Geçici istihdamdaki artış hepimizi tehdit ediyor
Geçici istihdamdaki artış belirsizliği artırdı, ücretleri düşürdü, koşulları zayıflattı ve gücü işverenlere verdi. Avustralya’da emek alanında yaşanan dönüşüm kadrolu çalışanların sayısını azaltırken gündelik işlerde çalışanların sayısı hızla yükseltiyor; bu durum, geleceğimizin her türlü iş güvenliğinden yoksun olduğumuz bir kâbusa dönmesine yol açabilir.
Duncan Stuart
“Güvencesiz iş zehirlidir… Hiçbir şey için, aileler için, güvenlik duygusu için [ve] halk sağlığı için, herhangi bir amaç için iyi değildir. Çok sıkı çalışan ama sırtını yaslayacak bir güvence sistemine sahip olmayan birçok insanımız var ve bu durum, razı olmamız gereken bir şey değil.”
Avustralya'daki Victoria eyaletinin başbakanı Daniel Andrews, Victoria’nın dördüncü aşamada karantinaya alınmasıyla geçen on üç günde, güvensiz çalışmayı böyle tanımladı. Andrews, hükümetinin Covid-19 test sonuçlarını beklerken hastalık izni olmayan güvencesiz işçilere kendi kendilerini tecrit etmelerine yardımcı olmak için 300 dolarlık bir ödeme (daha sonra 450 dolara yükseltildi) yapılmasına karar verildiğinde, bu durumu dolaylı yoldan idrak ettiğini belirtti. İşçi sendikaları, ilk günden itibaren bu tür önlemler alınması için çağrıda bulunuyorlardı.
SİSTEM KAYNAKLI SORUN HIZLA YAYILIYOR
Genomik dizileme, ikinci korona virüsü dalgasının izinin, Victoria’nın karantina programında yaşanan neredeyse tamamen dış kaynaklı ihlallere kadar izlenebileceğini gösteriyor. Özel güvenlik firmaları geçici işçileri işe aldılar, onlara yetersiz eğitim ve koruyucu ekipman sağladılar, bu da birden fazla salgına yol açtı ve güvencesiz işlere karşı takınılan ezici düzeydeki katı tutuma katkıda bulundu.
Ne var ki, bazı insanlar hâlâ geçici istihdamı savunuyor; örneğin, Melbourne Üniversitesi’nden ekonomist Mark Wooden’ı ele alalım. Wooden, Sydney Morning Herald gazetesinde yayınlanan yakın tarihli bir makalesinde, geçici işçilere verilen ilave yüzde 25’lik ödemenin (‘ek ödeme’ diye anılıyor) kadro ve hak eksikliğini düzeltmekten ziyade esneklik sağladığını savundu.
Geçici işçilerin büyük kısmı, yaklaşık yüzde 25’lik bir ek ödeme almıyor; çoğu sektörde, daha yaygın olarak yüzde 4-5’lik bir ek ödeme yapılıyor. Geçici işçiler hayatları boyunca, kadrolu iş arkadaşlarından büyük oranda daha az kazanıyorlar.
Bu, yalnızca buzdağının görünen kısmı. Avustralya'daki geçici işler, kapitalist dünyanın geri kalanında olduğu üzere, kusurlu ve duygusuz bir sisteme sahiptir. 1980’lerde hızla genişlemesinden beridir, geçicileştirme bir bütün olarak işçilere ve topluma zarar verdi.
GEÇİCİ İSTİHDAMIN İDEOLOJİSİ
Wood’un gündelik işlere dair savunusu tutarsız olsa da hataları ortaya koyuyor. Kendisinin ürettiği kanıtlara atıfta bulunarak, geçici istihdamla bağlantılı hiçbir olumsuz sağlık etkisi olmadığına dair güvence veriyor. Ardından mutlu bir şekilde bizlere, sanki kötü sağlık koşulları ve yoksullukla yakından bağlantılı değilmiş gibi geçici istihdamın düşük hane halkı gelirleriyle ilişkili olduğunu söylüyor.
Daha açık bir ifadeyle, Wooden, iddialarını doğrudan çürüten ve gittikçe artan bir şekilde geçicileştirilen bir iş alanını düpedüz yok sayıyor: Akademi. Melbourne Üniversitesi’ndeki çalışanların yüzde 72,9’u geçici veya güvencesiz iş anlaşmalarına sahip; bu durum diğer birçok Avustralya üniversitelerinde de benzer bir oranda yaşanıyor.
