İspanya'nın aslanı: Miguel Hernandez
İspanyol şiirinin en önemli isimlerinden birinin, henüz daha 31 yaşındayken Franco'nun zindanlarında veremden hayatını kaybettiğini bilmek, büyük bir hüznü beraberinde getiriyor. Böylesi yetenekli bir insanın, en üretken olduğu dönemde hayata gözlerini yumması yalnız İspanyol edebiyatı için değil, yaşamında alın terini, emeği ve sevgiyi en gerçek şekilde görmek isteyen herkes için bir kayıp.
Endülüslü yoksul bir çobanın, İspanyol şiirinin en güçlü isimlerinden biri olacağını kim tahmin edebilirdi? Dizelerinde memleketinin kokularını; emeğin, alın terinin, sevginin sözlerini taşıyan Miguel Hernandez Gilabert'in, 31 yaşında Franco'nun hapishanelerinde veremden hayatını kaybedene kadar, savaş ve yoksulluğun arasında sürdüğü hayatı bilince insan buna pek de şaşırmıyor. Onu İspanyol edebiyatının en etkileyici isimlerinden biri yapan, tüm bu gerçek ancak acılı yoldan başka bir şey değil. Bu hikaye kısacık hayatına, tarihin geçirdiği gömleği yırtacak kadar büyük bir kavgayı ve aşkı sığdıran genç bir Endülüslü komünist şairin hikayesidir.
'GÖLGEYE SÜRÜLEN TOPRAĞIN IŞIĞI'
Şilili şair Pablo Neruda onun hakkında şöyle diyor: “Karanlıkta kaybolan Miguel Hernandez'i hatırlamak, gün ışığında hatırlamak İspanya'nın bir görevidir, bir sevgi görevi. Pek az şair, bir gün uykulu toprağındaki portakal çiçekleri arasında dikilerek heykeli yükselecek olan bu çocuk kadar cömert ve parıltılıdır. Miguel, Endülüs'ün diğer düz çizgili şairlerinin taşıdığı dorukların ışığına sahip değildi, ama onda toprağın, taşlık sabahların ışığı, uyanan peteğin sisli ışığı vardı. Altın kadar sağlam, kan kadar canlı bu malzemeyle daimi şiirini kaleme aldı. Ve bu, İspanya'nın o dönem gölgeye sürdüğü adamdı!”
Hernadez'in doğduğu yer ve ailesi, kendisi ve şiir anlayışı açısından büyük yer kaplıyor. Şair, 1910 yılında, İspanya'nın güneyindeki Alincante yakınlarında bulunan Orihuelo'da doğar. Dünyaya geldiği ailede baba Miguel Hernandez Sanchez, geçimini çobanlık ve hayvancılıkla geçiren yoksul bu ailenin en önemli figürüdür. Babanın oğluyla yaşayacağı en büyük çatışma, onu ekonomik zorluklar nedeniyle okuldan almasıyla yaşanır. Yaklaşık altı yıl sonra okul sıralarından istemeye istemeye çobanlık yapmak zorunda kalır. Oysa Hernandez, tutkunu olduğu edebiyattan yine de vazgeçmez. Diğer taraftan Endülüs'ün doğası, artık hayatının sonuna kadar kendini öğrencisi hissedeceği bir okul olmuştur...
KİM BÜYÜTÜYOR ZEYTİNLERİ?
Babasının yanında süt sağar, çalışmadığı zamanlarda zeytin ağaçlarının dibine oturup Endülüs'ün sıcak manzaralarını seyre dalar. Bu dönemde tercihen olmasa da bol bol gözlemleme fırsatı bulduğu doğa, şüphesiz Hernandez'in şiirindeki anlatım gücünü derinlemesine etkiler. Ancak etrafını saran zeytinlikler tek başına var olmuyor ki? Doğa kadar yaşadıkları yoksulluk da üzerinde etkili olur. Böylece Hernandez ilerki yıllarda zeytinliklerde çalışan toplayıcıları gördüğünde gözü yalnızca romantik bir güzelliğe boğulmayacaktır: O, zeytin ağaçlarına bu güzelliği verenin gerçekte kim olduğunu da soracaktır...
