İngiltere'de uzmanlığın yerini 'sahte yurtseverlik' aldı
Avrupa Birliği yanlısı olmak, İngiltere'de Muhafazakârlar için insanları 'biz ve onlar' diye sınıflandıracakları bir yöntem haline geldi. Bu otoriterliğe meydan okunması gerekiyor.
Nesrine Malik
Referandumla Avrupa Birliği'ni (AB) terk etme arasındaki dönemde yeni politik kültürün tohumları atılsaydı, geçen aralık ayıdaki genel seçimlerden bu yana geçen süre içinde meyvelerini vermiş olacaktı. Downing Sokağı’nın konsolidasyon uygulaması, 10 Numara’nın* tebaası olmayı reddeden bakanların tasfiye edilmesiyle kalmadı. Brexit mazbatasını bir silah haline getirerek AB’ye sadakat testine dönüştürüldü. Muhafazakâr Parti böylece, bu testi geçenlerden hareketle hükümet denetimindeki görevleri üstlenenlere ve bu görevlere kimlerin geleceğine dair kısıtlamalar dayatabilir.
Geçen hafta, bir soğuk savaş filminden bir sahne gibi, klasik dönem uzmanı Mary Beard’ın British Museum bünyesinde bilirkişi olarak görev almasının geçen yıl engellendiği ortaya çıktı. İngiliz hükümet kaynakları, Observer’a bu kararın, Beard’ın sosyal medyada ifade etmekten çekinmediği ve ülkenin yarısının paylaştığı Avrupa yanlısı görüşlerinden dolayı alındığını söyledi. Ama Beard’ın yaşadığı ülke değişti. Sosyal medya duvarlarının kulağı var. AB yanlılarına yönelik Kremlin tarzı bir gözetleme, kamuya mal olmuş kişileri sinsice izliyor. Beard’ın görüşlerinin, görevlerini yerine getirmekteki becerileriyle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen bu böyle.
İDEOLOJİK TAKINTININ KURBANI BİR HALK
Halkın korunması görevi bile bundan etkilendi. Korona virüsü salgını, hayatlara mal olsun olmasın, AB’yle ilişkili her şeyi engelleme takıntısının kurbanı oldu. Downing Street, Sağlık Bakanlığı’nın AB erken pandemik uyarı sistemine erişimine kilit vurdu. İddiaya göre, 10 Numara, bakanlığın krize karşı eşgüdüm içinde müdahale etmek üzere AB yetkilileriyle yapılacak toplantılara katılımını engelliyor. Tıbbi bir acil durumun böyle pervasızca politikleştirilmesinin nedeni, müzakerelerde AB’yi güçlendirme riski taşıması. Britanya’nın AB’ye karşı konumunu güçlendirmesi, tam anlamıyla ölü bedenlerimiz üzerinden gerçekleşecek.
Çok geçmeden, ideolojik sadakati mesleki liyakattan üstün tutan bir hükümet denetimi için kamusal göreve kimin getirileceğine dair kriterler olmayacak.
Alok Sharma’ya bir bakalım; kendisi ticaret bakanı ve bu yılın sonunda Glasgow’da gerçekleşecek hayati Birleşmiş Milletler (BM) iklim konferansına başkan seçildi. Fakat karbonsuzlaştırma hedeflerinin belirlenmesine karşı oy kullandı, yenilenebilir enerji teşviklerine muhalefet etti, enerji endüstrisinin karbonu elinde tutup depolamasını talep etti. Johnson’ın tebaa hükümeti yönetiminde, bir görevi layıkıyla yerine getirme becerisi, göründüğüne göre yetkisizleştirme için geçerli bir özellik oldu, yeter ki bir kimsenin mesleki başarı ve bütünlüğü uysallıklarına halel getirmesin.
