Karantinada emirlere değil, desteğe ihtiyaç var

Korona virüsü nedeniyle tedbirlerin yeniden sıkılaştırılmasına karşı çıkanlar, insanların artık irade gücü kalmadığını ve 'davranış yorgunluğu' yaşadığını öne sürüyor. Oysa hükümetlerin konuyu daha kapsayıcı bir dille anlatıp halka karantina için destek olması, insanların daha büyük bir amaç için bazı acılara katlanmayı kabul etmesini de beraberinde getirir.

Google Haberlere Abone ol

Stephen Reicher

İngiltere’deki Covid-19 salgınının başlangıcında, insanların zorlu kısıtlamalara dayanacak irade gücünden yoksun olduğunu ifade eden bir terim olan ‘davranış yorgunluğu’na dair çok fazla söz söylendi. Bu fikrin nereden çıktığı belli olmasa da, karantinayı geciktirmek için bir gerekçe olarak birçok kez dile getirildi ve nihayetinde binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden oldu.

Afetleri ve acil durumları inceleyen psikologların öngördüğü üzere, halk karantina esnasında olağanüstü bir direnç gösterdi. Uyum oranı başlangıçtan itibaren yüksekti ve başından sonuna dek bu şekilde kaldı. İnsanlar, pek çoğu kişisel bazda acı çekse de, toplumlarını korumak için evlerinde kaldılar. Ve [Başbakan Boris Johnson'ın danışmanı] Dominic Cummings, hükümetin daha önce halkın sergileyeceğini öngördüğü zayıflığı göstererek karantina kurallarını çiğnediğinde, insanlar Westminster’a rağmen -onun sayesinde değil- bunlara uymaya devam ettiler.

SORUNUN KAYNAĞI HALK DEĞİL, HÜKÜMET

Belki de şu ana dek salgından çıkarılacak en açık psikolojik ders, insanların zihinsel olarak aşırı hassas olduğunu düşünmenin yanlış olduğudur. Ortak bir meydan okuma bizleri bir araya gelmeye ve birbirimizi desteklemeye yönlendirdiğinde, dikkate değer bir psikolojik direnç gösterebiliriz. Basitçe söylersek, insanlar daha büyük bir amaç için bazı acılara katlanmayı kabul edeceklerdir.

O halde neden ‘davranış yorgunluğu’ tezinin bir türevini yeniden karşımızda görüyoruz? Kısıtlamaların zamanından önce hafifletilmesi, açık bir düzenlemenin bulunmaması ve İngiltere’deki yetersiz test ve izleme sistemi, enfeksiyonlarda artışa yol açtı. Ülkenin çeşitli yerlerinde tedbirler alelacele yeniden uygulamaya konurken, siyasetçilerin ve uzmanların, insanların ikinci bir karantinaya uyup uymayacağı konusundaki tartışmalarını işitiyoruz. Satır arasındaki ima, insanların buna uymaması halinde, sorumlunun psikolojik zayıflık olacağı yönünde.

Kendi fanusunun içinde dönüp duran meşhur Japon balığı gibi, ilk karantinada tanık olduğumuz her şeyi unutmuş haldeyiz. İnsanların toplumları için yaptıkları fedakârlıkların yanı sıra uyumun çözülmesinin genellikle ne yapılması gerektiği konusunda verilen kötü ya da karışık mesajlardan ve uyumu mümkün kılmak için gereken desteğin eksik olmasından kaynaklandığını unuttuk.

EN FAZLA YOKSULLAR ZARAR GÖRÜYOR

Dünya genelinde, yoksulların karantinayı ihlal etme ihtimali zenginlere kıyasla daha fazlaydı. Bunun sebebi, motivasyondaki herhangi bir fark değildi; evde kalmanın herkesin gücünün yetemeyeceği bir lüks olmasıydı (ayrıca herkesin bir evi yok). Kısacası, başarısızlıklar halka değil, politikacılara aitti.

Bu başarısızlıklar ikinci seferde çok daha belirgin bir hale geldi.

Bilgi sorunuyla başlayalım. Yakın tarihli bir ankete göre, İngiltere’de insanların yalnızca yüzde 14’ü Covid düzenlemelerini çok iyi anladığını düşünüyor ve yarısından daha azı, yeterli bir kavrayışa sahip olduğuna inanıyor (ilk karantina esnasında kıyaslanabilir rakamlar yüzde 60’tan ve yüzde 90’dan fazla idi). Belirsiz mesajlar, hükümet içindeki çelişkiler ve politika değişiklikleri göz önüne alındığında (kuzeybatıda uygulanacak karantina tedbirleri gece geç saatlerde, o kadar az ayrıntı verilen bir Twitter mesajıyla duyuruldu ki, ilgili bakan bile neyin istendiğini izah edemedi) bu durum şaşırtıcı değil.

