideologlarından biri olan Bernard Brscic yazmıştı. Şunları söylüyordu: “George Soros, çağımızın en ahlâksız ve tehlikeli insanlarından biridir…”, “…Siyah ve Yahudi ordularının işgali ve dolayısıyla AB’nin alacakaranlığının sorumlusudur. Alışılmış bir Talmudcu-Siyonist olarak, Batı medeniyetinin, ulus devletin ve Avrupalı beyaz adamının ölümcül bir düşmanıdır.”
Brsciç’in ifade ettiğine göre onun (Soros’un) yürüdüğü hedef, “ulus-devlet yapısını yıkarak, AB’yi çok-kültürlü bir distopya (kâbusvari gelecek) olan Avrupa Birleşik Devletleri’ne dönüştürmek” amacıyla “eşcinseller, feministler, Müslümanlar ve çalışmaktan nefret eden kültürel Marksistler benzeri toplumsal marjinallerden oluşan bir gökkuşağı koalisyonu” inşa etmek. Ayrıca yazdığı kadarıyla, Soros çok-kültürlülüğü destekleme konusunda da tutarsız: “O, bunu yalnızca Avrupa ve ABD’de teşvik ediyor; İsrail örneğine gelince, benim açımdan tamamen haklı olarak, tek-kültürlülük ve gizli ırkçılık yaratmayı ve bir duvar inşa etmeyi makul görüyor. AB ve ABD’ye tezat biçimde, İsrail’in sınırları açmasını ve ‘mültecileri’ kabul etmesini talep etmiyor. Talmudcu-Siyonizm’e yakışan bir ikiyüzlülük.”
SLOVENLER TRUMP’I DESTEKLİYORLAR
Trump’ın, AB, Kanada ve Meksika’dan yapılan çelik ve alüminyum ithalatına dönük yeni gümrük tarifeleri uygulama kararı alıp en büyük ticaret ortaklarından üçüne karşı bir ticaret savaşı başlatmasının ardından, yanıt bekleyen soru şu: Yaptıklarının cezasını çekecek mi? Bunu ne Rusya ne de Çin yapabilir; zira, onlar da Trump ile aynı oyunun içindeler, temel olarak hepsi aynı dili kullanıyorlar: “Önce Amerika (Rusya, Çin…)!” Bunu yalnızca Avrupa başarabilir ve Avrupa’nın karşılaştığı bu yeni durum, kendisini egemen bir güç bloğu olarak öne çıkarmak ve İran’la yapılan anlaşma hâlâ geçerliymiş gibi davranmak için bulunmaz bir fırsat. Peki, son dönemde yükselen popülizmin yeni dünyasında, Avrupa bunu başarmaya yetecek kararlılığa ve birliğe sahip mi?
Doğu Avrupa’daki komünizm sonrası (Baltık devletlerinden Slovenya ve Hırvatistan’a dek uzanan) yeni “şer ekseni” AB’nin ABD karşısındaki direnişini mi izleyecek, yoksa ABD’ye boyun eğecek ve böylece AB’nin doğuya doğru hızlı bir şekilde genişlemiş olmasının bir hata olduğunu bir kez daha mı ispatlayacak?
Avrupa genelindeki popülist kalkışma, insanların Brüksel teknokrasisine git gide daha az güvenmesi ve (onu) demokratik meşruiyet olmaksızın bir güç merkezi biçiminde deneyimlemesi nedeniyle tetiklendi. Geçen hafta gerçekleşen İtalya seçimlerinin neticesinde, ilk kez gelişmiş bir Batı Avrupa ülkesinde Avrupa’ya şüpheyle yaklaşan popülistler güçlü biçimde iktidara geldi.
İŞÇİ SINIFI UNUTULMANIN İNTİKAMINI ALIYOR
Sorunları büyük oranda görmezden gelinen işçi sınıfının, küresel çaptaki tepkileriyle hem AB karşıtı şüpheciliği hem de ABD’deki Trump’ı desteklediğine hiç şüphe yok. ABD’deki mevcut yükselişi anlamak için, ABC kanalının popüler TV şovu Roseanne because’un, şovun yıldızı Roseanne Barr’ın ırkçı bir tweet’i nedeniyle aniden yayından kaldırılışını göz önünde bulundurun. Joan Williams, “Roseanne Barr’la birlikte, ABD işçi sınıfı televizyondan silinecek mi?” başlıklı yazısında, nihayet solun beyaz işçi sınıfını artık dinlemek zorunda olduğunu öne sürüyor. Bu yayından kaldırma olayı için, “Amerikan televizyonu, beyaz işçi sınıfını, son yarım yüzyıldır -yani, televizyon yayıncılığı başladığından beri- hayatındaki tek sempatik medya öğesinden mahrum bıraktı,” diye yazmış.
