Suriye’de Türk-Rus ilişkilerinin sınırları

Rusya bugün Türkiye’nin önemli ticaret ortağı. 2019 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 30 milyar dolara ulaştı ve önümüzdeki yıllarda 100 milyara çıkarmayı planlıyorlar. Türkiye, Rus gaz kaynaklarına (ihtiyaçlarının yüzde 60’ı) büyük ölçüde bağımlı durumda ve ABD’nin Tahran’daki yaptırımları nedeniyle daha da bağımlı hale geldi (Türkiye’ye gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 20’sini sağlıyor). Türkiye, Karadeniz’de 910 km uzunluğundaki Türk Akım hattının açılmasından sonra, yılın başından bu yana Rus doğal gaz arzı için önemli bir geçiş ülkesi haline gelmiştir.

Google Haberlere Abone ol

Mervan Kabalan

Türk-Rus ilişkileri bugünlerde büyük bir testle karşı karşıya. Bu karşılaşma belki de 2015 Kasım’dan bu yana, yani Rusya’nın Suriye’de askeri müdahalesinden altı ay sonra meydana gelen Türkiye’nin Suriye sınırında düşürdüğü Rus uçağı krizinden bu yana belki de en zor olanı. O zamandan beri Moskova ile Ankara arasındaki ilişkilerde Türkiye'nin Suriye konusundaki tutumunda ve hedeflerinde büyük dönüşümler yaşandı. Rusya’nın büyük ekonomik ve siyasi baskılarına maruz kalan Türkiye, Batılı ülkeler kendisini yalnız bıraktığında Suriye’deki büyük aktör olması itibarıyla Moskova’ya teslim olma eğilimi gösterdi. Bu süreçten önceki dönemde Türkiye’nin mücadelesi, kendi ağırlığına yaklaşık olarak yakın rakibi İran’la mücadelesi bir parça denklik içeriyordu.

TÜRKİYE’NİN DEĞİŞEN POLİTİKASI

Bu süreçten sonra Türkiye, Suriye’de kendisine yakın bir rejim kurma yönündeki arzu ve önceliklerinden vazgeçen pragmatik bir tutum sergiledi. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra Türkiye’nin Suriye’ye yönelik ilgisi daha da daralarak sadece sınırdaki çıkarlarını korumakla sınırlı kaldı. Bu çıkarların başında, bağımsız ya da özerk bir Kürt yapılanmasını engellemek ve ayrıca Türkiye'nin Suriye muhalefeti üzerindeki nüfuzu üzerinden Suriye’de çözüm masasına oturmasını garantilemek geliyordu.

Türkiye’nin başlattığı dönüşüm treninin ilk uğradığı istasyon, 2016 Ağustos’undaki Fırat Kalkanı operasyonuydu. Türkiye, gerek YPG gerekse IŞİD güçlerini buralardan uzaklaştırdıktan sonra yaklaşık 2 bin kilometre yüz ölçümüne sahip Cerablus-el Bab-Azez üçgenini ele geçirdi. Türkiye, ayrıca 2016 yılının Aralık ayında Suriye muhalefetini Halep’in doğusunu boşaltmaya ikna etti ve ardından Astana sürecini başlattı. Bu süreçte Ankara, Washington yönetimini Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge inşa etmeye ve Kürt grupları desteklemekten vazgeçmeye ikna etmeye çalıştı.

2017’de ise İstanbul’dan yola çıkan Rus-Türk anlaşması, daha da gelişme kaydederek 2017 Mayıs ayında Soçi’de imzalanan antlaşma ile zirveye çıktı. Anlaşma, ‘gerilimi azaltma bölgeleri’ olarak isimlendirilen bölgelerin kurulmasını içeriyordu. Bu, aslında Rusya’nın Moskova yönetiminin uluslararası delege Stephen di Mistura’dan ödünç almış olduğu bir fikirdi. Nitekim Di Mistura, 2016 yazında Halep’te Suriyeliler arasındaki çatışmaların dondurulmasını önermişti. Moskova, bu aşamada muhaliflerle olan çatışmanın dondurulmasını istiyordu, asıl amacı ülkenin doğu bölgesindeki kırsal alanlarda IŞİD’in elindeki bölgenin ele geçirilmesi için ABD ile yarışabilecek bir konuma gelmekti.

Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesinden sonra beklentilerini son derece mütevazı bir noktaya çeken Türkiye ise hedeflerini ancak Moskova ile birlikte gerçekleştirebileceğini kavradı. Türkiye’nin bu yaklaşımının önemi, Rusya’nın ona ikinci kez Suriye sınırını aşarak Afrin’i ele geçirmesi ve YPG güçlerini buradan çıkarmak için Zeytin Dalı operasyonunu yapmasına izin vermesiyle ortaya çıktı. Öte yandan Rusya, IŞİD yenildikten, Suriye ile Rus ve Amerikan etki alanları netleştikten sonra Doğu Guta’dan başlayarak Humus’un kuzeyi ve Dera’ya kadar Ankara ile üzerinde anlaşılan üç tırmanma alanını peşi sıra ortadan kaldırdı.

Türkiye o dönemde askeri, iktisadi ve güvenlik açısından farklı düzeylerde oldukça gelişen Rusya ile ilişkisinin İdlib’i kurtaracağını düşündü. Aslında İdlib, diğer gerginliği azaltma bölgeleri içerisinde Türkiye’yi en çok ilgilendiren bölgeydi. Gerçekten de Türk ve Rus liderleri bir araya getiren 17 Eylül 2017’deki zirve buluşmasında, Tahran’da İdlib konusunda üçlü buluşmadan sadece 10 gün sonra Soçi anlaşması imzalandı. Anlaşma 15-20 kilometre derinliğine ulaşan silahlardan arındırılmış bir bölge inşa edilmesini, Hama-Halep ve Lazkiye-Halep arasındaki uluslararası otobanın açılması ve anlaşmanın uygulanması için gözetim noktaları kurulmasını öngörüyordu.

ÖNCELİK FIRAT’IN DOĞUSU

Bu aşamada, Moskova, öncelikle Washington’u Fırat’ın doğusundan çıkarmakla ilgilendi ve Ocak 2018’de eski ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın, ülkesinin IŞİD’in yenmesinden sonra Suriye’nin doğusundaki askeri varlığını sürdürmeyi amaçladığını açıklamasıyla dehşete düştü. Putin’in, Başkan Trump’ı Fırat’ın doğusundaki bölgelerden çekilmeye ikna etmek için Türkiye’nin işbirliğine ihtiyacı vardı. Ekim 2019’un başlarında Erdoğan’la yaptığı bir telefon görüşmesinin ardından Trump, Türkiye’nin ‘Barış Pınarı’ adı altında üçüncü askeri operasyonunu Suriye topraklarında gerçekleştirmesine ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) muhalefetine rağmen izin vererek, söz konusu bölgelerin büyük bölümünü tahliye etme kararı aldı. Bu durum, Türkiye’nin Rasulayn ve Tel Abyad arasında 110 km uzunluk ve 30 km derinliğinde bir sınır şeridini kontrol etmesine yol açmış oldu.

Rusya mevcut yeni durumdan yararlandı ve Türkiye’ye 22 Ekim 2019’da Soçi’de imzalanan bir anlaşma teklif etti. Burada, Amerikalılar sanki YPG’yi terk etmiş gibi göründüğü sırada Moskova, üzerinde etkisi olduğu YPG’yi Fırat’ın Suriye’nin doğusundaki 440 km genişlik ve 32 km derinliğinde sınır şeridindeki bölgeden çekilmesini sağlama sözü verdi. İmzalanmasından itibaren 150 saat içinde anlaşmanın uygulanmasını sağlamak için ortak Rus-Türk devriyeleri gerçekleştirildi. Rusya, anlaşmayla aslında Türkiye’nin sınırda kalan bölgede 'güvenli bölge' kurmasını engellemeyi, Fırat’ın doğusundaki konumunu Türkler, Amerikalılar ve Kürtlerin aleyhine güçlendirmeyi hedefliyordu.