Akademideki geçici personel, güvencesizlik ve izolasyon duyguları yaşadığını bildiriyor. Olumsuz ruh sağlığına ek olarak, bu durum işle bağlantılı ölümlere de neden olabiliyor: 2016 yılında, geçici sözleşmeyle çalışan bir akademisyen, sonraki dönem için sözleşmesinin yenilenmemesinin ardından intihar etti.
Wooden, yüzde 25’lik ek ödemenin bu “esnekliği telafi ettiğini” iddia ediyor. Ne var ki bu iddia, geçici çalışanların kadrolu iş arkadaşları kadar çok çalışmayı seçebileceğini varsayar. Gerçekteyse, geçici sözleşmeli akademisyenler nadiren kıyaslanabilir saatler boyunca çalışırlar; öğretim yapılmayan dönemlerdeki aylar boyunca geçinebilmek için bir mücadele vermeden önce, sömestr süresince, çoğu zaman birden fazla sözleşme yaparak kendi sınırlarını zorlarlar. Bu koşullar orta ve uzun vadeli bir planlamayı imkânsız kılar ve ödenecek psikolojik bedeli arttırır.
Daha da kötüsü, konaklama ve perakende gibi diğer güvensiz sektörlerde çalışan işçiler gibi, geçici sözleşmeli akademik çalışanlar da eksik ödeme ve ücret hırsızlığına maruz kalıyor. Melbourne Üniversitesi, kısa süre önce, son on yıl içinde kadrosuz akademisyenlere milyonlarca dolar az ödeme yaptığını itiraf etti ve bu uygulamalar Ulusal Yükseköğretim Birliği tarafından “şeytani” ve “sistematik” diye tanımlandı.
Geçici istihdam, ayrıca işverenlere kontrolsüz bir güç verir. Geçici çalışanların hiçbir zaman resmi olarak işten çıkarılması gerekmez; işverenleri, onlara mesai yaptırmamaya karar verebilirler. Hastalık izni olmaksızın ve fiilen işten çıkarılma riski söz konusuyken, birçok yaşlı bakımı çalışanı ve mezbaha işçisinin hastalık belirtileri gösterirken bile çalışmaya devam etmesi şaşırtıcı değil.
Çalışanlara daha fazla özgürlük sunmak şöyle dursun, işverenlerin çıkarları doğrultusunda hassas bir şekilde ayarlanmış geçici istihdamın yükselişi, işçi-patron ilişkisinin tabiatını değiştirdi.
ESKİ İŞLER, YENİ İŞLER
Fransız entelektüel André Gorz, 1990’da, iyileştirici bir tedbir alınmadığı takdirde, otomasyondaki artışın, iş alanlarını hatırı sayılır ölçüde dönüştüreceğini belirtmişti. ‘The New Servants’ (Yeni Hizmetkârlar) başlıklı makalesinde, fabrika zemininde kaybedilen işlerin -hiçbir şekilde en kolay veya en iyi olanlar değil ama kârlı olanlar-, öncelikle hizmet sektörlerindeki ‘hizmetkârların’ işleriyle yer değiştireceğini öne sürüyordu.
Gorz, bu işlerin, kısmen mikroelektronik devrimin getirdiği artan üretkenliğin bir neticesi olarak geçici hale geleceğini savunuyordu. Bizlere zaman kazandıran teknoloji, gerekli toplam emek süresini azalttıkça, nüfus geneline daha az iş dağıtmak gerekli hale geldi. Geçici işler bunu mümkün kıldı.
Başka bir deyişle, geçici işler hiçbir zaman tam zamanlı çalışmanın yerini alması için yaratılmadı. Genel bağlamda, geçici çalışanlar daima kadrolu çalışanlardan daha az süreyle çalışacaktır. Toplam çalışma süresindeki azalma ise, haftada bir saat çalışan bir insanın bile istihdam edildiğini kabul eden standart ölçü vasıtasıyla maskeleniyor.
