Türkiye’nin acı gerçeklerle yüzleştiği an
Türkiye, büyük ticaret fazlaları yaratarak ve ithalattan çok ihracat yaparak, 343 milyar dolarlık dış borçlarını ödemek için para kazanabilirdi. Ancak çok yüksek bir ticaret açığıyla uğraştığı için, bu noktaya ulaşması kolay olmayacak.
Jeff Spross
Türkiye bir krizde. Ve işler düzelmeden önce muhtemelen daha da kötüleşecek.
Son günlerde, Türk Lirası, ABD Doları karşısında büyük bir değer kaybı yaşadı ve kısmi toparlanmadan önce, düşüş yüzde 20’lere vardı. Öte yandan, yıl boyunca yüzde 70 oranında düşerek, bir değer kaybı rekoru da kırdı. Türkiye, yaklaşık yüzde 18’lik faiz oranları ve yüzde 16’lık enflasyonla boğuşuyor. Analistler, krizin yakında uluslararası piyasalara da yayılmasından endişeleniyor.
Türkiye’nin aşağı doğru giden döngüsüne yol açan şey neydi? Aslında Türkiye, makroekonomik yönetimin temel günahlarından birini işlemişti: Kontrolü altında olmayan bir para biriminde (ABD Doları) yoğun biçimde borçlandı. Daha açık bir ifadeyle, Türk şirketleri, Türk hükümetinin kontrol etmediği bir para birimi üzerinden yüklü miktarda borç aldı.
Türk şirketlerinin borç yükü, 2005’ten 2017’ye dek ülkenin gayrı safi yurtiçi hasılasının yüzde 20’sinden yaklaşık yüzde 70’ine sıçradı. Bu borçlanma, yıllar süren sağlam ekonomik genişleme sürecini devam ettirerek, Türkiye’yi G20 ülkelerinin en hızlı büyüyen üyesi haline getirdi. Ne var ki bu borçlanmanın yarıdan fazlası, Lira yerine yabancı para birimi –genel olarak ABD Doları- üzerinden gerçekleşti. Borçlanma çılgınlığını kolaylaştırmaktan memnuniyet duyan yerel Türk bankalarının bilançolarında bu borcun büyük kısmı tutuluyor.
Bu, Amerika ile ticaretin zorlaşması, (yükselen) enflasyon, faiz oranları ve geri kalan etkenlere ilişkin geçmişten gelen gerginliklerle birleşinceye dek elbette yararlı ve olumluydu; sonuçtaysa, uluslararası yatırımcıların tek seferde Lira’dan kaçmasına yol açtı.
TÜRKİYE SERBEST PİYASADA DOLARI KONTROL EDEMEZ
Dolar ve Euro cinsinden borçlanmaya ilişkin temel sorun, Türk devletinin (bunlar üzerinde) çok az denetimi olması. Tabi ki, Türkiye’nin kendi merkez bankası var ve kendi para biriminin piyasaya arzını denetliyor. Eğer ülke ekonomisindeki likiditede Lira üzerinden borçlanarak kendini aşarsa, hükümet her zaman daha fazla para basabilir ve faiz oranlarını düşürebilir. Bunu yapmaksa ekonomiyi aşırı ısıtır ve enflasyonu yükseltir. Fakat, bir ülkenin ekonomisi borçlanmasının büyük bir çoğunluğunu ülkenin kendi para birimin üzerinden gerçekleştirdiği müddetçe, sorunları çözmek ve dengesizlikleri düzeltmek noktasında, hükümetin elindeki imkânlar daha fazla olur.
Öte yandan, Türk hükümeti, borçların diğer hükümetlerin kontrolü altındaki para birimleri üzerinden alındığı durumda, (piyasaya) ciddi anlamda bir yardım sunamaz. Gerçekten de eğer Türk devleti böyle bir para basma çabasına girecek olsaydı, Lira’nın değerini daha da düşük bir seviyeye indirirdi. Lira’nın değeri düştükçe, Türk şirketlerinin ve bankalarının yabancı para birimindeki borçlarını ödemeleri de zorlaşırdı. Şu an yaşanan paniğin nedeni tam olarak budur: Lira’nın değerinin daha fazla düşmesi halinde, Türk şirketleri ve finans kurumları, büyük bir dalganın altında kalabilir. Bu durum, başka ülkelerdeki bankaları da aşağı çekebilir ve daha geniş bir uluslararası krizi tetikleyebilir.
İTHALATTAN ÇOK İHRACAT YAPILMALIYDI
Türkiye, büyük ticaret fazlaları yaratarak ve ithalattan çok daha fazla oranda ihracat yaparak, 343 milyar dolarlık dış borçlarını ödemek için para kazanabilirdi. Ancak şu anda çok yüksek bir ticaret açığıyla uğraştığı için, bu noktaya ulaşması kolay olmayacak. (Acı bir çelişki olarak, bir ticaret açığından artı-değer elde etmenin en iyi yolu, paranızın değerini düşürmektir.) Başkan Trump’ın, Türkiye’ye karşı çelik ve alüminyum tarifelerini ikiye katlaması, kesinlikle bu ülkenin daha fazla ihracat yapmasını kolaylaştırmayacak.