Rusya, Fırat’ın doğusuna ilişkin Türkiye ile yapılan anlaşmadan maksimum faydayı elde eder etmez tekrar İdlib’e odaklandı. 2019 yılı boyunca, özellikle geçen sene Nisan ayı sonundaki Astana toplantılarının 12'nci turunun başarısız olmasından sonra Rusya, uluslararası karayollarının açılması konularında Türkiye’nin son adımlarının Soçi Anlaşması’na uymadığı gerekçesiyle askerden arındırılmış bölgeyi kurmak amacıyla İdlib’e karşı büyük bir askeri operasyon başlattı. Rusya, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda bir ‘güvenli bölge’ kurmasına karşıydı ve İdlib, Rusya tarafından Türkiye’nin önünü kesmek için bir baskı aracı olarak kullanıldı. Türkiye ne zaman ABD ile anlaşmaya yanaşsa Rusya, Suriyeli muhalifleri meşgul etmek ve onların Fırat’ın doğusuna geçmelerini önlemek amacıyla İdlib’de bombardımanını artıyordu. Ancak Rusya, bir kez daha tutumunu değiştirdi; çünkü önce Amerikalıları Fırat’ın doğusundan çıkarmak, ardından İdlib’de Türk varlığını sona erdirmeye odaklanmak ve 1998 Adana Anlaşması’nı aktive ederek Kuzey Suriye’de yeni düzenlemeler yapmak için Türkiye ile işbirliği yapmanın gerekli olduğunu gördü.

Bunun üzerine Türkiye, Rusya ve İran, Eylül 2019’da Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki güvenlik endişelerini anlayışla karşıladıklarının ifade edildiği üçlü Ankara zirvesine katıldılar ve taraflar 2019 Ağustos başındaki 13'üncü Astana toplantısından hemen önce İdlib’le ilgili varılan anlaşmaya saygı duyduklarını dile getirdiler. Bu toplantıda 18 ay süren istişareler ve görüşmelerin ardından Ekim 2018’de yapılan Soçi toplantısında ortaya çıkan Anayasa Komitesi’nin ayrıntıları üzerinde anlaştılar.

ATEŞKESİN BOZULMASI

Ateşkes, Doğu Fırat Anlaşması’nın meyvelerini sadece Rusya’nın toplaması nedeniyle bozuldu. Türkiye, muhtemelen Rusya’nın İdlib’e olan ilgisinin, İHA’larla Rus askeri üslerini hedef alan saldırıları kontrol etmek için İdlib’de Heyetu’t Tahriru’ş Şam (HTİ)'ı 15-20 km derinlikten öteye uzaklaştırmasını öngören Eylül 2018 anlaşmasını uygulamak ve eldeki alanları kontrol etmekle sınırlı olduğunu düşündü. Ancak zamanla, Rusların, Suriyeli muhalif grupları tamamen ezmeye ve nihai bir çözüm vizyonunu dayatmaya kararlı oldukları anlaşıldı.

Bu durum, özellikle son günlerde rejim güçleriyle girilen çatışmalarda Türk askerlerinin hayatını kaybetmesi haberlerinin gelmesinden sonra Türkiye’yi kızdırdı. Türkiye, Rusya’nın İdlib’e karşı yürüttüğü askeri harekâtın topraklarına doğru büyük bir göç krizine ve Türkiye’nin Suriye meselesinde siyasi olarak ve sahada etkili olma yeteneğini kaybetmesine yol açacağından korkuyor. Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yalnızca pek de alışıldık olmayan tehditler savurmasına neden olmakla kalmadı, aynı zamanda içinde bazı Türk gözlem noktalarının kuşatıldığı İdlib’de büyük bir tahkimat yapmaya itti.

Erdoğan’ın tehditleri, bazılarına Türkiye’nin çıkarlarını korumak ve İdlib’deki müttefiklerini savunmak için bu kez Rusya ile doğrudan bir çatışmaya girmeye hazır olduğu izlenimini vermiş olabilir. Ancak bu okuma, en başından beri gerçekçi görünmüyor; çünkü bu okuma biçimi, Ruslar ve Türkler arasındaki ilişkileri sadece Suriye’de yaşananlar açısından değerlendiriyor, siyasi, ekonomik ve askeri diğer alanlardaki zor meselelere dikkat etmiyor. İlişkilerini yöneten çıkarlar, çelişkiler ve diğer bölgesel ve uluslararası eklemlerle, meselelerle ve çatışmalarla, aynı miktarda ve belki de daha fazlasıyla iç içe geçmiş bir çıkarlar skalasından söz ediyoruz.

