Kendi kendini yok eden demokrasi
Trump’ın seçimleri kazanması, Avrupa'daki aşırı sağ partileri umutlandırdı. ABD merkezli popülist politikanın, Avrupa’daki seçimlerde daha da moda olma tehlikesi var.
Ayşegül Karakülhancı Duman [email protected]
KÖLN- Önümüzdeki aylarda Avrupa Birliği ülkelerinin politik takviminde önemli seçimler var. 2017 Nisan sonu veya Mayıs başı gibi Fransa seçime gidecek. Aşırı sağcı, milliyetçi Marine Le Pen gittikçe güçleniyor. Le Pen’i durdurmak için kurulan birliğin başında, muhafazakar François Fillon var. Almanların dediği gibi, kolera ile veba arasında tercihte bulunacak Fransa seçmeni. Bir diğer önemli seçim ise 2017 Almanya genel seçimleri: Angela Merkel yeniden aday ve başka güçlü bir alternatif de görünmüyor. Aşırı sağ parti AfD’nin (Alternative für Deutschland) seçimlerde parlementoya girme ihtimali de yüksek.
2017 Hollanda için de seçim yılı, ve orada da popülist sağ parti olan Özgürlük Partisi (Partij voor de Vrijheid – PV) anketlerde yükselişte görünüyor. Halihazırda Macaristan, Polonya, Bulgaristan’da da sağ muhafazakar partiler iktidarda.
Trump’ın seçimleri kazanması, Avrupa'daki aşırı sağ partileri daha fazla umutlandırdı; ABD merkezli popülist politikanın, Avrupa’daki seçimlerde daha da moda olma tehlikesi var. Bu sağ yükselişin birinci sebebi ekonomideki dengelerin 2008 ekonomik krizinden sonra orta sınıf aleyhine gelişmiş olması. Bu krizin olumsuz sonuçlarını elit sınıf kolaylıkla atlatırken, orta sınıf kendisini bir türlü toparlayamadı ve bu nedenle de elitlere kızgın. Sağ popülizmin yükselişinin ikinci sebebi, Avrupa’ya gelen göçmenlerden (en çok da Müslümanlara karşı) duyulan korku.
Latincedeki “halk” anlamına gelen populus kelimesinden türemiş olan Popülizm, oportünizmden etkilenen, çoğunluğa yaranmak için demagojik yöntemi kullanan, siyasi belirsizlikleri ve karışıklıkları dramatize ederek kendisini öne çıkaran bir yöntem: Mesela sağ partilerin Avrupa’daki işssizliğin, düşük gelirin sebebi olarak göçmenleri göstermeleri gibi. Aynı argümanları Trump’da kullanıyor.
Popülizm bir düşünce sistemi değil, duygular üzerinden siyaset yapan bir yöntem. Popülist politikacıların toplumu herhangi bir duygu üzerinden ikna etmeleri de gerekmiyor, çünkü modern kapitalist sistem toplumunun temelinde zaten var olan nefret, öfke, korku, kaygı ve yokluk gibi duyguları gün yüzüne çıkarmaları yetiyor. Bunlar genel olarak toplumu saf halk ve para yiyici elitler olarak ikiye bölüp, halkın isteğine göre politika üretiyor, gerçekte –mış gibi yapıyorlar.
Popülistler, problemleri üstünkörü tartışıyor, çok ciddi karışık sorunları en basit, en hızlı yöntemlerle çözebileceklerini vaadediyorlar. Entellektüel karşıtılar, apolitik de olabilirler (mesela Trump). BM, NATO veya AB gibi birliklere karşılar (bkz. Erdoğan ve Trump).
Tam bir düşünce sistematiklerinin olmadığı, önceden söyledikleri şeylerin daha sonra tam tersini yapmalarından da anlaşılır.
Biz bu yöntemi uzun yıllardır Erdoğan ve AKP iktidarından tanıyoruz. Hatta Erdoğan’ın anlık refleksleriyle yürüttüğü politik tarz, popülizme yeni bir boyut bile kattı.
Aktüel olan ekonomik dengesizlik, savaşlar, göçler, eğitim sorunu, popülist sağ politikayı güçlendiren sebepler. Eleştirdikleri kimi konularda haksız değiller ama sorunu tespit etme ve çözme yöntemleri tehlikeli.
Homo sapiens'in on bin yıllık toplumsallaşma tarihinde değiştiremediği barınma, yabancılardan korkma gibi içgüdüleri harekete geçiren inceliksiz politikalar günümüzde kazanıyor. Çünkü uzun zamandır sosyal bilimler alanında postmodern teoriler güçlendiler, postmodernizmin genel eğilimi, gerçekliğe ulaşma talebini ve rasyonel olmayı yok saymasıdır. Sosyal bilimlerde bilinmezlik tavrı arttıkça, politik alanlarda kutuplaşmalar da o denli güçleniyor.
Gündelik bilgilerle fikir üretme sadece politikaya sirayet etmiş bir durum değil, uzun zamandır toplumsal bir problem. Popüler bilgilerle hareket ettikçe, bu tarz siyasetçilerin de iktidara gelmesi kaçınılmaz: Bilgi ve politika birbirlerine paraleller. Toplumun internetten, özellikle sosyal medyadan, infotaintment (eğlenceli popüler bilgi veren) programlardan edindiği bilgileri mutlak olarak algılaması, tehlikeli siyaset yapan parti ve politikacıları tercih etme riskini de büyütüyor. Bu kısır döngüden çıkmak için insanların bilginin değerini yeniden fark etmeleri şart. Birçoklarımız faşizme doğru sürüklenen bu süreci durdurmak için güçlü alternatifler üretilmesinde hemfikir. Yalnız sol politikalar üzerinden konuşmakla buradan çıkabilirmişiz gibi görünmüyor. Sosyal demokrat partilerin halk nezdinde yeniden inandırıcılığını kazanması gerekiyor, güncel Avrupa siyasetinde bu şu an mümkün görünmüyor. Batı demokrasisinin reforme edilmesi ihtiyacı açık. Evet demokrasilerde genel prensip “son sözü halk söyler”, ama bu prensip halk doğru kanallardan doğru bilgilendirilmişse demokrasiyi işler halde tutuyor. Bilgiyle desteklenmeyen her sistemin krize dönüşmesi kaçınılmazdır.
Ciddi bir felsefi yöntem sorunu ile karşı karşıyayız. Bilgi çağı diye adlandırılan bu çağda bilgiler (doğru ya da değil), çığ gibi büyüyerek ve hızlıca toplumlara ulaşıyor. Bilgileri sindirme, doğruluğunu araştırma şansımız olmadan yenileri geliyor. Önümüzde duran asıl sorun: Bilgiyi edinme, aktarma metotlarını, sosyal davranışları ve bireysel ilişkileri yenileme ve rasyonel olma zorunluluğu. Sağduyulu, mantıklı bir dünyada yaşamak için düşünmenin, sorumluluk sahibi olmanın, bilgi edinme tembelliğinden kurtulmanın gerekliliği hiç olmadığı kadar açık bir biçimde önümüzde duruyor.