Korona virüsü Trump ve Bolsonaro’yu utandırdı

Bilim ve sağlık meseleleri, popülist sağa hiç yaramayan bu krizin odağında yer alıyor. Korona salgını başladığından bu yana çoğu zaman 'u dönüşü' yapmak zorunda kalan ABD Başkanı Donald Trump, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro uzun süre kontrpiyede kalmayacak.

Google Haberlere Abone ol

Paolo Gerbaudo

Popülist sağ, seçimlerde sağladığı desteği taşkınlık ve kibirli bir özgüven üzerine inşa etti. Bununla birlikte, korona virüsü salgınının ortasında, ABD Başkanı Donald Trump, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro gibi şahıslar afallamış gibi  görünüyor. Ya umutsuzluk içerisinde “Bu sadece grip” diyerek bir ‘normallik’ söylemine sarıldılar ya da krizin çekim gücüne boyun eğen utanç verici 'u dönüşleri' yapmaya mecbur kaldılar.

Boris Johnson, bilimsel kanıtlar korkunç düzeydeki insanî bedeli açığa çıkardığında, hükümetin ‘sürü bağışıklığı’ stratejisini bir kenara atmak zorunda kaldı. Geçtiğimiz günlerde virüsün ona da bulaştığı tespit edildi ve şimdi kayıtsızlık kalmak ve liderlik becerisinden yoksun olmakla suçlanıyor. İtalya’da, aşırı sağcı Lig Partisi lideri ve eski Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini’nin de, bu acil durum çağrılarının gerektirdiği sorumlu devlet adamlığı cüppesini giyemediği, kötü bir duruma düştüğü görülüyor; hükümete yönelttiği acımasız eleştiriler, kendisine ‘vatansevmez’ (ing. unpatriotic) unvanı bile kazandırdı. Bolsonaro’nun krizi inkâr etmedeki ısrarı onu git gide daha fazla izole ederken, Marine Le Pen ise Fransa’da tam anlamıyla basından silinmiş durumda.

POPÜLİZMİN YANIT VEREMEDİĞİ KRİZ

ABD’de ise Trump’ın stratejisi zikzaklar çiziyor. Haftalarca virüs tehdidini küçümsemesinin ardından, ulusal çapta acil durum ilan etmek zorunda kaldı. Geçen hafta çark ederek ekonomiye zarar vermemek için tecridin Paskalya’dan önce sona ereceğini öne süren başkan, şimdi tekrar tecridin nisan ayı sonuna kadar sürmesi gerektiğini dile getirdi.

11 Eylül’den sonra George W. Bush’un durumuna benzeyen biçimde, kendisine verilen onay seviyesinin arttığı doğru. Buna karşın Trump, büyük bir ölüm oranı ve yüzde 20’nin üzerine çıkacak bir işsizlik düzeyinin yaşanacağı bir durgunluğun, seçim sonuçlarına üzerindeki olası etkileri konusunda açık biçimde endişe duyuyor.

Ulusal popülistlerin yaşadığı güçlükler, sağlık, refah ve bilim gibi bu krizin odağını oluşturan meselelerle dost olmadıkları düşünüldüğünde, hiç de şaşırtıcı değil. Sağlık cephesinde yaşanan kriz, sağlık sisteminin onlarca yıldır yetersiz şekilde finanse edilmesinin ve özelleştirilmesinin ne kadar akılsızca olduğunu gözler önüne seriyor.

Kamusal sağlık hizmeti düşmanları olarak kayıtlara geçtikleri göz önünde bulundurulduğunda, Trump, Johnson ve Salvini’nin yanıtlaması gereken utanç verici sorular var. Bunun da ötesinde, kriz, kültürel cephede şovenizmi ve ekonomik cephede ultra-neoliberal politikaları birleştiren ulusal popülizminin ideolojik dayanaklarıyla çelişen ekonomi politikasında köklü bir değişikliğe gidilmesini gerektiriyor.

Sağlık ekipmanları ve ilaçlardan başlayarak, stratejik öneme sahip ulusal sanayilerin devlet tarafından korunmasına duyulan belirgin ihtiyaç, hâlihazırda ticari korumacılığı benimsemiş olan ulusal popülistler nezdinde nefret edilen bir şey değildir. Öte yandan, popülist sağ, sosyal bir yıkımdan kaçınmak için bir zorunluluk haline gelen refah önlemlerine şiddetle karşı çıktı. Bu politikaları birçok kez ‘tehlikeli’ ve ‘vatanseverlik karşıtı’ diye yaftalayan bu politikacılar, şimdi kendilerini bu önlemleri savunmak zorunda kaldıkları utanç verici bir durumda buldular.

SAĞIN BOŞA ÇIKAN SÖYLEMLERİ

Dolapta gizlenen diğer bir cesetse, ulusalcı popülistlerin bilimi küçümseyen tutumlarıdır. Korona virüsünün yarattığı acil durum, bizleri, en iyi biçimde bilimin bakış açısıyla anlaşılabilecek ve değerlendirilebilecek bir tehditle karşı karşıya bıraktı. Epidemiyologlar** ve virologlar medyada ön plana çıktı ve halk onların önerilerini dikkatli bir şekilde takip etti.

Bu durumun, halkın bilime daha fazla güven duyup duymayacağı ve ulusal popülist liderlerin sergilediği bilim karşıtı tutumların aşınmasına yol açıp açmayacağı henüz bilinmiyor. Bununla birlikte, vatandaşların, hastalıkların yayılmasını daha da kötüleştirecek olan iklim krizi de dahil olmak üzere, bilim insanlarının işaret ettiği risklere daha fazla dikkat etmesi beklenebilir.

