Yüzleşmenin ilk adımı özür dilemek

Willy Brandt, Varşova Gettosu Anıtı'nın önünde dilediği bu özürle, Alman toplumuna tekrar normal bir toplum olabilmek ve Yahudilerle yeniden normal bir ilişki kurabilmek için özür dilemek gerektiğini anlatmıştı. Brandt bütün dünyanın gözleri önünde özür dileyerek kendi toplumuna da bir iyileşme fırsatı yaratmış oldu.

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - 7 Aralık 1970’te, henüz Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmemiş olduğu yıllarda, Almanya Federal Cumhuriyeti Başbakanı Willy Brandt, Varşova Gettosu Anıtı’nın önünde diz çökerek, Yahudi Soykırımı için özür diledi. Varşova Gettosu direnişine katılmış bir direnişçi bu özürle ilgili şu cümleleri kurmuş: “Willy Brandt’ın Varşova Gettosu Anıtı’ndaki diz çöküşünü gördüm. O anda şunu hissettim: Artık içimde nefret yok! O diz çöktü ve halkını yükseltti.”

Willy Brandt özür dilediğinde İkinci Dünya Savaşı'nın ve soykırımın üzerinden 25 yıl geçmişti. Kendisinin Nazi soykırımlarında hiçbir sorumluluğu yoktu, üstelik Nazi rejiminin gaddarlığından nasibini almış bir sosyal demokrattı.

Willy Brandt, Varşova Gettosu Anıtı'nın önünde dilediği bu özürle, Alman toplumuna tekrar normal bir toplum olabilmek ve Yahudilerle yeniden normal bir ilişki kurabilmek için özür dilemek gerektiğini anlatmıştı. Brandt bütün dünyanın gözleri önünde özür dileyerek kendi toplumuna da bir iyileşme fırsatı yaratmış oldu.

Almanlar'ın yanı sıra Norveç, Nazi ilhakı altındayken kendi topraklarındaki Yahudiler'in kimliklerinin tespit edilmesine, trenlere konulup, gaz odalarının bulunduğu yerlere deporte edilmelerine izin verdikleri için, Yahudi Soykırımı'nda oynadıkları rolün 1998'de kabul edilmesinden sonra, 2012'de bizzat devlet başkanları Jens Stoltenberg Yahudiler'den özür diledi. Keza Şili, zamanında yaşanılan insan hakları ihlalleri için mağdurlardan özür dilemiştir. Amerika Birleşik Devletleri, İkinci Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında tutulmuş olan Japon asıllı Amerikalılar'dan özür diledi. Aynı şekilde Avustralya Aborjinlerden, Sırbistan Srebrenitsa katliamı mağdurlarından, Fransa Cezayir’deki sömürgeciliğinden, İngiltere Kanlı Pazar nedeniyle Kuzey İrlanda vatandaşlarından, Bulgaristan Türk Bulgarları'ndan özür dilemiştir. 2008'de Kanada hükümeti yerlilerinden özür diledi.

Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce 1914-15 yılları arasında Ermeni halkının uğradığı soykırımdan dolayı, Ermeni halkının yüz yılı aşkındır beklediği bir özür var. Ayrıca aynı dönemlere denk gelen Birinci Dünya Savaşı esnası ve sonrasında (1914-1923 yılları arasında), Osmanlı hükümetinin ülkedeki Rum nüfusa karşı yürüttüğü kampanya sonucu Rumların sürgün edilmelerine, öldürülmelerine neden olan bir süreç yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 1930 Ağrı İsyanı Zilan katliamı var; 1938 Dersim Katliamı ve Dersimlilerin bekledikleri özürler var. Yine 6-7 Eylül 1955'de, İstanbul'da Rum vatandaşların uğradığı organize ve toplu saldırılardan dolayı Rumların beklediği bir özür var.