SURİYE’NİN ÖTESİNDE

Son üç yılda, Rus-Türk ilişkileri derinleşti; ancak bu, iki taraf arasında artan güven anlamına gelmiyor. Çıkarlar daha çok iç içe geçmiş ve feda etmeleri zor bir çıkarlar ağına bağlı, İdlib’de birbirleriyle çatışmaya girmelerinin hayal bile edilemeyeceği bir noktadalar.

Rusya bugün Türkiye’nin önemli ticaret ortağı. 2019 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 30 milyar dolara ulaştı ve önümüzdeki yıllarda 100 milyara çıkarmayı planlıyorlar. Türkiye, Rus gaz kaynaklarına (ihtiyaçlarının yüzde 60’ı) büyük ölçüde bağımlı durumda ve ABD’nin Tahran’daki yaptırımları nedeniyle daha da bağımlı hale geldi (Türkiye’ye gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 20’sini sağlıyor). Türkiye, Karadeniz’de 910 km uzunluğundaki Türk Akım hattının açılmasından sonra, bu yılın başından bu yana Rus doğal gaz arzı için önemli bir geçiş ülkesi haline gelmiştir. Rusya şu anda Türkiye’nin ilk nükleer santralini inşa ediyor, yani Türk enerji sektörünün büyük bir bölümünü kontrol ediyor. Bunun da ötesinde, Türkiye, hava savunmasında geçen yıl Rusya’dan satın aldığı S-400 füze sistemlerine, özellikle de Washington’un 2016’da Patriot füze bataryalarını çekmesinden ve ABD’nin Ankara’nın bir dizi satın alma talebini reddetmesinden sonra daha da bağımlı hale geldi. Washington ve Atina arasındaki artan askeri ilişkileri ve Trump yönetiminin Türkiye’nin deniz sınırları ve Doğu Akdeniz’deki petrol arama hakları konusundaki anlaşmazlıkta Yunanistan’dan yana olma konusundaki endişeleri ışığında, Türkiye muhtemelen bu anlaşmazlıkta Rusya’yı yanına çekmeye çalışacaktır. Bu, her iki ülkenin Libya’daki anlaşmaları açısından bakıldığında mümkün görünüyor.

Bu ve diğer nedenlerle, Suriye’de iki ülke arasında bir çatışmanın olması ve ne Türkiye ne de Rusya’nın 2015 yılında Rus uçağının vurulması senaryosunu tekrarlamak istemesi olası değil ve Türkiye, Washington ile ilişkisini karakterize eden artan güvensizlik ışığında kesinlikle böyle bir şey yapmayacaktır. Geçen yıllar, Türk siyasetinin pragmatizminin boyutlarını gösterirken Rusların ve Türklerin Suriye’deki farklılıklarını yönetebilme ve hatta bu iki ülkeyi işbirliğinin yaşandığı diğer dosyalardan ayırma noktasındaki güçlerini kanıtlamakta.

Sonuç olarak, sadece ses tonu daha yüksek hale geldiği için Türkiye’nin İdlib’deki pozisyonuna güvenilmemelidir. Onları birleştiren büyük çıkarlar göz önüne alındığında, Rusların ve Türklerin yeni anlaşmalara ulaşmaları daha olasıdır. Bu anlaşmalar, her zamanki gibi, büyük bedel ödemiş olan ve yine de ülkelerinin açık bölgesel ve uluslararası çatışma alanına dönüştüğü Suriyeliler aleyhine olacaktır. Ahlakın çöktüğü bir çağda büyük güçler arasında bir çatışma olmasını öngörmeye gelince, bu umudun körüklediği bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Bu tür kişiler başkalarının kanının son damlasına kadar savaşmayı gayet iyi becerirler.

Yazının aslı Al-Araby sitesinden alınmıştır. (Arapçadan Çeviren: İslam Özkan)