Financial Times'dan Erdoğan yorumu: Türkiye’nin yarısını kaybetti
Financial Times gazetesinin dış politika editörü David Gardner’dan referandum yorumu: Türkiye’nin Avrupalı ve çoğulcu olan yarısı mücadele ediyor. Avrupa onları terk etmemeli.
DUVAR - İngiliz basının etkili gazetelerinden Financial Times’ın dış politika editörü David Gardner, Türkiye’deki referandum sonuçlarını analiz etti. Gardner, ‘Erdoğan Türkiye’nin yarıısnı kaybetti’ başlıklı makalede, “Erdoğan Avrupa’dan kopmak isteyebilir ama bunu tam olarak yapamaz ve nüfusunun bilinçli bir biçimde Avrupalı ve çoğulcu olan yarısı, bir başka yolu hayatta tutmak için mücadele ediyor. Avrupa onları terk etmemeli” yorumunu yaptı.
Avrupa referanduma soruşturma istedi
İngiliz yazar, “Erdoğan’ın önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı olarak 15 yıldır kontrolünü sıkılaştırmasından sonra, nüfusun neredeyse yarısı tek adam yönetimine yüksek sesli bir ‘hayır’ dedi” ifadelerini kullandı.
Makalenin tam metni şöyle:
‘BASKIYA RAĞMEN İSTEDİĞİNİ ALAMADI’
Recep Tayyip Erdoğan, neo-sultanlık amaçlarının gölgelemek istediği Mustafa Kemal Atatürk’ten bu yana hiçbir yöneticinin sahip olmadığı kadar dizginsiz bir yetkiyi kendisine verecek anayasal değişiklik referandumunda beklediği açık ve şamatalı desteği alamadı.
Bütün kartlar, Erdoğan ve yeni-İslamcı partisi AKP’nin elindeydi. Karanlık bir rakip İSlamcı grubun karıştığı başarısız darbe girişiminin geçen temmuzda başarısız olmasından bu yana, Erdoğan OHAL kapsamında kararnamelerle yönetiyor. Hükümeti sokakları kontrol ediyor, televiyon üzerinde tekeli var ve sosyal medyayı düzenli olarak engelliyor. Erdoğan başarısız darbe girişiminden bu yana 180 medya kuruluşunu kapattı, onarca işyerine el koydu, ordudan akademiye 130 bin memuru tasfiye etti ve 40 binini de hapse attı.
Bununla birlikte, 2002’den bu yana düzenlenen 10 seçimde arka arkaya zafer kazanmasının ardından, yüzde 1’den sadece birazcık fazla bir farkla kazandı. Pazar akşamı ‘evet’ ve ‘hayır’ oylarının arası kapandıkça muhalefet adaletsizliklere tepki gösterdi. Avrupa Konseyi gözlemcileri, referandumun genel olarak standartların altında kaldığını söyledi, hükümetin kontrolündeki seçim yetkililerinin geçerli oylara dair kuralları aniden değiştirmesinin ‘önemli bir güvenceyi ortadan kaldırdığına ve yasayla çeliştiğine’ dikkat çekti. Tek sonuçlu yarışların böyle bitmemesi gerekir.
‘PUTİN’E BENZEYECEK’
Erdoğan’ın önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı olarak 15 yıldır kontrolünü sıkılaştırmasından sonra, nüfusun neredeyse yarısı tek adam yönetimine yüksek sesli bir ‘hayır’ dedi. Cumhurbaşkanının oy deposu olan Anadolu’daki koşulsuz destek sağlam durdu. Fakat İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerin yanı sıra Ege ve Akdeniz kıyısını, büyük ölçüde Kürt nüfusun yaşadığı ve yasaklı PKK ile savaşın yeniden alevlendirilmesinden dolayı harabeye dönen güneydoğu ve doğuyu kaybetti.
Türkiye’nin yarısı, cumhurbaşkanına parlamento, yargı ve bütün bakanlıklar üzerinde kontrol veren, onu hayat boyu iktidarda tutabilecek olan değişiklikleri reddetti. Bu yeni düzeni, parlamenter sistemden yürütme gücü olan bir başkanlığa geçiş olarak tarif etmek, kulağa çoktan seçmeli bir sorunun sterilize edilmiş hali gibi geliyor. Türklerin şu an karşı karşıya olduğu şey Fransız veya Amerikan stili bir başkanlık değil; daha ziyade, Vladimir Putin’in Kremlin yönetimine benziyor ve ülkenin yarısı bunu gayet iyi biliyor.