“Uzmanlardan gına geldi” sözü edilmeden önce, bu uzmanların ister hayatlarımızı güvenli kılmak için ister kültürel yaşamızı zenginleştirmek için üstlendikleri görevlerini yerine getirmeleri engellendi. Referandumdan bu yana geçen göreceli olarak kısa dönemde politik kültürün kötüye giden yönlerini takip edebilmek zor. Hıyanet ve kalleşlik dili kullanılarak Britanyalı yargıçların, ön sayfalarda ‘halk düşmanı’ ilan edilmesiyle gelen ilk şok, geri çekilme müzakerelerinin bir tür savaşın yeniden sahnelenmesine dönüşmesiyle çabucak normalleştirildi. Brexit, iki tarafın da doğal olarak konumlarını yükseltmek istedikleri, büyük bir ticaret bloğuyla yapılan kansız bir müzakere olmaktan çıkıp, AB teknokratlarının şaşkınlıkla izledikleri ulusal bir böbürlenmeye dönüştü.
YENİ ‘HAİN’ BULUNDU!
Sahte bir Britanya-Avrupa ikiliği yaratıldı. Yeni bir hain tanımlandı: ‘Hiçbir yerin vatandaşı’. Yüzde yüz bizimle birlikte değillerse bize karşı olmaları gerekirdi. Britanya üstün geliyor, Brexit başarısını bir inanç ve ülkeye bağlılık meselesi haline getiriyor: Sorgulamak veya gelecek için endişelenmek bile şüpheye yol açıyor.
Gülebileceğimiz yanlar da var. Bu ay, Britanya müzakere ekibinin görüşmeler başlamadan önce yaptığı ‘yurtsever kahvaltı’, Muhafazakâr kurmaylarının küçük şeylerle uğraşan çocuksu hallerini açığa vuruyor. Neredeyse, Muhafazakar milletvekillerinin utanç verici bir duyarlılık gösterisi içinde İngiliz çaylarını yudumlamları bizi eğlendirdi. Winchester, Oxford ve Stanford, geçenlerde de Yorksihre’dan seçilen Rishi Sunak, beş yıl önce milletvekili olduğunda, kendi fotoğrafını paylaştığı tweetin altına şöyle yazmıştı: “Bütçe görüşmelerine verilen molada ekibe çay yaparken. İyi bir Yorkshire çayı gibisi yok.”
Ama geri kalanı komik değil. Brexit’in doğumuyla yatışacağına, ‘halkın iradesine’ gölge düşüren bir komplo olmadığı anlaşılınca hararetin dineceğine yönelik umutlar, Johnson’ın yeni hükümetiyle kayboldu gitti. Sahte ‘yurtseverlik oyunları’ içinde Johnson ve Cummings, ülkeye ve AB’ye karşı barikat kurmuş bir parti içinde kendi çevrelerinde bir hükümetten çok cephe benzeri bir ekip kurdular.
Meseleleri olduğu gibi görmeliyiz. Karanlık bir zaman tüneline doğru ilerledikçe, AB yanlısı olmak, artık basitçe geçersizleştirilmiş bir konum değil, Muhafazakârlar için insanları biz ve onlar diye sınıflandıracakları bir yönteme haline geldi. Bu otoriter yönetimdir. Meydan okunması gerekir.
Kendimizi riske atarak kültür savaşlarındaki çatışmaları göz ardı ediyoruz. Seçilmiş ‘bürokratın’ işini yapmasını engelleyen her elde bayrak sallayan yutturmaca, her numara, medyadan gelen her saldırı buna yol açıyor. Bu artık, gidenler ve kalanlar arasındaki bir çatışmayla veya hükümetin kendi içindeki, her iki taraf için de ölümcül olan, didişmelerle sınırlı değil. Sadakat testleri, yakın komşumuzdan bir pandemik salgın üzerine yaşamsal bilgi alıp almayacağımızı ve kamu kurumlarının yönetimlerinde kimlerin bulunacağını belirliyor artık. Bunlar, münferit, istisnai, kontrol edilebilir vakalar olarak görülebilir. Fakat bir virüsün yayıldığı ilk aşamalarda söylediğimiz şey tam da budur.
*Downing Sokağı, 10 numara: İngiltere’nin başkenti Londra’da Başbakanlık konutu.
Yazının orijinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Serdar Aygün)