Dünya Forum... El Cid: İspanya’nın efsanevi kahramanı
Rodrigo de Vivar, El Cid veya El Campeador olarak da bilinen Kastilyalı bir şövalye, Avrupa’nın Arap işgaline karşı yürüttüğü savaşta öne çıkan, hakkında şiirler ve hikâyeler yazılmış epik bir kahramandı. Askeri alandaki dehası sayesinde büyük bir güç elde etti ve Arapların İber Yarımadası’ndaki baskın güçlerine bir sınır çekti.
El Cid, hayatının sonunda bir kahramana dönüşen, İspanyol Kralı VII. Alfonso için İspanya’nın bir kısmını Fas kökenli Almoravid hanedanından kurtarmak için savaşan ve sonunda Valencia’daki Müslüman halifeliğini ele geçiren ve kendi krallığını yöneten bir paralı askerdi.
Rodrigo Diaz de Vivar, sekizinci yüzyılda başlayan Arap fethi sırasında İber Yarımadası’nın güney kısmın üçte ikisinin İslam orduları tarafından fethedildiği, İspanyol tarihinde kaotik bir dönemde dünyaya geldi. 1009 yılında, İslami Emevi halifeliği çöktü ve ‘taifa’ olarak adlandırılan rakip şehir devletlerine ayrıldı. Yarımadanın kuzeyde kalan üçte birlik kısmında kurulan beylikler -León, Castile (Kastilya), Navarra, Barcelona, Asturia, Galacia ve diğerleri- birbirleriyle ve Arap fatihlerle savaş halindeydi. İberya’daki İslami yönetim, tıpkı beyliklerin sınırları gibi, bir bölgeden diğerine dağılmış durumdaydı; hâl böyleyken, Hıristiyan yöneticiler tarafından ele geçirilen son şehir, 1492 yılında Granada Emirliği olacaktı.
GENÇLİK DÖNEMİ
Bazı tarihsel kayıtlar, El Cid’in yaşadığı 11'inci yüzyıl İspanya’nın siyasi ortamını anlamamıza yardımcı olabilir. Geniş anlamda, İspanyol Yarımadası din tarafından tanımlanan iki genel gruba ayrılmış durumdaydı: Hıristiyan İspanya ve El-Andalus (Endülüs - Müslüman İspanya). Her iki grup da kendi içerisinde daha fazla parçaya ayrılmıştı. Hıristiyan İspanya, León-Castile (Kastilya), Aragón, Navarra ve Barcelona bölgelerindeki krallıklardan oluşuyordu.
El-Andalus, 1031’de Córdoba Halifeliği’nin ayrılmasının ardından ‘taifa’ adı verilen birkaç küçük krallıktan oluşuyordu. Hıristiyan krallıkları sınırında bulunan ana taifa’lar Toledo, Zaragoza ve Badajoz idi.
El Cid, kimi kaynaklara göre 1040 ile 1045 yılları arasında İspanya’nın Kastilya Prensliği’ne bağlı Burgos kenti yakınlarındaki Vivar kasabasında Rodrigo Díaz de Vivar adıyla dünyaya geldi. Bir asker olan babası Diego Lainez, León Kralı Ferdinand (Büyük Ferdinand, 1038-1065 arasında yönetimdeydi) ve Navarra Kralı III. García Sánchez (1012-1054 arasında tahttaydı) arasında 1054 yılında yaşanan Atapuerco savaşına katılmıştı. Bazı kaynaklar Diego Lainez’in Galacia Kralı II. Ordoño’nun soyundan geldiğini aktarıyor. Her ne kadar adı bilinmese de, Diego’nun annesi Kastilyalı bir diplomat olan Nuño Alvarez de Carazo ve eşi Doña Godo’nun yeğeniydi.
SANCHO VE ALFONSO’NUN HİZMETİNDE
Diego Laniez 1058 yılında öldü ve Rodrigo, Ferdinand’ın oğlu Sancho’nun hizmetine verildi. Rodrigo muhtemelen Ferdinand tarafından inşa edilmiş okullarda resmi eğitim aldı; Latince, Yunanca ve Arapça okuma yazma, silah kullanımı, binicilik ve iz sürme dallarında sıkı bir eğitimden geçirildi. 1065 yılında Kral Fernand öldü. Krallığını üç oğlu Sancho, Alfonso ve Garcia ile iki kızı Elvira ve Urraca arasında paylaştırmıştı. O yıllarda İspanya tek bir kral tarafından yönetilmiyordu; bazı Araplar hanedanlar da dahil olmak üzere birçok kralın egemenliği söz konusuydu. Fernand’ın çocuklarına miras bıraktığı krallık, günümüz İspanya’sının sadece küçük bir parçasını işgal ediyordu.