Ulusalcı popülistler, insanların korkularını körüklemeleriyle tanınırlar. Ne var ki şu anda yaygın olan korkular, bu liderlerin sömürmek amacıyla konumlandığı türden değil. Sağlık ve ekonomiyi içeren kaygıların aciliyeti nedeniyle, popülist sağın birincil düşmanı göçmenler meselesi öncelikler listesinde alt sıralara düştü. Mevcut seyahat yasakları ile Avrupa ve ABD’nin salgının şu anki odak noktası olması, bu bölgelere yönelik göçte bir düşüşe yol açıyor.

Aslında, şu anda tarihi bir tersyüz oluşa tanıklık ediyoruz; Meksika, ABD ve Afrika ülkeleriyle Avrupa’dan gelen uçuşları askıya alarak sınırını kapatmaya çalışırken, İngiltere çiftçileri meyve ve sebzelerin dallarda çürümesini önlemek için Doğu Avrupa’dan çiftlik işçileri getiren charter uçuşları düzenliyor. Bununla birlikte, küresel ekonomik kriz 2015’te olduğu gibi yeni bir göç dalgasıyla sonuçlanırsa, bu senaryo büyük ölçüde değişebilir; ulusalcı popülistler, kozmopolit küreselleşmeyle ilgili hikâyelerini, her türlü hastalığın tehlikeli bir taşıyıcısı gibi kabul ettirmeye çalışacaklardır.

POPÜLİZM MUTASYON GEÇİRİP FAŞİZME DÖNÜŞEBİLİR

Korona virüsü krizi popülist sağı bir an için şaşırtmış olsa bile, bu onun yok olduğu anlamına gelmez. Solun, bu krizin kendi lehine sonuçlanacağına inanması yanlış olur. Yaşanan sağlık krizini, 2008’deki ekonomik krizden ziyade Büyük Buhran’a benzeyen derin bir ekonomik kriz takip etmek zorunda ve popülist sağ geçmişte halkın umutsuzluğunu kullanma ve ekonomik sorunlar için toplumsal alanda günah keçileri bulma yeteneğini zaten göstermiştir. Eğer bir şeyler daha da içinden çıkılmaz hale gelirse, popülistlerin aynı yoldan gitmesi beklenebilir.

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán tarafından Macaristan’da uygulamaya konan otoriter tedbirler, parlamentonun askıya alınması ve hükümetin bir kararname merciine dönüştürülmesi, yaşanacak şeyler hakkında bir fikir verebilir. İtalya’da Salvini, Orbán’ın tutumunu alkışlamaktan geri durmadı. Bununla birlikte, Çin karşıtı söylemlerde bir alevlenme yaşandığına da tanık olacağız. Trump, Covid-19’a ‘Çin virüsü’ adını verdiği için özür dilemedi, Steve Bannon ise Covid-19’un 'Çin Komünist Partisi’nin virüsü' olduğunu ileri sürdü. Salvini, “Çin hükümeti (virüsten) haberdarsa ve kamuoyuna bunu açıklamadıysa, insanlığa karşı bir suç işlemiştir” diyor ve Brezilya ve İspanya’daki müttefikleri de benzer bir çizgiyi benimsiyorlar.

Ulusal popülistler arasındaki ilişkiler düşünüldüğünde, Bannon Hareketi’nin himayesinde ‘milliyetçi bir enternasyonal’ kurma çabaları da dahil olmak üzere, bu eşgüdüm tesadüfi bir şey olarak görülmemeli. Krizin zalimane insani ve iktisadi bedelinin neden olduğu öfke ve umutsuzluğu, Çin hükümetinde kolayca cisimleştirilen ırksal ve ideolojik bir düşmana karşı yönlendirmek amacıyla uygulanan eşgüdümlü bir stratejinin tüm özelliklerini sergiliyor. Kendisini sosyalist diye nitelendirenlerle birlikte, tüm muhaliflerin ‘Çin işbirlikçisi’ diye yaftalanması muhtemeldir: Merkezci ABD başkan adayı Joe Biden, muhafazakâr National Review dergisince ‘Çin’in başkanlık adayı’ diye takdim edildi.

Hâl böyleyken, yakında karşımıza 2010’ların popülist sağından çok daha kötü bir şey çıkabilir: Muhalifleri sindirmek ve kendi çıkarlarını meşru ekonomik yeniden dağıtım taleplerine karşı korumak için ‘Kızıl Tehlike’yi*** ve sağcı otoriterliğin sahip olduğu tüm cephaneliği kullanan aşırı bir sağ. Bu kriz onu afallatmış olsa da popülist sağ bastırılmamıştır. Yalnızca mutasyona uğruyor.

*Paolo Gerbaudo, bir siyaset kuramcısı ve King’s College London’da Dijital Kültür Merkezi’nin yöneticisidir.

**Epidemiyoloji, toplumdaki hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumların dağılımını, görülme sıklıklarını ve bunları etkileyen belirteçleri inceleyen bir tıp bilimi dalıdır.

***Kızıl Tehlike ya da Kızıl Panik, Amerika Birleşik Devletleri tarafından ilk olarak 1919-1920 yılında politik aktivistlere ve sosyalistlere karşı başlatılan antikomünist propagandaya verilen addır. Ardından II. Dünya Savaşı’nı izleyen 1947-1957 yılları arasında ülke içindeki ve dışındaki komünistlerin federal hükümeti yıkıp yerine komünist bir düzen getireceği propagandası için tekrar kullanılmıştır.


Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)