Güç, iktidar ve arkeoloji
Kültür varlıkları ile ilgili konularda politika ile arkeolojinin iç içe geçmişliği nedeniyle devletlerine bağlı çalışan arkeologlar muhalif hiçbir ses çıkaramazlar, çünkü devlet projelerine en ufak bir itiraz, kazı izinlerinin iptaline sebep olur. Keza devletlerarası gerilimlerde ilk darbe arkeologların araştırmalarına indirilir.
KÖLN - Arkeoloji her zaman politiktir. Akeoloji her zaman politik güç çevrelerince kendilerini meşru göstermek için kullanıldı: Geçmiş kurgulanır ve gelecek idealize edilir, güç odaklarınca bu bağlamda arkeoloji, her zaman bu kurgulamanın parçası haline getirilmeye çalışılmıştır.
Rönesans döneminde, Eski Yunan ve Roma yüksek kültüründeki bilgeliğine duyulan ilgi artar. Bu dönemde antik sanat objeleri koleksiyonculuğuna büyük ilgi gelişir. Ve dönemin sanatsever yüksek tabakasının, antik dönemlerden kalma hikayelerin kaynaklarını öğrenme isteğinin güçlenmesiyle, İtalya'da 15. yüzyılın ortalarında 'Arkeoloji' olarak adlandırılan bilim doğar. İtalyan bir tüccar ve hümanist olan Cyracius von Ancona, Klasik Arkeoloji'nin atalarından biri olarak tarihe geçer.
İncil, gerçek olarak kabul edilen tek kitap olduğundan, içindeki hikayelerin saptanmasının peşine düşülmüştür. Ancak bir sorun vardır: O zamanın otoriteleri dünyanın kuruluşunu İ.Ö. 4004 yılı olarak kabul ederler. 1655 yılında Isaac de La Peyrére prehistorik dönemlerden bir taş keski bulduğunda ve bu keskinin Adem'den çok önce yaşamış insanlara ait olduğu tezini öne sürdüğünde, karşısına dikilen dini otoriteler onu Engizisyon'la tehdit etmişlerdir. Bunun üzerine La Peyrére tezini geri çekmek zorunda kalmıştır. Oysa İncil'e ters düşmeyen bir tez öne sürseydi, dönemin Katolik iktidarı büyük ihtimalle La Peyrére'e araştırmalarına devam etmesi için teşvik edecekti.
TOTALİTER İDEOLOJİ VE ARKEOLOJİ
Arkeolojinin iktidarla iç içe olmak zorunda kalışı, hatta belli bir zümrenin ilgisi sonucu doğuyor olması, her zaman politik bir boyutu olmasına neden olmuştur. Bu yüzden iktidar odaklarının kendini meşru göstermek için bu bilim dalını kötüye kullanma tehlikesi çok büyüktür. 19. yüzyılda dünyadaki en prestijli antik yerleri hangi ülkenin kazacağıyla ilgili büyük bir yarış vardı. I. Dünya Savaşı'ndan sonra birçok ülkede totaliter devlet sistemi kuruldu. Bu totaliter ideoloji de arkeoloji için ağır sonuçlar doğurdu. Sistem ne kadar totaliter olursa, politik kötüye kullanım da o kadar yoğun olur! Mesela Nasyonal Sosyalistler işgal ettikleri ülkelerin taşınabilir kültür varlıklarını Almanya'ya kaçırmışlardır. Başka ülkelerin kültür ve tarihlerine saygı duymak demek, onların kültür mirasına da saygı duymak demektir. Ancak Hitler zamanında Almanya'da binlerce kitap yakılmasının, binlerce sanat eserinin onların ideolojisine uygun olmadığı için yok edilmesinin yanında, işgal ettikleri ülkelerin taşınabilir kültür varlıklarını da kaçırması durumu da vardır. Bugün Hitler döneminde yapılanları kınayan tüm devletler, kültüre tıpkı onların baktığı gibi bakmaktalar.
1966’da Çin Devrimi sonrası ortaya çıkan Kültür Devrimi fikri, Çin'deki çeşitli toplumların binlerce yıllık kültür birikimini neredeyse yok etmenin sınırına kadar getirdi. Bu düşünceyle 6.000 kadar belki de daha fazla tarihi Tibet tapınağı, içindeki heykeller, el yazmaları ve diğer kültürel ögelerle birlikte yok edildi.
BAĞDAT MÜZESİ'NİN YAĞMALANMASI
Irak'ın ABD tarafından işgal edildiği dönemde, tüm dünyanın gözleri önünde Bağdat Müzesi Amerikalılar tarafından yağmalandı ve kimse konuyla ilgili tek bir girişimde bulunmadı.