Fernand, çocuklarının kendilerine kalan topraklardan memnun olacağını umuyordu. Buna karşın en büyük çocuğu Sancho, babasının tüm topraklarını miras alması gerektiğini düşündü. Sancho’nun aile topraklarını el geçirmesi için öncelikle Aragon Krallığı ile savaşması gerekiyordu. El Cid o dönemde Kraliyet Orduları Komutanı olarak atandı ve Aragon Krallığı’nı yenerek Sancho’nun güvenini boşa çıkarmayacağını kanıtladı. El Cid, savaşı kazandığında yalnızca 23 yaşındaydı.
Sancho muhtemelen kardeşi Alfonso ve kız kardeşi Urraca arasında yapılan bir anlaşma sonucu, 1072 yılında düzenlenen bir suikast neticesinde öldürüldü. Sancho evlenmemişti ve bir varis bırakmadan öldüğü için, hemen hemen tüm gücü Toledo’da yaşadığı sürgünden dönen ve León-Kastilya Kralı olarak yerini alan kardeşi Alfonso’ya geçti. Ancak, Sancho’nun öldürülmesi olayına karıştığından şüpheleniliyordu.
El Cid’le ilgili efsanelere göre, El Cid ve bir düzine ‘yeminli yardımcısı’ liderliğindeki Kastilya Hanedanlığı üyeleri, Alfonso’yu Burgos’taki Santa Gadea (Saint Agatha) kilisesinin önünde, kardeşinin öldürüldüğü komploya katılmadığına dair kutsal emanetler üzerine defalarca yemin etmeye zorladı. Bu olay, tarihe yaygın bilinen bir gerçek olarak geçmişti; ancak Kastilya ve León’da bulunan hem Rodrigo Diaz hem de VI. Alfonso’nun hayatları hakkındaki çağdaş belgeler böyle bir olaydan bahsetmez. Alfonso’nun yönetime gelmesinin ardından Rodrigo, Kraliyet Orduları Komutanlığı görevinden alındı ve görev Rodrigo’nun azılı bir düşmanı olan Kont García Ordóñez’e verildi.
El Cid, Temmuz 1075’te Alfonso’nun akrabası olan Jimena Díaz ile evlendi. ‘Historia Roderici’ adlı eserde, Jimena’nın Kont Diego Fernández de Oviedo’nun kızı olduğu aktarılır. Aktarılan hikayeler, El Cid onu ilk kez gördüğünde, büyüleyici güzelliği nedeniyle âşık olduğunu belirtir. Bu evlilikten El Cid ve Jimena’nın iki kızı ve bir oğlu dünyaya geldi. Kızları Cristina ve María da büyüdüklerinde soylu ailelerin oğullarıyla evleneceklerdi. Oğulları Diego Rodríguez ise yetişkinliğinde tıpkı babası gibi bir asker olacaktı. El Cid’in kendi evliliği ve kızlarının ilerde yapacağı evlilikler uzun vadede statüsünü yükseltecekti.
SÜRGÜN YILLARI VE ARAPLARLA İTTİFAK
Kral VI. Alfonso, El Cid gibi cesur biri değildi. El Cid’in tahtı ele geçirmeye çalışmasından korkuyordu. Alfonso onu uzakta tutabilmek amacıyla bir komplo kurdu ve Sevilla Kralı’ndan bir miktar para getirmesi için gönderdi. El Cid geri döndüğünde, Alfonso onu paranın bir kısmını zimmetine geçirmekle suçladı. Bu vesileyle El Cid sürgün edildi ve o andan sonra da Alfonso tarafından yönetilen herhangi bir bölgede güven içinde yaşaması mümkün olmadı.
El Cid şimdi sadece paraya değil, aynı zamanda bir kralın korumasına da ihtiyaç duyuyordu. Hizmetlerini Kuzeydoğu İspanya’daki Saragossa yöneticisine sundu. Saragossa Hükümdarı, Arap bir lider olan El Mu’tamin idi. Alfonso’nun aksine, El-Mu’tamin, El Cid gibi başarılı bir askere sahip olmaktan dolayı mutluydu. El Cid, Al-Mu’tamin ve halefi El-Musta’ya yaklaşık 10 yıl hizmet edecekti.
