Yeni emperyalizmin kibri: Fransa’nın Afrika’daki rolü
Belçika gibi Fransa da düzenli olarak sömürgeci geçmişiyle ve sömürgeleştirilmiş ülke halklarının torunlarının talep ettiği tazminatı kabul etme gibi ahlaki bir görevle karşı karşıya. Bu talepler karşısında Fransa’da resmi düzeydeki tepkiyle Fransız sömürgeciliğini “pozitif bir olgu” olarak tanımlayan 2005 yılı bildirisi, tarihsel anlatıları manipüle etmek ya da geçmişe özlemle sessizlik arasında tercih yapmanın da ötesine geçmiş durumda.
Lina Kennuş*
Belçika’da Orta Afrika Kraliyet Müzesi’nin önümüzdeki Aralık ayında yeniden açılışı ve müzede sanatsal eserler sergilenecekmiş gibi sunulması, sömürge döneminde yağmalanan materyallerin söz konusu ülkelere iade edilmesinin gerekliliği konusunda sert tartışmalara yol açtı.
Geçtiğimiz Ekim ayında Brüksel’deki Frankofon parlamentoda (Fransızca konuşan kesimin meclisinde) düzenlenen “Afrika Kültürel Servetinin İadesi: Ahlaki mi, Hukuki bir mesele mi?” adlı oturum, sömürgeciliğin etik ve maddi açıdan borçlu olduğunu itiraf eder ve bunu telafi için verilen mücadeleyi ortaya koyar nitelikteydi. Belçika Doğa Bilimleri Müzesi, Namur kentindeki Afrika Müzesi ve Trevor’daki Kraliyet Müzesi Afrika’dan çalınan hazinelerin sembolü, cinayet ve katliamların geride bıraktığı insani artıkları ihtiva eden sömürgeci dönemin hatıralarına ilişkin çarpıcı bir mekân haline geldi.
VERİLEN SÖZLER TUTULMUYOR
Tarihi gerçeği inşa etmek için gerçekleşen baskıya, sömürge suçlarının etik açıdan itirafıyla son yıllardaki çalınmış kültürel materyalin kayıtsız şartsız iade edilme sözlerinin yerine getirilmemesine rağmen akademik tarihçilerin, sanatçıların ve sendika temsilcilerinin seferberliklerinin sonucunda, bu konuyla ilgili bilinç artmış durumda. Ancak siyasiler, geçmişteki sömürgelerde yaşamış halklar için adaletin tahakkuk koşullarını yerine getirmek ve yaşanan kayıpların tazmin edilmesini sağlama noktasında hâlâ kararsızlar.
2002 yılından bu yana her yıl yapılan, Batı ülkelerindeki en büyük 19 müzenin yöneticisinin imzaladığı ve imzalandığı dönemde büyük gürültü kopartan meşhur “Dünya Müzelerinin Değer ve Öneminin İlanı” adlı bildiride sürekli bahane edilen şey, Afrika ülkelerinin kültürel varlıklarını korumak için modern altyapının ve gerekli araç gerecin eksik olmasıydı. Yeni sömürgeci ve patriyarkal bir karakter taşıyan 2002 bildirgesinin çalınan materyallerin iadesiyle ilgili ortaya koyduğu tablo, dünya halkları için kültürel bir kalkınma unsuru olarak Batılı müzelerde korunmasını meşrulaştıran bir unsurdu.
Belçika gibi Fransa da düzenli olarak sömürgeci geçmişiyle ve sömürgeleştirilmiş ülke halklarının torunlarının talep ettiği tazminatı kabul etme gibi ahlaki bir görevle karşı karşıya. Bu talepler karşısında Fransa’da resmi düzeydeki tepkiyle Fransız sömürgeciliğini “pozitif bir olgu” olarak tanımlayan 2005 yılı bildirisi, tarihsel anlatıları manipüle etmek ya da geçmişe özlemle sessizlik arasında tercih yapmanın da ötesine geçmiş durumda.
Son yıllarda sömürgeciler, tarihte yaptıkları eylemler içerisindeki en şiddetli ve sembolik olanları itiraf etmesine rağmen, meseleyi ele alırken ve kamuoyuna yansıtırken sanki bu eylemler ve katliamları sömürgeci sistem içerisinde istisnai bir durummuş gibi yansıtarak gelişigüzel bir değerlendirme yapıyor. Burada tabii sömürgecilik sonrası (post-kolonyalist) dönemde bağımsızlığını kazanmış ülkelerin başarısızlıkları, her dönemin kendi koşulları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen bir mantalite etrafında şekilleniyor. Böylelikle sömürgeciliğin aslında bir “kalkınma” ve “modernleşme” projesi olduğu vurgulanmaya çalışılıyor. Böylece hakların geri alınması meselesi, hiçbir zaman sömürgecilik sisteminin tamamını mahkûm etmeyen ideolojik sınırların ve kültürel temsilin ağırlığının tutsağı haline geliyor.