Birincil ve ikincil sektörlerdeki istihdam kaybı ve üçüncül veya hizmet sektörlerindeki geçici istihdamın büyümesi daha fazla soruna neden oldu. Birincil (ve bir dereceye kadar ikincil) iş alanları, gerekli işlerin daha iyi ve daha verimli bir şekilde gerçekleştirildiği ve ekonomide zaman tasarrufu sağlayan ‘verimli ikame’ durumunu ortaya çıkarır. Örneğin, küçük ölçekli bir sanayi yerine, ihtiyaçlar toplu olarak üretilir. Benzer şekilde, ev aletleri de emeğin yeniden üretilmesi için gereken süreyi azaltır.
Diğer yandan, üçüncül hizmet endüstrileri, tüketicilerin başka insanlara, yapmak istemedikleri ya da yapmak için zamanları olmayan görevleri yerine getirmeleri için para ödedikleri ‘verimsiz ikame’ ile sonuçlanır. Aslında bu davranış, bir insanın bir saatlik emek süresini bir başka insanın bir saatiyle takas eder. Gorz, bu durumun, tam zamanlı çalışan ve varlıklı olan insanların başkalarının hizmetlerini satın alabilecekleri “iki vitesli bir ekonomiye” yol açacağı konusunda uyarıyor.
Ayrıca Gorz, hizmet ekonomisinin geleneksel ağırlama işlerinin ötesine geçerek daha kendine has hizmet alanları yaratacağını öngörüyordu: Temizlikçiler, köpek gezdirenler, [başkası için/ç.n.] kişisel alışveriş yapanlar, araç sürücüleri. O haklıydı. Günümüzde, ulaşım için Uber, alışveriş için Instacart ve köpek bakıcılığı için Mad Paws var.
HAK KAYIPLARI YAYGINLAŞTI
Ne var ki Gorz, bu geçici işlerin altında yatan sözleşme türünü öngörememişti. Uber, aşırı uçtaki bir örnektir: Sürücüler nadiren öne çıkarlar. Bunun nedeni, bağımsız yükleniciler olmalarıdır ve bu nedenle bir araba temin etmelerinin, bakımını yapmalarının, sigortalamalarının ve ön maliyetleri kendilerinin karşılamasının gerekmesidir. Uber’i kullanarak ihtiyaçlarını giderenlerse genellikle başka işlerde çalışanlardır.
Bu, diğer sektörlere bir geri besleme yapar. Örneğin, işveren yükümlülükleri olmadan, tüm sektörlerdeki gündelik çalışanların eğitim maliyetlerinin karşılanması ihtimali daha düşüktür. Bu durum, gerekli masrafların çalışanlara yüklenmesiyle bir tür servet yaratmaktadır. Geçici sözleşmeler aynı zamanda ‘tam gerektiği anda’ iş gücünü kullanan iş modellerine de olanak sağlar.
Daha da kötüsü, işletmeler, çalışanlara belirli saatlerde iş vermek yerine, insanları çoğu durumda emek kiralama ajansları aracılığıyla ya da bağımsız çalışanlar olarak işe alırlar. ‘Taklit sözleşme’ olarak bilinen bu aşırı uçlardaki sömürü biçimi, tarım işçilerinden temizlikçilere ve güvenlik görevlilerine kadar pek çok iş sahsında yaygın görülür.
Bu, geçim kaynaklarının arz ve talep kaprisleri tarafından giderek daha fazla belirlendiği ve birçok çalışanın istikrarlı ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan güvence türünden mahrum bırakıldığı anlamına gelir. Yaşadığımız salgında kaybedilen işler, eğer geçici işler ya da uygulama tabanlı işlerle değiştirilirse, bu sorunlar daha da şiddetlenecek ve toplumun yapısı daha fazla dağılacaktır.
GÜNDELİK BİR GELECEK
Gündelik işler gerçekten de geleceğimiz olabilir mi? Parlamento verileri, 1998’den bu yana gündelik işlerin, tüm işlerin yaklaşık yüzde 20-25’ini oluşturduğunu gösteriyor. Diğer yandan, uzun vadeli iş güvenliği veya izin şartları olmadan yapılan işe alımları, serbest meslek sahiplerini, esnek ekonomiyi ve sözleşmeli işçileri bu sayıya dahil edersek, rakam 4,8 milyon işçiye ya da Avustralya'daki işgücünün yaklaşık yüzde 37’sine yükseliyor. Düzenli yarı-zamanlı işlerdeki artışla ilgili bir başka bileşen daha hesaba katıldığında, Avustralyalı işçilerin yarısından daha azının geleneksel, yani tam zamanlı istihdamda yer aldığı görülür.