“Jaén'in Endülslüleri / Gururlu zeytin toplayıcıları / Söyleyin kalbinizle, kim? / Kim zeytinlerin büyümesini sağlıyor? / Hiçlikten gelmiyorlar, / paradan ya da efendilerden de değil, / yalnız sessiz topraktan geliyorlar, / ve alın terinden ve emekten. / (...) / Jaén'in Endülslüleri / Gururlu zeytin toplayıcıları / Söyleyin kalbinizle, kim? / Kim zeytinlere bakıyor? / Sizin kanınız, sizin yaşamlarınız, / sizin terinizin cömert akarsularıyla zenginleşen sömürücüler değil / (...) / Jaén, cesurca ayağa kalk / ay taşlarının üzerinden / ne sen köleleştirileceksin / ne de tüm zeytinliklerin / Zeytinyağının ve damaktaki tadın berraklığı içinde / senin özgürlüğün yükseliyor / senin bereketli topraklarının özgürlüğü.”
Hernandez'in Endülüslü zeytin emekçileri ile konuşurcasına yazdığı bu dizelerin ustalığına şaşmamak gerek. Jaénli zeytin toplayıcılarını en iyi anlayacak kişi elbette onlarla aynı toprağın kokusunu solumuş, aynı sömürüye şahit olmuş Hernandez olacaktır.
'SAKİN BRONZ SESİSYLE LENİN'
Hernandez'in yaşamına geri dönecek olursak, erken yaşlardan itibaren yazdığı şiirler bir süre sonra memleketindeki yerel gazetelerde yayınlanmaya başlar. Madrid'e ilk gidişiyle birlikteyse hayatında yeni bir perde açılır. O dönem İspanyol kültür sanat dünyasının buluştuğu bu canlı kent, Hernandez'in de edebiyat yolculuğuna ivme kazandırır. Üzerinde bıraktığı etkiyi, Endülüs'e geri döndüğünde ilk kitabının basılmasından da anlayabiliriz. Bir süre sonra Madrid'e geri döndüğünde Frederico Garcia Lorca ve Pablo Neruda gibi dönemin İspanyolca edebiyatının usta isimleriyle tanışma fırsatı bulur. Hernandez, 1935 yılında Madrid'e taşınır ve burada sözlük redaktörü olarak çalışmaya başlar. Ancak kısa bir süre sonra İç Savaş patlak verecek ve İspanya'nın birçok sosyalisti gibi Hernandez'in de hayatı baştan aşağı değişecektir.
Savaş yıllarına gelmeden önce Hernandez'in hayatında yer tutan bir başka seyahate göz atalım. 5. Sovyet Tiyatro Festival kapsamında İspanya Cumhuriyeti delegasyonuyla birlikte Hernandez, kendi deyimiyle 'dünyadaki işçilerin ruhani memleketine', Moskova'ya seyat eder. Hernandez'in 1937 Yazında yaptığı Sovyetler Birliği seyahatinden aktardıkları oldukça dikkat çekicidir. Tarihsel olarak önemli bir deneyimi bir şairin betimlemesi, böylesi imgesel yeteneklere sahip olmayanlara göre daha etkili olacağına şüphe yok. Örnek vermek gerekirse ülkede ciddi anlamda üretimi yapılmaya başlanan traktörleri 'zincirlenmiş sağlam besi hayvanları' olarak tanımlar. Lenin'in mezarını ziyaretindeyse 'Sakin bronz sesiyle, mermerden ayağıyla Lenin' ifadelerini kaleme alır.
Bir de bu gezinin heyecanına vurgu yapmak gerekiyor. Cumhuriyet dönemiyle birlikte ülkedeki dinamiklerin iyice hareketlendiği İspanya'dan gelen bu delegasyon için Sovyetler'de yaşanan, 10 yılı henüz devirmiş olan bu deneyim büyük bir değişimdir. Olayın tazeliği ve 1930'lu yılların ruhu hesaba katıldığında Sovyetler, dünya çapındaki işçiler, emekçiler kadar entellektüeller arasında da merak konusu olduğunu rahatlıklıkla yapabiliriz. (Bu merakın olumlu, olumsuz ya da nötr olabileceğini de ekleyelim.)