‘SADECE ERDOĞANCI OLMAK YETİYOR’
Bunu, en azından kentlerin ve kıyıların Haziran 2013’te Erdoğan’ın demokrasiyi ve kamusal alanı bastırmasına karşı ayaklanmasından bu yana biliyorlar. O günden bu yana sadece Erdoğan’ın muhalifleri ve eski müttefiklerini tasfiye etmesine değil, aynı zamanda AKP’nin eski destekçilerinin yerine tek özelliği Erdoğancı olmak olan kişilerin sistematik biçimde yerleştirilmesine de tanıklık ettiler. Erdoğan, kendisiyle sokağın arasına girebilecek hiçbir rakibe veya alternatif bir kurumsal merkeze göz yummayacaktır.
Tek bir gayesi olan iktidar arayışında, Erdoğan ve giderek kendisinin şahsi tımarı olan iktidar partisi, Atatürk’ün ve ordusunun bıraktığı Kemalist yapıyı yenilgiye uğrattı ve değiştirdi. Fakat kentli laikler ve kıyıların yanı sıra kültürel ve siyasi alanlarını genişletmek isteyen Kürtlerle savaş hali sürüyor.
Genellikle çabuk parlayan cumhurbaşkanı pazar günü sonuçlara verdiği ilk tepkide belirgin biçimde sinirli görünüyordu. İdam cezasını geri getirme tehdidinde ve Türkiye’nin 54 yıllık AB üyeliği arayışının devam edip etmeyeceğine referandumla karar verileceği konusunda uyarıda bulundu.
‘KENDİNE FAZLA GÜVENİYOR’
Görünüşe göre Erdoğan’ın, Avrupa’ya gitmek isteyen Suriyeli sığınmacıları tutması için kendisiyle bir anlaşma yapan Avrupa üzerinde gerçek bir nüfuzu var. Türkiye’nin NATO üyeliği, onu İncirlik’le pazarlık meselesi yapmaktan alıkoymadı. Fakat Rusya’yla da taktiksel bir yakınlaşma içinde olan cumhurbaşkanı kendisine fazla güveniyor olabilir.
‘RUSYA DA KÜRTLERLE İŞBİRLİĞİ YAPIYOR’
Putin, Türkiye’nin Suriye’de öncelikle Kürtlerin toprak kazanmasını durdurmayı amaçlayan müdahalesi konusunda açık sınırlar çizdi. Ve Erdoğan IŞİD’le savaşta Kürtleri desteklediği için ABD’ye esip gürlerken, Rusya da Kürtlerle işleyen bir ilişkiye sahip; bu da Türkiye’ye karşı kullanışlı bir nüfuz aracı.
Dahası, Türkiye’nin büyük ölçüde dışarıdan akışa bağımlı olan ekonomisi dış şok karşısında hassas. Ticaret, yatırım ve teknoloji transferi açısından Avrupa’yla çok yakından entegre. Ayrıca, Erdoğan’ın sahip olduğu desteğin büyük kısmı, seçmenlerine iyi bir yaşam, eğitim ve sağlık hizmeti sunmasından geliyor. Bu da şimdiden erozyona uğruyor.
‘AVRUPA’DAN KOPAMAZ’
AB’nin, üyelik süreci kaçınılmaz olarak bir kenara bırakıldığında bile hâlâ nüfuz sahibi olacak olmasının nedeni de bu. Brüksel şimdiden,1995 tarihli Gümrük Birliği’ni genişletmek durumunda. Bunun yasal ve siyasi boyutları Erdoğan’ın hoşuna gitmese de, Türkiye’nin buna ihtiyacı olacaktır.
Erdoğan Avrupa’dan kopmak isteyebilir ama bunu tam olarak yapamaz ve nüfusunun bilinçli bir biçimde Avrupalı ve çoğulcu olan yarısı, bir başka yolu hayatta tutmak için mücadele ediyor. Avrupa onları terk etmemeli. (Dış Haberler)