Almanya'da liberal sosyal demokrasi ayağa mı kalkıyor?
Bu yıl Avrupa Birliği ülkelerinde önemli seçimler var. Dünya, küresel milliyetçiliğin güçlendiği, radikalleştiği bir süreçten geçerken, Avrupa ülkelerinde de bu yükselişin olması şaşırtıcı değil. Ama biliyoruz ki hem Almanya'da, hem Fransa'da, hem de başka birçok ülkede milyonlarca insan barıştan, ortak yaşamdan, sosyal adaletten yana.
KÖLN - Önümüzdeki eylülde Almanya genel seçimlerinde dünya politikasının belirsiz hali ve kararsız seçmenlerin varlığı, Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) için büyük bir şans olabilir.
SPD, Martin Schulz'u gelecek seçimde Almanya başbakanlığına aday gösterdikten hemen sonra, parti 4.600 yeni üye kazanmış.
SPD bu seçimlere halktan kopuk genel başkan Sigmar Gabriel'le girseydi, başarı kazanmak şöyle dursun, başarının hayalini bile kuramayacaktı. Bu sorunu Gabriel'in kendisi de görmüş olmalı ki, büyük bir olgunlukla ve belki partisine duyduğu sorumlulukla acil durum kolunu çekti! Kenara çekilip kendisi için çıkışsız ama parti için çok önemli tarihi görevi Martin Schulz'a bırakmayı tercih etti.
Gabriel görevini Schulz'a bırakırken, "Almanya ve Avrupa için gerçekten yeni bir başlangıç istiyoruz" dedi ve konuşmasına Schulz'un, hem Avrupa Parlementosu'nda sağ popülizme karşı verdiği mücadeleden dolayı, hem de sosyal adalet, demokrasi ve Avrupa'nın ortak ruhunu korumada gösterdiği çabalar nedeniyle doğru kişi olduğunu ekledi. Sosyal Demokratlar 2017 seçimlerinde toplumda SPD'ye ve liberal sola azalmış olan güveni onarmak istiyorlar.
Gabriel, "SPD bu seçimlere koalisyonda kalmak için taktikler düşünmüyor, tersine % 150 sosyal demokrasi için giriyor" dedi ve Schulz'u överek görevini ona devretti. Schulz mücadeleci, insancıl, kendinden emin ve iyi bir sosyal demokrat resmi çiziyor.
Elit, fizik doktoralı, Helmut Kohl'un yanında yetişmiş, bu yüzden hayatı boyunca başarılı olmuş Angela Merkel'e karşın, Martin Schulz liseyi bile tamamlamamış, geçmişinde alkolizmle mücadele etmiş, hayatında inişleri çıkışları olmuş biri –ve zorluklara karşı kendisinin olduğu gibi, herkesin mücadele edebileceğinin kanıtı olmayı istiyor: Bunlar, sokaktaki seçmeni kendine daha yakın kılıyor. Sosyaldemokrasi açısından söylemlerini henüz içeriklerle doldurmamasına rağmen iyimserliği, insanların gözünde onu sempatik, güvenilir ve bu bakımdan seçilebilir yapıyor.
Schulz kariyerinin merdivenini yavaş yavaş çıkmış bir politikacı. 10 yıl boyunca Avrupa Parlamentosu'nda milletvekilliği yaptı. 2004'te Avrupa Parlamentosu'nda Sosyalistler'in grup başkanı oldu. 2012'de de Avrupa Parlamentosu başkanlığı görevini aldı. Onun hayatta yavaş yavaş yükselmesi, seçmene başarabilme duygusu veriyor.
Merkel adaylığını bir misyonu yürütüyormuş ve zorla kabullenmiş hissini vererek açıklarken, Schulz "Sosyal demokrasi ülkenin en kuvvetli politik gücü olma talebiyle seçimlere giriyor" açıklamasında bulunarak, büyük bir heyecanla başkanlığa aday oldu. Onun tutkulu hali sosyal demokratların üzerlerinden ölü toprağını atmalarını sağladı. Büyük bir coşkuyla seçim çalışmalarına start verildi.
Merkel'in sarsılmaz iktidarı son yıllarda ciddi yaralar aldı: Ekonomik krizler, Rusya'yla ilişkilerin gerilmesi ve özellikle göçmenlere kapıları açması, partisi Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ile Bavyera'daki kardeş parti Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) arasında onarılması güç sorunlar doğurdu. Merkel'in kavgalı bir birliğin liderliğini yapıyor olması, bu seçimlerde elini zayıflatan bir durum –bu, Schulz'a seçimlerde bir avantaj daha sağlıyor.
Samimi dili, güven veren duruşu, sosyal demokrasinin özüne geri dönmekten bahsetmesi, seçmende heyecan yarattı ve anketlerde bir anda Merkel'i bir puan geride bıraktı. Ancak genel seçime daha yedi ay gibi uzun bir süre var. Bu süre içerisinde çok farklı anket sonuçları da gelecektir. Nitekim Spiegel Online ile araştırma şirketi Civey'in ortak yaptıkları ankette, okurların % 56'sı SPD'nin bu yükselişinin geçici olduğu düşüncesinde. Çok sayıda anket ve bu anketlerin de çoğunda farklı sonuçlar var. Gerçekten de Martin Schulz SPD'nin durağan oy potansiyelini hareketlendirdi, seçmende yeni bir heyecan yarattı. Fakat bunun kalıcı olup olmayacağını önümüzdeki aylarda seçime yaklaşırken izleyeceği stratejisi belirleyecek.
20 yıldır görevde olan Merkel, artık seçmende bir heyecan yaratmıyor ama, özellikle Donald Trump'ın seçilmesinden sonra Merkel seçmende güvenilirlik hissini güçlendirdi. Henüz Schulz'un Merkel'e karşı kullanacağı argümanları bilmiyoruz. Şimdilik vergi, eğitim, emeklilik gibi herkesi ilgilendiren konuları seçiyor ama, ayrıntılı bir program sunmaktan kaçınıyor.
Bu yıl Avrupa Birliği ülkelerinde önemli seçimler var. Dünya, küresel milliyetçiliğin güçlendiği, radikalleştiği bir süreçten geçerken, Avrupa ülkelerinde de bu yükselişin olması şaşırtıcı değil. Ama biliyoruz ki hem Almanya'da, hem Fransa'da, hem de başka birçok ülkede milyonlarca insan barıştan, ortak yaşamdan, sosyal adaletten yana. Aslında halkın çoğu sosyal demokrat bir parti seçmek istiyor; sadece bu içeriği gerçekten hayata geçirecek, seçmene güven duygusu verecek, sokaktaki insanın hakkını gözetecek, mantıklı, güncel politika üretemediklerinden, güçlü karizmatik liderler çıkaramadıklarından, oy vermeye hazır seçmeni dahi yakalayamıyorlar. Belki Martin Schulz bunu başarır, belki başaramaz. Eğer Trump gibi liderler sağ popülist diğer liderlere cesaret verebiliyorsa, Schulz da Avrupa liberal solu için neden bir umut olmasın.