Bu dönemde rakip Kastilya Şövalyeleri tarafından desteklenen Granada güçlerinin girdiği Sevilla’ya saldırdı; Rodrigo ve emrindeki güçler, kralın tahtını savunmak amacıyla, Cabra Savaşı’nda birlik olan Hıristiyan ve Granadalı saldırganları püskürttü. Kont García Ordóñez ve diğer Kastilya liderleri, serbest bırakılmadan önce üç gün boyunca esir alınmıştı.
1081’de El Cid, Toledo taifa’sına izinsiz bir baskın yapmasından sonra kısa bir süre için (1086-89) Alfonso’nun hizmetine geri döndü ama bir kez daha sürgün edildi, bu kez Murcia’nın güney batısındaki Aledo’da bulunan Almoravidlere karşı Alfonso’nun yardımına gelememesi sebep gösterildi. Alfonso ona büyük bir öfkeyle tepki vermişti; Rodrigo’nun mülküne el koydu ve ailesini hapsetti.
1085’te Toledo şehri León-Kastilya Kralı VI. Alfonso’nun eline geçti. Bu, iki nedenden dolayı önemli bir fetihti: Birincisi, stratejik yarımadanın merkezi Hıristiyanların eline geçmesi Müslüman İspanya için bir darbe oldu, ikincisi ise Toledo, Vizigot İspanya’nın eski başkenti ve manevi öneme sahip bir kent olduğundan, psikolojik olarak Hıristiyan İspanya için büyük bir moral desteği sağladı.
Sonuç, Alfonso’nun yayılmacı ruh halinden korkan diğer taifa yöneticilerinin, Kuzey Afrika’daki Müslümanlara yardım çağrısında bulunması oldu. Bunlar, Yusuf ibn Tashufin’in önderliğinde, 1086’da Badajoz yakınlarında Kral Alfonso’nun ordusunu yenen Berberilerle birleşen Almoravidlerdi. Kısa bir aradan sonra, Almoravidler, 20 yıl içinde elde ettikleri bir bölge olan El-Endülüs’ten kalanları yeniden bir araya getirmeye karar verdiler.
BAŞINA BUYRUK BİR ŞÖVALYE
Bu dönemde El Cid kendi ordusunu toplayarak, Akdeniz kıyısı boyunca toprakları yağmalayarak ve Hıristiyanlarla (özellikle de Barselona Kontu II. Berenguer) ve Moor’larla savaşarak kendi başına buyruk bir hayat sürdü.
1089 yılına gelindiğinde, Rodrigo, Valencia’nın Mağripli hükümdarı El-Kadir’i destekliyordu; El-Kadir’in kendi koruyucusu olarak Alfonso’nun yerini alacak kadar güçlü olduğunu düşünüyordu. Alfonso, bu hamleye 1092 yılında Valencia’ya karşı bir kuşatmaya girişerek yanıt verdi. Ancak, El Cid’in Yukarı Ebro Vadisi’nde Alfonso’nun yönetimi altındaki bir bölgeyi yağmaladığını öğrendiğinde kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.
García Ordóñez’e ait olan bölge, El Cid’in 1079 yılında küçük düşürdüğü García’nın yönetimindeydi ve kendisi El Cid’in azılı bir düşmanıydı. Savaş sonunda García Ordóñez tahtını yitirdi ve Alfonso, Rodrigo’nun eriştiği güç karşısında dehşete kapıldı. Bu arada, Almoravidler sürekli biçimde kuzeye doğru ilerliyordu ve Rodrigo bu fırsattan yararlanarak Valencia’yı ele geçirmeye karar verdi. Neredeyse bir yıl süren kuşatmadan sonra, 1094 Haziran'da şehre girdi. O anda El Cid, Hıristiyan İspanya’nın en güçlü adamlarından haline gelmişti ve Valencia’nın fethi bu durumu doğruluyordu.
Bununla birlikte, Valencia’nın kaybı El-Andalus’ta rahatsızlık yarattı ve 1094’ün sonlarında büyük bir Almoravid ordusu kenti kurtarmak üzere gönderildi. El Cid, bir kuşatmayı beklemek yerine, yaklaşan Almoravid ordusuna karşı alışılmadık bir adım attı. Güçlerini iki parçaya bölen El Cid, her birini şehrin farklı kapılarına yerleştirerek, hemen kuzeybatıda bulunan Cuart de Poblet’teki Almoravidlerin üzerine yürüdü. Bu savaş, Hıristiyanlar tarafından övgüye boğulurken ve Müslümanlar için bir hezimet anlamına gelen bir sonuçla, Avrupa tarihini de değiştirecekti.