SÖMÜRGECİLİĞİN İÇERİĞİ DEĞİŞMEDİ
Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2017 Kasım ayında Ogadugu’da Afrika kültürel mirasını kıtaya beş yıl içerisinde iade etme niyetini açıklamış olmasına rağmen, mesele sadece iyi niyetle çözülecek gibi durmuyor. Tersine bu durum, Fransız siyasi elitinin eski sömürge ülkeleriyle ilişkisi üzerindeki ihmal ile ideolojik yanılsama sorununu ortaya koyuyor. Bu yanılsama, Fransa’nın her yerde hazır ve nazır olduğuna ve hatta sömürgecilikle mücadele ettiğine ikna olmuş düşünceyi bir taraftan korurken, öte yandan bugün sömürgecilik ve emperyalizme karşı hassasiyet, eski sömürge yönetimlere muhalif olanları besleyen ve post kolonyalist dönemdeki taahhütlerin ihlaline dönük bir istek üreten, tükenmek bilmeyen bir kaynağa dönüşüyor.
Afrika’daki Fransız nüfuzu son yıllarda giderek aşınmaya yüz tutarken, Fransa’nın ahlaki borçlarını resmi olarak tanıma, zararları tazmin etmek için somut önlemler alınması, Fransa’nın eski feodal rolüne ilişkin tasavvurda derin dönüşümlere yol açması muhtemeldir. Ancak Fransa-Afrika ilişkilerini radikalleştirmede, yerel siyasetlerin ve halk hareketlerinin geleceğine ipotek koyma noktasında önemli bir rol oynamaya devam eden sömürgecilerin borçları karşısında, Fransız elitleri dışavurumcu bir dil geliştirerek aynı körlüğü devam ettirmekte. Farklı yollarla dile getirilen kültürel ve tarihi üstünlük ile gurur karşısındaki bu körlük çok da garip değil. Mazlum halkların tarihini hor görmek ve bugün Afrika toplumlarının yaşamakta olduğu engeller noktasında önemli bir rol oynayan sömürgeciliğin ağır mirası, Fransa’nın Afrika ülkelerinin içişlerine karışmasına izin vermekte.
'AFRİKA’DA BİR FRANSIZ GİBİ KİBİRLİ'
Afrika konusunda uzmanlaşmış Fransız bilgin Jan François Bogart 1993 yılında Fransa’nın Afrika’ya ilişkin kendi özel aynası dışında başka bir gözlükle kıtaya bakmayı reddeden eski sömürgeciliğin kibrini gözler önüne seren ve Fransa’nın Afrika’daki nüfuzunun neden gerilediğini aktaran bir sunum yapmıştı: “Fransa’da De Gaulle’ün ardından gelen hükümetlerin hiçbiri Afrika siyasetlerine ilişkin asli bir hatayı aşma konusunda başarılı olamadı.
Batı ve Ekvatoral Afrika’da Fransızların geçmişte hâkim olduğu bölgelerde bir noktaya kadar belirsiz olan kişisel ilişkilere öncelik verme, otoriter, yağmacı ve rantiyeci devletlerin yönetimlerine korumacı yaklaşım.” Fransa’nın Afrika’da yerine getirdiği rolü sorgulayan Afrika’da bir Fransız gibi Kibirli (Arrogant comme un français en Afrique) adlı eseri kaleme alan yazar Antoin Glassier, şöyle söylüyor: “Fransa, pratikteki durumun kendisini aştığı gerçeğini yeni anladı: Fransa her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu düşünüyor ve Afrika hakkındaki bilgisinin sağlam olduğunu zannediyordu. Bu, bir aldatmadan başka bir şey değildi; kıtanın siyasi, dini, toplumsal ve ekonomik kaderi tamamen elinden kaçıp gitmişti. Ancak Fransız yetkililer kibirlerinin de etkisiyle Afrika’nın ne kadar kompleks bir yapı olduğuna pek de aldırış ediyor görünmüyorlar.”
*Lübnanlı yazar
Yazının aslı Al Akhbar sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)