Bu karmaşanın iki bileşeni mevcut. İnsanlar, yeni düzenlemelerin neden gerekli olduğunu görmek için duruma dair genel bir kavrayışa ihtiyaç duyar. Bir amaç uğruna acı çekmeye hazır olabilirler ama acı çekmek için açık bir neden yoksa buna razı olmazlar. Ayrıca ne yapmaları gerektiği konusunda gayet açık ve ayrıntılı bir açıklamaya ihtiyaçları vardır. Hükümet (belirli bir davranışı anlatan) ‘evde kal’ çağrısından (herhangi bir anlama gelebilen ve dolayısıyla hiçbir şey ifade etmeyen) ‘uyanık kal’ çağrısına geçiş yaptığında, ortaya bir bozunma çıktı.

YETERLİ DESTEK VERİLMİYOR

Ardından, destek meselesini ele alalım. İlk karantina sırasında, büyük ölçüde kamuoyu baskısı yüzünden, evde kalan insanlara yardım etmek için planlar devreye sokuldu. İnsanlara sunulan koruyucu destek hizmeti kusursuz olmaktan epey uzaktı ama en azından vardı. Destek meselesi, o tarihten bu yana gizemli bir biçimde ortadan kalkmış gibi görünüyor. Korona virüsü testi pozitif çıkınca kaç kişinin kendi kendini tecrit etmesinin istendiğine dair bir istatistik yok ve bunu gerçekten yapıp yapmadıkları konusunda da bir bilgi mevcut değil. İzolasyonu insanlar için uygulanabilir bir seçenek haline getirmek adına onlara ihtiyaç duydukları kaynak ve yardımı nasıl sağlayabileceğimiz konusuna kesinlikle önem verilmiyor.

Bu durum bölgesel karantinalar meselesi söz konusu olduğunda da eşit derecede geçerli. Bununla birlikte, ‘tecrit’ terimini kullanmaktan kaçınmalıyız; tecrit, hapishanelerde yapılan bir şeydir ve insanların yanlış bir şey yaptıklarını ve cezalandırılmaları gerektiğini önerir (aslında Matt Hancock’un Oldham’daki tecridin ‘sosyal mesafeye uymamaya’ neden olduğu açıklaması, bu suçlamayı açık bir hale getiriyor).

Tecritler, yalnızca kısıtlamaları düşünmenize yol açar. Öte yandan, yüksek enfeksiyon alanları çoğunlukla yüksek yoksunluk alanları. Etkilenen kişiler, genellikle dışlanmış ve desteğe ihtiyaç duyan savunmasız insanlar. Daha net bilgi, erişilebilir test tesisleri, izole olması gerekenlere yardım ve kapanması istenen yerel işletmelere yardım gibi destekler gerekiyor. Dil daima açıklayıcıdır ve asla bu durumda olduğundan daha fazla açıklayıcı olmadı: Bölgesel tecritlere değil, bölgesel destek paketlerine ihtiyacımız var.

Eğer enfeksiyonun zirve yaptığı bölgelerdeki insanları suçlamak yerine onlara destek sunarsak, kendilerini dışlanmış hissetmez, ayrımcılığa uğramaz, geride bırakılmış ve göz ardı edilmiş hissetmezler (Oldham ve Leicester gibi yerlerde olduğu üzere); kaldı ki bunların tamamı karantinaya olan uyumu daha da zayıflatıyor. Bu sayede bu insanlar, kendilerini korona virüsüne karşı gösterilen ulusal çabanın değerli bir parçası gibi hissedecektir.

İnsanlar yeni karantina tedbirlerine uyacaklar mı? Kesinlikle bunu yapacak psikolojik kapasiteye sahipler. Buna gerçekten uyup uymayacakları, tedbirlerin adil olup olmadığına, gerekli destek biçimlerini içerip içermediğine ve bunun neden gerekli olduğunun açıkça ifade edilip edilmediğine bağlı olacak. Hükümet kendi üstüne düşeni yaparsa, halk da öyle yapacaktır.

*Stephen Reicher, davranış bilimi konusunda danışmanlık yapan Sage alt Komitesinin bir üyesi, İngiltere ve İskoçya hükümetlerinin korona virüsü konusunda danışmanı ve St. Andrews Üniversitesi’nde sosyal psikoloji profesörü.

Bu makalenin orijinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)