İFLASLAR ARTACAK, GELİRLER AZALACAK
Şimdiyse, piyasa düzeltme mekanizmaları zaten oyuna girmiş durumda. Lira düşüşünü sürdürürse, Türkiye’nin ticaret dengesi yoluna girecektir. Ülkenin sanayi, emlak ve finans sektörlerindeki (olası) iflaslar da gelirleri azaltacak, Lira’nın değerini daha fazla düşürecek ve yine Türkiye’nin ticarî dengesini karanlığa sürükleyecektir. Yaşanacak iflaslar, ülkenin dış borç yükünü büyük oranda rahatlatabilir ve ticaret dengesindeki değişim, ülkenin diğer borçlarının çoğunu ödemesine yeterli olabilir.
Kısacası, “doğal piyasa düzeltmesi” senaryosu, Türkiye’nin büyük bir (ekonomik) durgunluğa girmesi anlamına geliyor. Bu (süreç), ekonomik dengesizlikleri düzeltir ve neticede yeniden inşa edilmesine olanak sağlar.
Durgunluğun milyonlarca geçim kaynağını yok etmesi ve büyük miktarda insanın acı çekmesine neden olması gibi ‘küçük’ bir sorun var.
Bunun ötesinde, Türkiye hâlihazırda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde gerici bir otoriterliğe doğru yol alıyor. Büyük bir ekonomik çöküş, işleri daha da kötüleştirebilir.
Türkiye’nin elinde kullanabileceği bir kozu var ama bu da bir çözüm sağlamıyor.
Türk hükümeti, 2000’lerin başından bu yana düşük -genellikle gayrı safi milli hasılanın yüzde 2’si ya da daha az oranda- cari açıklarla ilerliyordu. Bu, kutlanması gereken bir şey değil: Türk hükümeti çok daha büyük ekonomik teşviklere yönelmiş olsaydı, bu durum Türkiye’nin dış borcundan çok ekonomik büyümesini artırabilirdi. Böylece ülke şu anda daha iyi bir noktada olurdu.
HIRÇIN BİR SANAYİ POLİTİKASI İŞE YARAYABİLİR
Ancak hükümet şu anda hâlâ büyük teşvikler uygulayabilir ve Lira’daki bu sert düşüşe karşı koyabilir. Türkiye, bankaları ve şirketleri çökerken, daha fazla Lira basarak iş ve yatırım yaratmak için çok daha hırçın bir sanayi politikasına yönelebilir. Bunun dışında, Türk ailelerinin gelirlerini korumak ve kitlesel bir yoksulluk dalgasını önlemek amacıyla, refah devleti politikalarının genişlemesini finanse edebilir. Bu ise hükümetin yeni yatırımların ülkeden kaçmasını engellemek için kapsamlı sermaye kontrolleri gerçekleştirmesini gerektirecek. Ve bu da büyük olasılıkla hem yurtiçi hem de yurtdışındaki zenginleri kızdırabilir. Temel olarak, Türkiye “piyasa düzeltmesine” izin verebilir ama ekonomiyi farklı bir yatırım ve büyüme modeline kaydırmak için bu durumu bir fırsat olarak kullanabilir.
Şu an için, gözlemciler, Türk hükümetinin bunları yapabileceği bir alana sahip olmadığını öne sürebilirler: Enflasyon ve faiz oranları zaten gayet yüksek, bu yüzden ekonomi bir süredir aşırı ısınmış durumda. Öte yandan, Türkiye’deki işsizlik oranı yüzde 10 civarında ve iş gücüne katılım yetersiz. Bu, aşırı kapasiteye sahip olmanın eşiğinde duran bir ekonomi değil.
Bundan ziyade, Türkiye’deki enflasyonunun, paradoksal olarak, Lira’da yaşanan düşüşten kaynaklandığını görüyoruz: Türkiye ekonomisinin büyük kısmının ABD Doları üzerinden işlem görmesi yüzünden, yerel para biriminin düşmesi, Dolar cinsinden fiyatların yükselmesine yol açıyor. Faiz oranları, basit biçimde söylersek, fiyatları düşürmek için doğru yere odaklanan bir çaba değil. Türkiye ekonomisinin, Amerikan dolarına güveni artıran, fiyat ve faiz oranlarının düşmesine izin veren geri besleme döngüsü sona erdirilmeli.
Elbette, daha büyük olan siyasi soru, Erdoğan gibi otoriter bir demagog tarafından yönetilen bir hükümetin bunu yapmak için gereken muhakeme gücü, itidal ya da politik zekâya sahip olup olmadığı. Şahsen, (bu soru karşısında heyecana kapılıp) nefesimi tutmuyorum. Dahası, Türkiye ekonomisini ve çalışanlarını kurtarabilseler bile, finans sektörünü kurtarmak bambaşka bir mesele.
Bu, muhtemelen Türkiye’nin önünde duran en az kötü olan seçenek; belki de Türkiye’deki krizin şiddetine ilişkin olarak bilmeniz gereken tek şey budur.
Kaynak: Bu makalenin orijinali The Week dergisinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)