6. yüzyılda yapılmış olan Bamiyan Budaları, 2001 yılında Taliban tarafından put ilan edilerek, dinamitlerle patlatılmıştı ve yine dünya seyretmişti. Buna, son yıllarda IŞİD tarafından yok edilen Irak'taki Dünya Kültür Mirası'na ait Assur kentleri, tapınakları, heykelleri eklendi. Aynı şekilde Suriye'deki antik kentler ve eserler, IŞİD'in arkeolojik eserleri yok etmek için kurdukları komisyonlarca parçalanıyor, bombalanıyor. "Çölün Gelini" olarak adlandırılan, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası olarak tanımlanıp koruma altına alınmış antik kent Palmyra'nın birçok önemli mimari eseri, yok edildi. Kentte önemli çalışmalar yapmış arkeolog Halid Esad da IŞİD militanlarınca katledildi dünyanın sessizliği devam etti.
Kültür varlıkları ile ilgili konularda politika ile arkeolojinin iç içe geçmişliği nedeniyle devletlerine bağlı çalışan arkeologlar muhalif hiçbir ses çıkaramazlar, çünkü devlet projelerine en ufak bir itiraz, kazı izinlerinin iptaline sebep olur. Keza devletlerarası gerilimlerde ilk darbe arkeologların araştırmalarına indirilir. 2009 yılından beri Türkiye Kültür Bakanlığı arkeoloji alanında millileşmeye gidiyor. Bu nedenle hızla birçok yabancı kazı lisansı iptal edildi. Avusturya ile Türkiye arasında yaşanılan gerginlik sonrası Efes kazılarının Avusturya kazı ekibinin elinden alınması buna en yakın örnek sayılabilir.
HASANKEYF VE ALLİANOİ
Sadece dış politika için geçerli değildir bu durum: Ülke içinde de yaşanılan, kültür varlıklarıyla ilgili sorunlara arkeologlar ortak tepki veremezler. Ilısu Barajı Projesi kapsamında sular altında bırakılacak olan birçok yerleşim yerine, gönülleri razı gelmese de, seslerini çıkaracak güçleri yoktur. Keban Barajı yapım zamanında da birçok yerleşim yeri sular altında bırakıldı. Hızlı kurtarma kazıları yapıldı ama, dünya insanlık tarihine ait tüm yerleşim alanları, dar enerji ve milliyetçi politikalarına kurban oldu. Devlet Güneydoğu'da güvenlik sebebiyle birçok yere baraj yapma kararı aldı ve arkeoloji camiası bu duruma itiraz edemedi. Sadece kurtarma kazılarında en hızlı ne kurtarabildilerse, onlarla yetindiler. Bu durum Güneydoğu ve Doğu'da sıklıkla yaşanıyor olsa da, bir tek orada da kalmıyor. Örneğin Roma Dönemi’nin en sağlam şekilde ayakta kalmış ılıca örneklerinden biri olan İzmir'in Bergama ilçesi sınırlarında yer alan antik Allianoi kenti, sit alanı ilan edilmiş olmasına rağmen, Yortanlı Barajı'nın suları altında kaldı. Tıpkı Hasankeyf gibi orayı da kurtarmak için bir çok koruma önerisi ve proje üretildi. Fakat dünyada bu kadar korunmuş tek örnek olan Allianoi kenti, Türkiye'nin barajlarla kalkınma projelerinin kurbanı oldu.
Bergama Zeus Altarı'nı geri almak için fırtınalar koparan; Truva hazinelerinin bir kısmını Türkiye'ye geri kazandırmakla övünen Türkiye, halkın gözünü "başka ülkelerdeki kültür varlıklarımızı geri alıyoruz" diye boyarken, ülke içinde birçok kültür varlığını kendi eliyle yok ediyor.
Tüm bu talana dünyanın sesinin çıkmamasının sebebi artık belki de küresel güç ve sermayenin artık geçmişe ihtiyaç duymuyor olması olabilir. Ama nasıl ki doğa varlıkları sadece insanlığa değil, bu gezegene aitse, kültür varlıkları da bir bölgenin, bir milletin veya sermaye sahiplerinin mal varlığı değil, tüm insanlığa aittir. Bu nedenle de korunmasında ve saklanmasında herkesin söz hakkı vardır! Arkeolojinin böylesi kollektif bir dünya anlayışı içinde hareket edebilmesi için, iktidarlardan kendini kurtarması ve bağımsızlaşması şarttır.