Marx, Keynes ve Friedman’ın koronayla geri dönüşü

Korona virüsü salgının ilk etkileri ekonomik durgunluk ve kitlesel sosyal krizler oldu. Bu durum, en güçlü rejimleri bir defalığına da olsa, 'rantiyer devlet' yöntemlerini uygulamaya zorladı. Bu, bir anlamda Marx'ın teorilerinin restorasyonu ya da Keynes’in kriz dönemlerinde hükümet harcamalarının artması gerektiğini savunan fikirlerinin uzun bir aradan sonra yeniden dönüşü demek.

Google Haberlere Abone ol

Refik Huri

Herkes soruyor: Dünya nereye gidiyor? Yanıt, başka bir soruyla ilgili: Dünya bugün nerede duruyor? Ve aynı anda iki cephede birden girdiği savaşı nereye kadar sürdürebilecek?

Prof. Austan Goolsbee’ye göre ‘epidemiyoloji’nin ilk kuralı, “herhangi başka şey yapmadan önce salgını ortadan kaldırmaktır.” Bir İran atasözü, “Bırakın kaya kuyunun dibine düşsün, onu nasıl çıkaracağınızı sonra düşünün” der. Ancak insanlık, korona virüsü ve sonrasına karşı mücadelede aynı anda iki cephede birden savaşmak zorunda. Bu salgına karşı mücadelenin başarısı, korona sonrası süreçte başarı ihtimallerinin ön koşuludur. Ona karşı mücadelede karşılaşılan zorluklar, korona virüsü sonrası süreçte yaşanacak sorunlar ve meydan okumalarla mukayese edilemeyecek kadar daha azdır.

SAVAŞ İKİ CEPHEDE BİRDEN SÜRÜYOR

İlk dönemdeki mücadele salgının yok edilmesiyle birkaç ayda veyahut azami altı ay içerisinde biter. İkincisi ise tıpkı Henry Kissinger’ın Wall Street Journal’da yayımladığı makalede ifade ettiği gibi, korona virüsü sonrası mücadele “etkisi nesiller boyu sürecek siyasi ve iktisadi karışıklıklarla doludur.” Kissinger, “salgının durdurulması için ortaya konan çabaların korona virüsü sonrası sürece geçiş için paralel projelerin başlatılması görevini engellememesi gerektiğini” düşünüyor.

Dünyanın kepenk indirmesine neden olan korona virüsü salgınında gördüğümüz şey, hayal gücünün ötesinde. Hastalığa yakalananları, en azından onlara bir hasta yatağı sağlama ve tedavi etmedeki acziyetin ortaya çıkması nedeniyle büyük sistemler çöktü. İtalyan atasözünün dediği gibi “Tıp, yataktır.” Devletler, önceliği sağlık, eğitim ve sosyal ağların örgütlenmesine vermek yerine ordulara, silah yığmaya ve en çok öldürme kabiliyetine sahip makinelerin üretimi üzerinde yarışa verdi. Dünya Sağlık Örgütü, dünyanın bugün 6 milyon, Ortadoğu ülkelerinin ise 1 milyon hemşireye ihtiyacı olduğunu düşünüyor.

Salgın hastalığa karşı aşı ve ilaç geliştirmek için koşuşturma içerisinde olan Sağlık Örgütü, ticari kazanç sağlamak için birbirleriyle yarış içerisinde her biri ayrı ayrı, bağımsız testler yapan büyük ilaç şirketlerini bekliyor. Tek çöken sistemler değil, aynı zamanda neo-liberalizmin ve “küçük devlet” teorilerinin sabitleri de çöktü. ABD’de, neo-liberal rejimlerin başındakiler, Milton Friedman’ın teorileri karşısında şirketlere ve işsizlere 2.2. trilyon dolar yardım tahsisinde bulunmak zorunda kaldı. Avrupa’da yarışı kazanan, sağlık ve sosyal bakımı ihmal etmeyen ülkelerin sistemleri olurken, Çin de “piyasa sosyalizmi” ve Rusya’da “mafya kapitalizmi” oldu.

Salgının ilk etkileri ekonomik durgunluk ve kitlesel sosyal krizler oldu. Bu durum, en güçlü rejimleri bir defalığına da olsa, “rantiyer devlet” yöntemlerini uygulamaya zorladı. Bu, bir anlamda Marx’ın teorilerinin restorasyonu ya da John Maynard Keynes’in 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya attığı, kriz dönemlerinde kemer sıkmaya karşı çıkan, hükümet harcamalarının artması gerektiğini savunan fikirlerinin uzun bir aradan sonra yeniden dönüşü demekti.

SALGINDAN SONRA NE OLACAK?

Ama her ne kadar birçoğu geleceğe ilişkin teoriler geliştirme çabaları içinde boğulsa da politik ve ekonomik alanlarda korona virüsü sonrası sistemi hayal edin. Büyük dönüşümler zaman alır, Hegel’in dediği gibi eğer savaş, “düşünce, toplum ve tarihin gelişiminin itici gücü” ise, o zaman büyük savaş sonrası dönüşümler, belirli aşamalarla ve bazıları da öngörülerin dışında gerçekleşir. Salgın sonrası dönüşümler, bazı merhametli rejimlerin yanında daha acımasız rejimlere de yol açmıştır.

Hiç kimse, insanlığın korona virüsü çilesi ve sınavından sonra alçak gönüllülüğü ne kadar öğrenebileceğini, bireyin kendi normal hacmini abartıya kaçmadan görüp görmeyeceğini bilmiyor. Ancak adalet olmadan servet, değişim sağlayacak devrimci güç olmadan yoksulluk durumunun sürdürülmesi oldukça zor. Seçim, bazı hizmetler sağlayan otoriter rejimler ile kendisi demokratik olmakla birlikte ekonomik açıdan anti-demokratik rejimler arasında olacak ve bu tehlikeli bir şey. St Augustine, “Adaleti çıkarırsan devletten geriye bir çeteden başka ne kalır?” dememiş miydi?

2006 yılında, Dünya Bankası, ekonomist Michael Spence’i önemli bir soruya cevap arayan bir komiteye başkanlık etmek üzere görevlendirdi: “Yüksek büyümeyi nasıl koruyabilir ve bu büyüme seviyesine nasıl ulaşırız?” Komite çalışma grubunun 11 üyesi, 300 akademisyen 12 atölye çalışması ve dört milyon dolarlık bir bütçeyle iki yıllık bir çalışmadan sonra cevap geldi: “Bunu bilmiyoruz; ancak bunu hesaplamak için uzmanlara güveniyoruz.”

Marx, Keynes ve Friedman’dan sonra dünya çapında bir devrimin başlangıcında olduğumuz açık. Nüfusunun yüzde birinin evrenin zenginliğinin yarısından fazlasına sahip olduğu bir dünya, dönüşümlerle ve zenginliğin üretimi ve dağılımının dengelenmesiyle baş edemez. Thornton Wilder ne demişti: “Para gübre gibidir; etrafa saçılırken yetkinleşmemiş olanı gelişmeye teşvik etmezse bir işe yaramaz.”

Makalenin orijinali, Elaph.com sitesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)