Williams, Barr’ın ırkçı tweet’leri yüzünden dışlanmasını net biçimde destekliyor ama sözlerine şunları da ekliyor: “1940’larda doğan Amerikalıların neredeyse hepsi, ebeveynlerinden daha fazla para kazanıyordu; günümüzdeyse, bunun yarısından bile az kazanıyorlar. Hem Brexit hem de Trump’ı ortaya çıkaran ‘Rust Belt’** (endüstri kuşağı) isyanı, çürümüş fabrikaların, ölmeye yüz tutan kentlerin ve yarım yüz yıllık içi boş vaatlerin bir yansıması. Geride kalanlar çok, çok kızgın; Trump ise onların gösterdiği orta parmak gibi. Trump sahillerdeki elitlere ne kadar hakaret ederse, takipçileri de onları o kadar önemsiz görüyor. Sonuç olarak, birileri kendilerini (işçi sınıfını) fark ediyor.”
Ve Trump’ın ABD’nin en yakın müttefiklerine yönelik gümrük tarifesi savaşını, bu arka plana bakarak ele almak oldukça önemli: Sınıf savaşının popülist uyarlamasında, Trump’ın amacı “haksız” Avrupa rekabeti karşısında Amerikan işçi sınıfını (ve aynı esnada geleneksel işçi sınıfının sembolik figürlerinden birini değil, tam olarak metal işçilerini), dolayısıyla Amerikalıların işlerini korumak. Hâl böyleyken AB, Kanada ve Meksika’daki kamu görevlileri ve iktisatçıların tüm protestoları ve önerdikleri karşı önlemler, bu hedefi ıskalıyor. Onlar, uluslar arası ticarette DTÖ mantığını takip ediyorlar; oysa Trump’a sadece, geride kalanların endişelerini gideren yeni bir sol ciddi anlamda karşı koyabilir.
ABD’li şahinler,şaşırtıcı biçimde ve belli bir derinlikte AB’yi bir numaralı düşman olarak görüyorlar. Yeraltındaki tiksindirici, aşırı sağcı ve Hıristiyan köktendinci çifte politik bakış açısıyla ve Yeni Dünya Düzeni’ne ilişkili takıntılı korkusuyla bu algı patlama yaşıyor ([Yaydıkları söylentilere göre] Obama, Birleşmiş Milletler’le gizli bir anlaşmaya varmıştı; Uluslar arası güçler ABD’ye müdahale edecek ve tüm Amerikalı yurtseverleri toplama kamplarına kapatacaktı. Birkaç yıl önce Latin Amerika birliklerinin Orta Batı ovalarında toplama kampları inşa ettikleri söylentileri yayılmıştı.)
Tim LaHaye ve onun gibi aşırı sağcı Hıristiyan köktendinciler bu çeşit düşüncelere kapılıyorlar. LaHaye’in kitaplarından birinin ismi ‘The Europa Conspiracy’ (Avrupa Komplosu) ve ABD’nin asıl düşmanlarının İslamcı teröristler olmadığını öne sürüyor: Onlar, sadece ABD’yi zayıflatmak ve Birleşmiş Milletler hakimiyetinde bir Yeni Dünya Düzeni’ni kurmak isteyen Mesih düşmanı Avrupalı laik güçler tarafından gizlice kullanılan kuklalar, diyor. Ne gariptir ki LaHaye'in haklı olduğu bir kısım var: Avrupa yalnızca bir başka jeopolitik güç bloğu değil, sonuçta, güçlü ulus-devletlerle büyük oranda uyumsuz olan bir küresel anlayış.
Bu da bizleri, kendine has bir durumun olmadığı, aynı mücadelenin tüm Avrupa’yla benzer biçimde devam ettiği Slovenya’ya geri götürüyor: SDS kendini, yozlaşmış ve vatansever olmayan seçkinlere karşı sıradan çalışanların koruyucusu olarak da tasvir ediyor. Avrupa’nın (temel) sorunu, muhafazakâr ve popülist saldırılar tarafından tehdit edilen özgürleştirici mirasına sahip çıkmak: Ve bunu yalnızca kendini yenilemiş bir sol yapabilir.
Slovenya’da, Levica (Sol) adı verilen yeni bir parti oyların neredeyse yüzde 10’unu alarak bu defa parlamentoya girdi. Bugün için tek umut parıltısı bu parti: Siyasal alanda, göçmen karşıtı sağın ve sözde solun yaşadığı kısır döngüden kendini kurtaran tek oyuncu. Diğerleriyse, Escher’in meşhur resminde olduğu üzere, kendi varlıklarını haklı çıkarmak amacıyla karşısındakini sürekli olarak bir korkuluk biçiminde resmediyorlar.
* Yazının aslı The Independent sitesinde yayınlanmıştır (Çeviren: Tarkan Tufan)
**Rust Belt, ABD’nin görece eski ve ağır sanayilerini barındıran ve soğuk havanın egemen olduğu kuzey bölgesi.