Türklerin tarihinde o kadar çok katliam ve kapanması gereken o kadar çok açılmış yara var ki! Özür bekleyenler bekleye dursun, Türkiye Cumhuriyeti tarihle yüzleşmek yerine ne yapıyor, 2009'da İstanbul'da Fatih Sultan Mehmet'in Konstantinopol şehrini Bizans'tan almasını anlatan Panorama 1453 adlı bir müze açıyor. Bu müzede İstanbul'un Osmanlı tarafından alınma hikayesi anlatılıyor. İstanbul'un fethi, Bizans'ı neredeyse aşağılar şekilde resmediliyor. Türk ve İslam kimliğinin yüceliği, müzenin her karesinde her satırında ön plana çıkarılıyor. Panorama 1453'ün en korkunç taraflarından biri de, müzenin kalbi olarak adlandırılan en üst katta fetih anının hissedilmesi için oluşturulmuş savaş sesleri: Ürkütücü kılıç sesleri, top atışları ve bağrışmalar arasında fetih resimlerine bakılıyor. Çocuklarla kesinlikle gidilmemesi gereken, savaşın yüceleştirildiği bir mekan! Bizans'ın Hristiyan Ortodoks kültürü öyle aşağılanıyor ki, Rum kökenli bir vatandaşımız bu müzeyi hangi hislerle dolaşır, hiç dert edinilmemiş. İnternet sayfasında müze hakkında verilen bilgi şöyle bitirilmiş: "Fetih heyecanınızın her daim taze kalması, yarının fatihlerine ilham vermesi ümidiyle…"

NATO üyesi olan bir ülke olarak Türkiye, fetihler mi yapacak!

Müzeler genelde insanlara bilgi aktarmak ve düşündürtmek amaçlı kurulur, insanları kışkırtmak için değil!

Alman Başbakan Willy Brandt, Yahudiler'den özür dilemeden çok önce, ülke savaş sonrası müttefik güçlerince yeniden inşa edildi. Bu inşa sırasında özellikle eğitim alanında, Nazilerin yaptıklarının bir daha tekrarlanmaması ve Naziler'in dünyada yol açtıkları tahribatın toplum hafızasından silinmemesi için ders kitaplarına yoğun biçimde girdi. Ülkenin neredeyse tüm büyük şehirlerinde Nazi rejimini, İkinci Dünya Savaşı'nı, Almanya ve dünya açısından yarattığı sonuçları anlatan müzeler, arşiv merkezleri kuruldu. Bu müzelerde kullanılan dil, konunun tüm ağırlığına rağmen oldukça yansızdır.

Tarih konulu müzeler yansızlığını korumak zorundadır! Bu durumda Panorama 1453 bir propaganda müzesi olmaktan öteye gidemez ve Türkiye'nin de özür dilemekten hala çok uzakta olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Devletlerin, kendi yurttaşlarının belli kesimlerine yönelik işlediği suçları, devlet adına kabul edip, tanıması ve özür dilemesi, toplumsal barışın sağlanması için yegane şarttır. Geçmişin yalan ve insanları yaralarını kanatan biçimde aktarılmasında geldiğimiz noktanın iyi bir nokta olduğunu kimse iddia edemez. İşlenen soykırımlara, suçlara maruz kalanların hikayeleri, toplumun kanayan yarası olarak gündelik yaşamın içinde durdukları yerdeler. Ermeniler yok edilemedi, Rumların hala sürüldükleri yerlerde atıyor kalpleri, Kürtler hala dillerinin, evrensel insan haklarının onlara tanıdığı haklarının mücadelesini yürütüyorlar. Dersim Alevileri ninelerinin, dedelerinin ağıtlarının etrafında kenetleniyorlar. Bu acılar tüm ülkenin kolektif hafızasında hala. Bu hafıza, yeri geldiğinde bu suçları hatırlar. Bu suçlar bir şekilde, toplumca belli bir ölçüde rıza gösterildiği için işlenebilmiştir. İnkar, Türkiye toplumunun en ağır yükü! Bu yükten kurtulmak, hem devletin, hem toplumun bireylerinin olgunlaşması için, bu yüzleşmenin yapılmasının kaçınılmaz olduğu her fırsatta hatırlatılmalı. Sivil toplum kuruluşlarının ve kendisini demokrat tanımlayan herkesin ilk görevi, bir an önce bu yüzleşmelerin yapılması için uğraşmak olmalıdır.

Panorama 1453 gibi propaganda müzeleri açılırken, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı uluslararası kazıların izinlerini iptal ederek kültür alanında millileşmeye giderken, biz rehavet içinde demokratikleşme sürecinde olduğumuzu sanıyorduk.

Muhalif olmak demek, sadece alanlarda olmak demek değildir: Devletin nerede ne yaptığını da takip etmek ve verilen o kararlara, devletin toplumu yaralarını derinleştirecek binaların temellerinin atılmasına engel olmaya çalışmaktır!