'ŞARKILARLA BEKLİYORUM ÖLÜMÜ'
Hernandez, Sovyet ülkesine yaptığı seyahatten tam bir yıl önce resmen İspanya Komünist Partisi'ne (PCE) üye olur. Faşist Franco güçleriyle Cumhuriyet'e bağlı güçler arasındaki çatışmalar daha da şiddetlenmiştir. Şair, partisinden doğru siyasi komiser göreviyle 5. Alay'a atanır ve cepheye gider. Elbette şiiri de bize o sıcak günleri anlatıyor. En ünlü şiirlerinden biri Vientos del Pueblo - Halk Rüzgarları'nın ilk dizeleri şöyle başlıyor:
“Halk rüzgârları taşıyor beni, / halk rüzgârları götürüyor / ekerek yüreğimi, / yayarak sesimi dört bir yana. / Öküzler, sopa görünce, / alınlarını büzerler / uysal mı uysal: / aslanlarsa kafalarını dikip / cezalandırırlar / kararlı pençeleriyle. / Öküz türünden gelmiyorum ben, / aslanlar yatağı / bir halktanım, / kartallar topluluğundan, / boynuzları dimdik, onurlu / boğalar sürüsündenim. / İspanya topraklarında / hiç çoğalmıyor boğalar. / Kim demiş boyunduruk vurmayı / boğaların boynuna? / Var mı kasırgayı önleyebilen / boyundurukla, halatla? / Hiç görülmüş müdür / yıldırımı tutup bir kafese kapatan?”
Şiirin devamında Hernandez adeta adım adım tüm İspanya'yı gezerek tüm memleketlere seslenir. Bu kısım tüm İspanya halklarında bir çağrıdır ancak bununla birlikte bu halklara şairin açısından 'kim olduklarının' bir hatırlatmasıdır:
“Sizler, yiğit Asturyalılar, / çakmaktaşından Basklılar, / şen Valensialılar, / derin ruhlu Kastilyalılar, / toprak gibi işlenmişler, / kanat gibi rüzgârlılar; / şimşekten Endülüslüler, (...) / kökler arasında, çalımlı / kökler gibi giden insanlar / yaşamdan ölüme, / hiçlikten hiçliğe doğru; / size boyunduruk vurmayı / istiyor kötü ot adamları, / ama siz onların omuzlarında / kıracaksınız o boyundurukları! / Tanyerini gösteriyor / Öküzlerin alacakaranlığı.”
Şiirin son dizeleriyse muhtemelen cesaret ve mücadele üzerine söylenmiş en yüklü ve içten sözlerden. İspanyol halkları da böyle düşünmüş, hissetmiş olacak ki 'Ölürsem başım dimdik öleyim ben' sözünü hep hatırlamış. Bu söz ilk bakışta basit gelebilir ancak Hernandez, son dizelerde 'öküz, boğa ve yiğit hayvanlar' üzerinden mücadeleyi, kavgayı okuyucuya ustalıkla kavratabiliyor:
“Ahır korkusuyla, sünepelikle / giyimli öküzler ölecek: / kartallar, aslanlar, boğalar / kibirden ölecek, / ama arkalarındaki gök / değişmeyecek, son bulmayacak. / Öküzlerin can çekişmesi / ufacık bir yüzü gösterir, / yiğit bir hayvanın can çekişmesiyse / daha genişletir dünyayı. / Ölürsem başım dimdik / öleyim ben / Ölü, bin kez ölü, / ağzım ayrıkotuna karşı, / dişlerimi sımsıkı tutup / ve çenemi kararlı, dimdik. / Şarkılarla bekliyorum ölümü, / ötüşen bülbüller var / tüfekler üzerinde / tam ortasında savaşın.”