Covid-19 nedeniyle ilgi odağı haline gelen istikrarsız istihdamla birlikte, salgın ve bunun yol açtığı durgunluğun durumu daha da kötüleştirmesinden korkmak için iyi nedenlerimiz var.
Geçici işlerde görülen son büyük patlama, Avustralya’daki son ekonomik durgunluğunun ortasında, 1991 ortası ve 1992 arasında yaşandı. Bu durgunluk, Avustralya ekonomisinin kuralsızlaşmasının ve sırasıyla işsizlik ve sınırlı sendika gücünü pekiştiren İşçi Partisi Başbakanı Bob Hawke tarafından yürütülen Fiyat ve Gelir Anlaşması’nın (1983) uygulanmasının ardından yaşanmıştı. Eş zamanlı olarak, geçici işlerde büyük bir patlama oldu: 1982 ve 1989 yılları arasında gündelik işler yüzde 89 oranında arttı. 1989-1992 durgunluğu sırasında ve sonrasında, bu eğilim kalıcı pozisyonlar haline geldi ve kalıcı istihdam yüzde 5 azalırken gündelik işler yüzde 9 oranında arttı. Zaman geçtikçe, sendikalar, kendilerini yavaş yavaş küçülen kalıcı ve tam zamanlı işgücünü savunurken buldular.
AYNI SORUN TEKRAR YAŞANIYOR
Özetle, son büyük durgunluğumuz, kalıcı işler kaybedilirken daha sonra gündelik işlerde devam eden bir artışla kendini gösterdi. Şu anda da aynı şeyin gerçekleştiğini görüyoruz. 2020 Temmuz’unda, Avustralya ekonomisine yalnızca 43 bin 500’ü tam zamanlı olan 115 bin iş eklendi.
İlerlemiş yaşlarda olan işçilerin yaklaşık dörtte biri gündelik şekilde istihdam edilirken, gündelik işlerde çalışan genç Avustralyalıların de (on beş ilâ yirmi dört yaş) sayısı artıyor. Bunun sebebi yalnızca esnek çalışmanın öğrencilere uygun olması değildir. Diğer rakamlar, yeni mezunların tam zamanlı iş bulmakta zorlandığını ve kendilerini çoğunlukla okurken çalıştıkları gündelik işlerde sıkışıp kalmış bulduklarını ortaya koyuyor.
Gündelik işler sadece kariyer basamaklarının en altında kalmıyor, artık bir norm haline geliyor. Zaten dolu olan eski iş pozisyonları kalıcı olma eğilimindeyken, yeni işler giderek gündelikleşiyor. Peki, eski işler ortadan yok olduğunda onların yerini ne alacak?
Gündelikleşmeye değinmeden, bugün milyonlarca Avustralyalının karşı karşıya olduğu aşağı yönlü hareketliliği tersine çevirme umudu söz konusu olamaz. Gorz, sanayileşme devam ettikçe, modern toplumların ihtiyaç duyduğu genel emek gücünün azaldığı konusunda haklı olabilir. Geçici bir çözüm olarak, gündelikçilik bize daha fazla zaman sağlarken daha fazla insanı işsiz bırakıyor. Ne var ki bu, bizi çoğu zaman bir endişe ve korku içinde, önümüzdeki hafta bir işimiz olup olmayacağını merak ederek geçirdiğimiz bir zaman...
Profesör Mark Wooden gibi gündelik işleri savunanlarsa bunu ıskalıyor. “Fakat çalışma koşulları, eleştirenler tarafından tasvir edildiği kadar kötüyse, neden herhangi bir işçi bu tür işleri kabul ediyor?” diye soruyor. Geçici işçilerin başka çaresi olmadığı yönündeki açıklamayı reddeden Wooden, başka bir açıklama önerisi sunuyor: “…Gündelik işler çoğu durumda kötü işler değil ya da en azından bu işleri yapan çalışanlar öyle düşünmüyor.”
Bu, Melbourne Üniversitesi’nin 2018 Kurumsal Pazarlık Anlaşması’na göre 187 bin 654 dolarlık bir temel maaş, cömert bir emeklilik ve bolca izne çıkma hakkına sahip olan akademi üyesi bir profesörün ortaya koyduğu anlayıştır.
Yazının aslı jacobinmag.com'dan alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)