Valencia’nın fethedilmesinden sonra Rodrigo ve Alfonso arasındaki ilişki çok az bilinse de Rodrigo’nun oğlu Diego’nun 1097 yılında VI. Alfonso’nun ordusunda savaşırken ölmesi gerçeği, muhtemelen bir anlaşma zeminine ulaştıklarını gösteriyor. Buna karşın, Alfonso daima bu kadar güçlü bir figürden şüphelenmiş olmalıydı.
Rodrigo, 1099 yılının ekim ayında yatağında öldü; yaşamının son kısmındaysa diğer Hıristiyanlara Almoravidlerin yenilmez olmadığını gösterdi. Mütevazı bir ailede doğan düşük seviyedeki bir soylu olarak, kendi çabaları neticesinde kraliyet ailesinin bir üyesiyle evlenerek önemli bir konuma gelmişti. Kuşkusuz, elde ettiği beklenmedik gücün temelinde yatan asıl etken, askeri ve diplomatik alanlarda yürüttüğü başarılı ittifaklar ve zekice hamleleri olmuştu.
Valencia’daki Almoravid baskısı, Rodrigo’nun ölümünden sonra da sürdü. El Cid’in dul eşi Jimena, şehri 1102’ye kadar savundu ve sonunda Alfonso’nun şehri Müslümanlara terk etme emrini yerine getirdi. Valencia, 1238 yılına kadar Müslüman hükümdarların yönetimi altında kaldı. Alfonso şehri savunmayı düşünmüş olsa da Valencia çok uzaktaydı ve iç bölgelerde kalan topraklarını savunmak için birliklerine ihtiyacı vardı. Jimena, Rodrigo’nun kalıntılarını da yanına aldı ve onları Burgos’un hemen güneyinde bulunan San Pedro de Cardeña manastırına defnetti. Ölümünden sonra, o da eşinin yanına gömüldü.
Ölümünün hemen ardından, El Cid, Kastilya’da ulusal kahraman ve hatta aziz ilan edildi. 12'nci yüzyılda yazılan 3700 satırlık bir şiir olan ‘El Cantar de Mío Cid’ (Cid’in Şarkısı) onun hayatını konu alıyordu. 1637 yılında yazılan bir tiyatro oyunu ve daha sonraki destanlar, şiirler ve yazılar, Rodrigo’nun hayatını neredeyse bir efsaneye dönüştürdü; zaman geçtikçe bazı insanlar El Cid’in asla yaşamamış olduğundan şüphelenmeye başladı. Diğer birçok efsanenin aksine, El Cid gerçekten yaşamıştı ve onun hakkındaki şiirler (bazı durumlarda gerçeği çarpıtsa da), İspanyol edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilir.
BİR SAVAŞ ÜSTADI
El Cid, askeri seferleri sırasında, savaşın hemen öncesinde hem eğlence hem de ilham vermesi için askeri konular üzerine yazılmış klasik Roma ve Yunan kitaplarının askerlere yüksek sesle okunmasını isterdi. El Cid’in ordusu, taktik tartışma yürütmek için her savaştan önce beyin fırtınası diye adlandırılabilecek oturumlar gerçekleştirerek, planlama stratejisinde yeni bir yaklaşım yaratmıştı.
Sık sık modern askerlerin ‘psikolojik savaş’ dediği şeylere benzeyen beklenmedik stratejiler kullandı; düşmanın korkuyla felç olmasını ve sonra aniden onlara saldırmayı tercih etti. Ayrıca düşmanlarını küçük bir grup askerle rahatsız ederek, onların dikkatlerini başka yöne çekiyordu.
El Cid askerlerinin önerilerine açık ve onlarla dost bir yöneticiydi. Birlikte ele alındığında, bu uygulamalar, nitelikli askerleri kendine çekebilen ve ilham verebilen, Hıristiyan olmayanlar da dahil olmak üzere takipçilerinden hatırı sayılır bir sadakat çekebilen eğitimli ve zeki bir komutanı tasvir etmekteydi. Bu nitelikler, El Cid’in efsanevi savaş yetenekleriyle birleştiğinde, olağanüstü bir komutan olarak ününü körüklemişti.
Kaynaklar:
http://www.spainthenandnow.com/spanish-literature/el-cid-brief-biography
http://www.ctspanish.com/legends/elcid.htm
https://www.historynet.com/the-genius-of-el-cid.htmhistorynet.com/