'GÜNEŞE BENDEN SELAM EDİN'
Savaş sırasında Hernandez 5. Alay'daki görevinin yanı sıra gazeteci olarak da Güney Cephesi dergisinde makaleler ve şiirler kaleme alır. Bu yıllarda yaşanan en ilginç gelişme memleketi Orihuela'ya kısa bir dönüş yaparak sevdiği Josefina Manresa ile evlenmesidir (Sovyetler ziyaretinden hemen önce). Oğlu Manuel Miguel de savşın Franco lehine sonlanmadan hemen önce dünyaya gelir. Fakat Hernandez ne oğlunun ne de eşinin sevgisine doyamadan ülkeden kaçmak zorunda kalır. Ancak Franco güçleri tarafından yakalanır, sonuç olarak hakkında idam cezası verilir. Daha sonra bu infazı 30 yıl hapis cezasına çevrilse de kötü koşullar nedeniyle 1941 yılında vereme yakalanır ve 1942 yılında karanlık hücresinde hayatını kaybeder. Hücresinde binbir zorlukla, çoğu zaman gizleyerek yazdığı dizelerden en sonuncuları oldukça dokunaklıdır: “elveda kardeşler, yoldaşlar, dostlar, güneşe benden selam edin, buğday başaklarına selam edin benden!”
NAZIMLA MİGUEL'İN HAYALİ DİYALOĞU
İç Savaş'tan yıllar sonra doğan bir şair olan José Miguel Junco Ezquerra, bir şiirinde Hernandez'in ölümünü farklı bir açıdan ele alır. Ezquerra 'Türk Nazım Hikmet’ten İspanyol Miguel Hernández’e Hayali Bir Mektup' isimli bir şiir yazar. Ezquerra'nın coğrafyamız için en önemli şairlerinden biriyle farklı bir toprakta yaşamasına karşın aynı kavga için ölümü göze alan bir şair arasında kurduğu bu hayali diyalog özellikle bu iki ülkenin insanları için hayli anlamlı:
“(...) Eğer senin oğlun ve benim ki karşılaşırlarsa bir akşamüstü burada Türkiye’de ya da / senin güzel yurdunda, bilecekler mi artık niçin yaşamadıklarını babalarının / Kucaklaşacaklar mı, Miguel, şairin kanının niçin döküldüğünü bilmeden? / İyi şanslar Miguel? Talihsizlikteki ve hayallerdeki kardeşim. Benden söz etmeyi unutma kavak yapraklarına, İspanyol çocuklarının hayallerine, kelebeklerin yeşil kanatlarına, / Kuşların ötmesine sahip dokularda ve nasıl ilerliyor tarih caddede, Dikkat et geceleri beni tutan şu öksürüğe, yoldaş.”
İspanyol şiirinin en önemli isimlerinden birinin, henüz daha 31 yaşındayken Franco'nun zindanlarında veremden hayatını kaybettiğini bilmek, büyük bir hüznü beraberinde getiriyor. Böylesi yetenekli bir insanın, en üretken olduğu dönemde hayata gözlerini yumması yalnız İspanyol edebiyatı için değil, yaşamında alın terini, emeği ve sevgiyi en gerçek şekilde görmek isteyen herkes için bir kayıp. Farklı dillerde farklı geçmişlerle yaşasa da insanlar, aynı ağaçlardan aynı zeytini aynı zahmetle toplayanlar için Hernandez'in sözlerini anlamak, şüphesiz edebiyat kadar kavganın da gücünü gösteriyor.
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
2- https://cvc.cervantes.es/literatura/escritores/m_hernandez/cronologia.htm
3- https://www.biografiasyvidas.com/biografia/h/hernandez_miguel.htm
4- https://www.poetryfoundation.org/poets/miguel-hernandez
5- Miguel Hernández en el país de los soviets - Josep Esquerrà i Nonell
6- Nazım Hikmet’in Yankısı İspanya’da – Tahsin Aydoğdu (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi)
7- https://www.ecured.cu/Miguel_Hern%C3%A1ndez
9-https://es.rbth.com/articles/2012/01/01/los_viajes_a_la_urss_de_dos_poetas_22607